40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
02:00
Bu çalışma, Bediüzzaman Said Nursî’nin (1878–1960) biyografisini, düşünce sistemini ve Risâle-i Nûr eksenli toplumsal hareketi, birincil metinler ve ikincil literatüre dayanarak tartışır. Analiz, “Eski Said → Yeni Said” geçişini, Medresetüzzehrâ tasavvurunu ve Cumhuriyet dönemi yargı–sürgün deneyimlerinin külliyata etkisini birlikte ele alır.
Geç Osmanlı–erken Cumhuriyet dönemi, hem devlet yapısının hem de dinî düşüncenin derin dönüşümlere tabi olduğu bir eşikti. Nursî, bu eşiği iki stratejiyle okumaya çalıştı: (i) bilgi üretiminde Kur’an merkezli tahkik; (ii) kurumsal düzeyde din–fen birlikteliğini hedefleyen eğitim reformu. Onun metinleri, akademik bir kelâm traktatı kadar halkın gündelik itirazlarına cevap veren pastoral bir dille de yazıldı. Bu ikili üslup, siyasal şartlar ve zorunlu ikametlerle birleşince, düşünce toplumsal bir harekete evrildi.
Nurs köyündeki aile ortamı, zühd ve kanaat merkezli bir dinî terbiyeyi önceledi. Babası Mirza’nın sûfî kimliği ve annesi Nûriye Hanım’ın dindar tutumu, Nursî’nin ileride “iktisat, kanaat, tevekkül” vurgularını ahlâkî düsturlara dönüştürmesinde belirleyici oldu. İlk eğitimini ağabeyi Abdullah’tan aldı; bölge medreselerinde sık hoca değiştirerek “hızlandırılmış okuma” tarzını benimsedi. Bu tercih, klasik silsileyle yavaş ilerleme yerine, metinleri seri mütalaa edip tartışma yoluyla içselleştirmeyi öne çıkarıyordu.
Doğubayazıt’ta Şeyh Muhammed Celâlî’den 14 yaşında icazet alması (1892), onun erken olgunlaşmasını belgeledi. Kendi beyanında medreselerde 15 yılda okunan yüzü aşkın eseri üç ayda mütalaa ettiğini söylemesi (Külliyât, s. 834), ezber kudreti kadar yoğun çalışma disiplinine de işaret eder. Siirt’te Molla Fethullah’ın imtihanındaki başarısı üzerine verilen “Bedîüzzaman” lakabı, hafıza ve muhakeme hızını sembolleştirdi (Emirdağ Lâhikası, s. 76).
Bitlis’ten Van’a uzanan süreçte valilerle kurduğu ilişki, onu sadece himaye etmedi; geniş kütüphaneler ve yeni kitaplarla buluşturdu. Tâhir Paşa’nın konağı, dinî ilimlerin yanına “fünûn-ı medeniyye”yi (matematikten tabiat bilgilerine) eklediği bir laboratuvar işlevi gördü (Mardin, s. 75–76; Külliyât, s. 1858). Bu eşzamanlı okuma, ileride “aynı çatı altında din–fen, aynı programda Arapça–Türkçe–Kürtçe” ilkelerini taşıyan Medresetüzzehrâ tasarımını doğurdu (Külliyât, s. 1956).
İstanbul’a bu projeyi taşımak, dönemin siyasal–bürokratik ağlarıyla müzakereyi gerektiriyordu. Fâtih Camii’ndeki vaazlarla ilmî otoritesini pekiştirmesine rağmen, akıl hastanesine sevk gibi marjinalleştirme denemeleriyle de yüzleşti; sağlam raporuyla döndü ve teklif edilen maaşlı müderrisliği, “geliş sebebim şahsî menfaat değil, eğitimde ıslah” diyerek reddetti (Âsâr-ı Bedîiyye, s. 431). Bu reddediş, daha sonra siyasete mesafeli “Yeni Said” çizgisindeki bağımsızlık arzusunun da habercisidir.
II. Meşrutiyet’le birlikte hürriyet–meşveret lehine yazdı ve konuştu; adem-i merkeziyetin birlik duygusunu zedeleyeceğini savundu (Âsâr-ı Bedîiyye, s. 453). 31 Mart Vak‘ası’nda yargılanıp Dîvân-ı Harb-i Örfî müdafaasıyla beraat etmesi (Külliyât, s. 1920–1928), onun hukuk dili kurabilme kapasitesini de gösterdi. Ardından Rize–Batum–Tiflis üzerinden Van’a döndü; aşiretler arasında meşrutiyet ve şûra kavramlarını yerel dille anlattı. Bu saha irşadı, teorinin toplumsal muhatabını gözeten bir pedagojik denemedir.
Şam Emeviyye Camii’ndeki hutbe (Hutbe-i Şâmiyye), İslâm toplumlarının ahlâkî ve ilmî restorasyonu için “ittihad, ihlâs ve ilim” vurgularını sistematikleştirdi. 1911 Rumeli seyahatinde (5–26 Haziran) görülen çalkantı, merkezileşme ile yerel taleplerin gerilimini çıplak gözle izleme imkânı sundu. Kosova’da dârülfünun kararı alınsa da, Balkan Savaşı şartları projeyi Doğu’ya kaydırdı; 1912 yazında Van Gölü kıyısında temel atıldı. İnşa duraksayınca Horhor Medresesi geçici eğitim mekânı oldu. Bu aşama, fikrin “taş ve harç”la buluştuğu nadir anlardır.
I. Dünya Savaşı’nda gönüllü alay teşkil etmek ve Pasinler’de İşârâtü’l-İ‘câz’ı kaleme almak (Külliyât, s. 1812), ilimle fiilin birlikte sürdürülebileceğini gösterdi. Bitlis–Muş müdafaasında yaralanıp Kostroma’ya esir düşmesi, iki yıllık bir kopuş yarattı; firarla 1918’de İstanbul’a döndü (a.g.e., s. 708). Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye azalığı, onu ilmiye sınıfının kurumsal merkezine yerleştirdi; işgal yıllarında kaleme aldığı yazılar ve Dürrîzâde fetvasına karşı çıkışı (a.g.e., s. 2335), Millî Mücadele’nin dinî meşruiyet argümanlarına katkıdır.
Meclis’te yaptığı konuşmada, zaferin yalnız silah ve stratejiyle değil, dinî–ahlâkî motivasyonla da kazanılacağını vurguladı (a.g.e., s. 1028). 1923’te siyasetten çekilişini “Eski Said’den Yeni Said’e inkılâp” diye kavramsallaştırması (Külliyât, s. 705), bir “yer değiştirme”dir: siyaset-dışı kalmak değil, imanın tahkiki ve eğitim üzerinden toplumsal dönüşümü hedeflemek.
1925 sonrası Burdur–Barla–Isparta–Eskişehir–Kastamonu–Denizli–Afyon–Emirdağ hattı, fikrin coğrafyasıdır. Barla (1926–1934), külliyatın omurgasının yazıldığı dönemdir; metinler, modern şüphelere karşı temsil ve tefekkür pencereleriyle örülür. Eskişehir (1935) ve müteakip davalarda müdafaaların Lem‘alar’a derci (s. 2148–2175), hukuk zemininde bir fikir savunmasıdır. Kastamonu’daki sekiz yıl, lâhika mektupları üzerinden cemaat içi eğitimi ve örgütlenmeyi kurar; 1943 Denizli beraatı (a.g.e., s. 2182) ve Afyon süreci, yargının giderek “iman–akaid metinleri”ni siyasî örgütlenmeden ayıran bakışının da belgesidir. 1950 sonrası kısmi açılım, gençlikle temas ve Gençlik Rehberi davasında beraat, halka dönük pedagojiyi güçlendirdi. 23 Mart 1960’taki vefat, biyografiyi tamamlar; mezarın nakli ise kitlesel alâkanın siyasî kaygıyla kesilmek istendiğini gösterir.
Nursî’ye göre “kâinat kitabı”nın doğru okunması, varlığa ma‘nâ-yı harfî ile bakmayı gerektirir: şeyler, kendi başlarına bağımsız “anlam adaları” değil, Yaratıcıya gönderimde bulunan işaretlerdir (Külliyât, s. 50). Ma‘nâ-yı ismî, yani şeyleri yalnız kendileri adına okuma, hem ontolojik bağlamı hem etik boyutu silikleştirir; varlığı “amaçsız” ve “çirkin” kılar. Bu ayrım, pozitivist–materyalist doğacılık eleştirisinin teorik zeminidir.
Kozmostaki düzen, amaçlılık ve bütünlük, tesadüfe atfedilemeyecek kadar inşaîdir (Külliyât, s. 115–120, 2022). Nursî, sebeplerin “icad edici” değil, hikmet gereği “perde” olduğunu söyler; böylece hem ilâhî kudrete şirk koşmadan işleyişi izah eder, hem de kötülük probleminde “çirkin görünen” fiillerin failini doğrudan Allah’a nisbet etme sakıncasını perde teorisiyle dengeler (s. 1279). Hudûs delilinin soyut mantığını küçümsemez; fakat Kur’an’ın kevnî delillerle “herkes için anlaşılır” ispat tarzını tercih eder (s. 503).
Kaderin ilmî boyutu, Allah’ın bütün zamanları “bir anda” kuşatmasıyla ilgilidir; insan aklının bu kuşatımı idrak zorluğu, meseleyi pratik boyutuyla deneyimlemeyi gerektirir. Nursî, kulun cüz’î iradesinin teklif ve mesuliyet için elzem olduğunu, iyiliklerde fahre yer bulunmadığını; şerde ise seçimin kulda kaldığını vurgular (Külliyât, s. 204–209). Bu, hem etik sorumluluğu hem duygusal dengeyi kurar.
Hz. Peygamber’in sert kabile asabiyesini kısa sürede yüksek ahlâkî normlara dönüştürmesi, nübüvvetin tarih içindeki performatif delilidir (Külliyât, s. 93). Mucizeler yalnız “doğrulama” işareti değil; aynı zamanda beşeriyetin maddî ilerleyişine istikamet veren “tohum”lar olarak görülür (s. 101–109, 387–447). Bu okuma, bilim–din gerilimini yumuşatır: vahiy, tekniği dışlamaz; yön verir.
Dünya, tam adaletin tecellisi için dardır; birçok mazlum dünyadan hakkını alamadan göçer. Adl ismi ve rahmetin şümulü, bir “ikinci safha”yı (âhiret) gerektirir. Rûm 30/50’de “ölü arzın ihyası”nın kıyasıyla, haşir on iki delil üzerinden aklen temellendirilir (Külliyât, s. 19–43). Böylece ebediyet arzusu ile kozmosun israf etmeyen hikmeti buluşur.
İşârâtü’l-İ‘câz, kısa hacmine rağmen yoğun bir i‘câz tefsiridir; Bakara’nın ilk ayetleri üzerinden lafız–mana–nazm ilişkisini kurar. Nursî, kapsamlı bir tefsirin “heyet işi” olması gerektiğini savunur; böylece uzmanlıkların müşterek bir te’lifte buluşmasını önerir. Din–bilim çatışmasını metod farkına indirger; Kur’an, “kâinat kitabı”nın özlü tefsiridir.
Âhir zaman rivayetleri, tefsir değil te’vil gerektirir; vahyin sarih ve zımnî ayrımı hatırda tutulmalı, Hz. Peygamber’in beşerî beyanlarını tarihsel bağlamla okumalıdır (Külliyât, s. 401, 883). Bu yaklaşım, metinlere hem hürmet hem metodik ihtiyat getirir.
İctihad kapısı kapanmaz; fakat zarûriyyât sabit, fer‘î hükümler zaman–mekânla değişkendir. Nursî, kendi devrinde “imanın tahkiki”ni birinci öncelik sayar; aceleci ictihad girişimlerinin faydadan çok zarar getirebileceği uyarısını yapar (Külliyât, s. 50, 212–215, 1313–1314).
Kelâm aklı, tasavvuf kalbi; felsefe tecessüsü merkeze alır. Kur’an ise akıl–kalp birlikteliğini ister (Külliyât, s. 503). Nursî, tasavvufun meziyetlerini teslim etmekle birlikte, çağının “tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanı” olduğunu söyler (s. 561–569, 740).
Sözler, Mektûbât, Lem‘alar, Şualar; Arapça İşârâtü’l-İ‘câz ve el-Mesneviyyü’l-‘Arabiyyü’n-Nûrî; Barla/Kastamonu/Emirdağ Lâhikaları külliyatın iskeletini kurar. Metinlerde temsil (hikâyevî örnek), teşbih ve “pencere” adı verilen kısa delil kümeleri, modern şüphelere karşı çok kanallı ikna stratejisidir.
Dîvân-ı Harbî-i Örfî, Münâzarât, Hutbe-i Şâmiyye, Muhâkemât ve diğer risaleler, Nursî’nin siyaset–toplum ilişkisine erken dönem yaklaşımlarını belgelendirir. Bu metinler, Cumhuriyet devrindeki pedagojik tona geçişin arka planını sunar.
Barla’da çekirdek talebe halkası oluşurken, metinlerin elle çoğaltılması yalnız bir yayım tekniği değil; “metinle hemhâl olma” pedagojisiydi. Lâhikalar, içeride vazife taksimi, usul birliği ve ahlâkî ilkeleri (“uhuvvet, ihlâs, acz–fakr–şefkat–tefekkür”) kodladı (Külliyât, s. 210–212, 470–472). “Mesleğim haktır veya daha güzeldir” prensibi, çoğulculuğu meşrulaştırırken tekfirci dili dışlar.
Cemaat pratiğinin kalbi “dershane”lerdir. Metinler yüksek sesle okunur, kısa açıklamalarla müzakere edilir; bu, ezberden ziyade “idrakle içselleştirme”ye odaklanır. Haftalık gece dersleri, farklı toplumsal kesimleri aynı metinde buluşturarak yatay bir kardeşlik tecrübesi doğurur. El yazmasından matbuya geçiş, erişimi genişletirken cemaat içi disiplini de sınadı.
“Yeni Said” çizgisinin siyaset-dışı önceliği, bazı çevrelerde pasiflik olarak okunurken; hareketin içinden “fitne zamanında ihtiyat” diye temellendirildi. 1950’ler sonrası “Nurculuk” adı yaygınlaştı; 1970–80’lerde yöntem farklarından kollar oluştu. Bu çokluk, bir yandan yerel şartlara uyarlanabilirlik sağladı; öte yandan bütünlük tartışmalarını tetikledi. Ortak bağ ise metinler ve lâhika ethos’uydu.
1990’lardan itibaren üniversitelerde tezler, sempozyumlar, çeviriler arttı; Nursî düşüncesi, ihyâ geleneği ve modern dindarlık literatüründe müstakil bir başlık haline geldi. Bu akademikleşme, metinleri “savunma literatürü” olmaktan çıkarıp, din–bilim–siyaset ilişkileri bağlamında karşılaştırmalı okumaların nesnesi yaptı.
Nursî, medrese mirasını modern bilim ve toplum meseleleriyle konuşturarak iman merkezli bir tecdid programı geliştirdi. Medresetüzzehrâ, bu programın kurumsal yüzüydü; harp ve siyasal şartlar nedeniyle tamamlanamadı. Cumhuriyet dönemindeki sürgün ve davalar, külliyatın biçimlenişinde hem konu hem üslup düzeyinde iz bıraktı. Risâle-i Nûr, modern şüphelere karşı “temsil–tahkik–tefekkür” üçlüsüyle geniş bir okur topluluğu inşa etti; Nurculuk, metin merkezli bir eğitim ve dayanışma modeli üretti. Bugün tartışma, bu mirasın akademik yöntemlerle ne ölçüde yeniden okunacağı ve din–bilim–eğitim ekosistemine nasıl çevrilebileceği etrafında dönmektedir.
Birincil: Külliyât (çeşitli s.); Âsâr-ı Bedîiyye; Sözler; Mektûbât; Lem‘alar; Şualar; İşârâtü’l-İ‘câz; Mesnevî-i Nûriyye; Barla/Kastamonu/Emirdağ Lâhikaları; Dîvân-ı Harbî-i Örfî; Münâzarât; Hutbe-i Şâmiyye; Muhâkemât; Sünûhât; Hutuvât-ı Sitte; Tulûât; İşârât; Rumûz.
İkincil (seçme): E. E. Fergan (1958); Özdemir–Tola (1958); Mardin (1989/trc. 1997); Badıllı (1998); Abu-Rabi, ed. (2003); Vahide (2005); Markham–Özdemir, ed. (2005); Tantavî (2006).
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
bursa escort görükle eskort görükle escort bayan bursa görükle escort bursa escort bursa escort bayan