Siz hiç düşünmez misiniz”diyen Rabbin,ben hiç mi düşünmem deyip kendi sularında boğulan kuluyum. Bana Dost da benim düşman da. Az da benim çok da.
Ben ki tek başıma geldim bu dünyaya.Geniş bir aile verildi bana.Arttım ve de eksildim onlarla.Bir zaman sonra ipleri elime aldım,kaldım yalnız başımalığımla. Gelecekten korktukça yüzüstü bir haykırışın dimdik duruşunu diledim ve dinledim kendimden;Kesik kesik hatırladığım fakat bir zamanlar ezbere bildiğim etten kemikten bir rengin yarım kalmışlığını.
Silûeti belirmiyor,sesini duyamıyorum ne olduğunu kim olduğunu bilmediğim,etten kemikten eksikliğimin.
Nasıl sesleniyordum ona,ilk kez nerede öğrendi susmayı,kimden öğrendi sır tutmayı?
Çocuk.Çocukluğum…
Özlüyorum: O hiç tanımadığım,uzaktan uzağa seyrettiğim,nasıl büyüdüğünü anlamadığım çocuğu. Su gibiydi sanki; arkamı döndüğümde kayboluşunu gördüm.Ve her Yağmur yağdığında bir meleğin avucunda,öncekinden daha büyük bir kütleyle geldiğini duydum yeryüzüne.
Özlediğimin özleyeni olarak kalıyorum,gidemiyorum ona. Peki O ? Gelemez mi bana, dolduramaz mı dokunmadan kurcaladığı, oyunlar oynadığı boşluklarımı?
Her saniyesini uzun soluklarla yaşadığım zaman, bir çırpıda solumuş çocukluğumu.
Bulanık hatıralar eşliğinde bir gidişim ve binlerce dönüşüm var o hiç bilmediğim kente. Bir defa daha yaşasam seni, yad etmeyeceğim bırak hatıralarımı adını bile…
Söylesene! Bu çocuk,kış günü doğan güneşin sevincini taşıdı mı yüreğinde?
Gökyüzündeki yıldızlar adedince özgür kalabildi mi ?
Okyanuslar ortasında dibi denize nazır adalar gibi kana kana su içti mi?
Rüyalarını uyku ile uyanıklık arasındaki gerçekliğe emanet etti mi ?
Ne sorarsam sorayım, ne kadar koşarsam koşayım doldurmayacaksın boşluklarımı, gelmeyeceksin biliyorum.
Seni en son meyve ağaçlarıyla süslenmiş bahçemizde,badem ağacımızın dibinde hatırlıyorum.
Keşke yeniden yazsanız