39,3610$% 0.48
45,7207€% 1.43
53,6923£% 1.16
4.281,14%1,37
3.382,56%0,87
9.520,22%-1,71
Tarihsel Süreç, Nedenler ve Küresel Sonuçlar
Orta Çağ’dan Günümüze Batı Avrupa’daki Müslüman Toplulukların Coğrafi Gerileyişi
10–15. yüzyıllar:
Tarihsel olarak önemli Müslüman nüfuslara ev sahipliği yapan bölgeler:
Günümüzde :
Bu bölgelerde Müslüman topluluk kalmamıştır ve tarihî cami, medrese, kültürel miras yapılarının çoğu ya yok edilmiştir ya da kiliseye dönüştürülmüştür.
“Tarihte İslam medeniyetinin önemli merkezleri olan bu coğrafyalar, modern dönemde kültürel ve demografik temizlik süreçleriyle homojenleştirilmiştir. Bu durum, kolektif hafızada büyük bir boşluk oluşturmuştur.”
Bu bölgelerde Müslüman topluluk kalmamıştır ve tarihî cami, medrese, kültürel miras yapılarının çoğu ya yok edilmiştir ya da kiliseye dönüştürülmüştür. Haritada bu alanlara kırmızı çarpı (❌) simgeleri yerleştirilebilir.
Batı Avrupa, tarih boyunca farklı dinî, kültürel ve etnik toplulukların iç içe yaşadığı, çok katmanlı bir toplumsal yapıya sahipti. Orta Çağ’da Sicilya, Endülüs, Portekiz, Güney Fransa ve Macaristan gibi bölgelerde büyük ve köklü Müslüman topluluklar yaşamaktaydı. Bu bölgeler, İslam medeniyetinin ilim, sanat, mimari ve sosyal organizasyon açısından Batı Avrupa’ya katkı sunduğu önemli merkezlerdi. Ancak modern döneme gelindiğinde bu tarihî çoğulculuk yerini dikkat çekici bir mezhepsel ve etnik homojenliğe bırakmıştır. Günümüzde adı geçen bölgelerde, bir zamanlar canlı bir şekilde varlık gösteren Müslüman toplumların izleri neredeyse tamamen silinmiştir; öyle ki, bu coğrafyalarda artık ne işleyen bir Müslüman topluluk ne de onların tarihî mirasını yaşatan bir cami ya da vakıf yapısı kalmıştır.
Bu makale, Batı Avrupa’da Müslümanların tarihsel süreçte nasıl sistematik biçimde asimile, sürgün veya yok edildiklerini, bu yok edilişin hangi siyasi, ideolojik ve dini gerekçelere dayandığını ve toplumsal hafızadan nasıl silindiğini ele almaktadır. Ayrıca, bu derin ve travmatik sürecin çağdaş akademik literatürde neden çoğu zaman yüzeysel geçtiği ya da görmezden gelindiği sorusu da makalenin temel tartışma alanlarından biridir. Özellikle Avrupa’nın kimlik inşasında “öteki” olarak konumlandırılan Müslümanların bu tür tarihsel kırılmalarla nasıl dışlandığı ve bu dışlamanın modern laiklik, ulus-devlet ideolojisi ve kolonyal geçmişle nasıl iç içe geçtiği incelenmektedir.
Bu bağlamda makale, tarihsel bir olgunun sadece geçmişte kalmadığını; aksine günümüz Avrupa toplumlarında İslam karşıtlığının ve kültürel dışlamanın kökenlerini anlamak için bu sessizleştirilmiş tarihî anlatılara yeniden bakmak gerektiğini savunmaktadır. Müslümanların Batı Avrupa’daki varlığına dair bilinçli bir hafıza kaybı söz konusudur ve bu kaybın arkasında yalnızca zamanın değil, sistematik olarak yürütülen bir politik, kültürel ve akademik unutma süreci yer almaktadır.
Sicilya’da 11. yüzyılın başlarında Müslümanlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. 1090’larda Normanların adayı ele geçirmesinden sonra bile, Müslüman nüfus 130 yıl boyunca adada varlığını sürdürdü. İbn Cübeyr’in seyahatnamesinde Palermo’daki camilerin çokluğu dikkat çekicidir. Hatta Norman yönetimi altında Arapça, resmi belgelerde kullanılmaya devam etti. Malta’da bugün hâlâ konuşulan Maltaca dili, Sicilya Arapçasının modernize olmuş bir kalıntısıdır.
İspanya’da yedi asır süren Müslüman egemenliği sonrası Reconquista hareketi, sadece siyasi egemenliğin değil, Müslüman toplulukların varlığının da sonu oldu. 1492’de Granada’nın düşüşüyle birlikte Müslümanlar ya sürüldü ya da zorla Hristiyanlaştırıldı. Aynı süreç, Portekiz’de de yaşanmış ve Müslümanlardan geriye hiçbir iz bırakılmamıştır.
Fransa’nın güneyinde, yaklaşık bir yüzyıl varlığını sürdüren Müslüman koloniler de tarih sahnesinden silindi. Macaristan’da 13. yüzyılda Müslüman nüfusun yaşadığı belgelenmiştir, ancak bu topluluk da kısa süre içinde tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Akademik literatürde etnik temizlik ve soykırımlar genellikle modern ulus-devletlerin birer aracı olarak incelenmektedir. Bu nedenle, Batı Avrupa’daki Orta Çağ öncesi ya da erken Orta Çağ dönemlerinde gerçekleşen sistematik nüfus mühendisliği çalışmaları, akademik ilgiden büyük ölçüde mahrum kalmıştır.
Batı Avrupa tarih yazımında Müslüman nüfusun tamamen ortadan kaldırılması genellikle “asimilasyon”, “göç” veya “zamanla yok olma” gibi yumuşatıcı terimlerle geçiştirilmiştir. Oysa gerçekte söz konusu olan, açık biçimde organize bir etnik-dini temizliktir.
Roma Katolik Kilisesi, yalnızca teolojik bir otorite değil, aynı zamanda siyasi ve askeri bir güce sahipti. Dominiken ve Fransisken tarikatları, bu süreçte özellikle etkili olmuş; Müslümanlara tolerans gösteren hükümdarlara yönelik aforoz, ekonomik boykot ve haçlı seferleri gibi yaptırımlar uygulanmıştır.
1220’lerde Sicilya’daki Müslümanlar, zorla Lucera şehrine taşındı. Burada yaklaşık 40.000 kişilik bir Müslüman kolonisi oluştu. Ancak 1300 yılında Angevin hanedanı bu topluluğu tamamen ortadan kaldırdı. Bu olay, Orta Çağ’da belgelenmiş en büyük kitlesel imha örneklerinden biridir.
1648 tarihli Westfalya Antlaşması, Batı Avrupa’da dini homojenliği devlet temel ilkesi haline getirdi. Devletler ya Katolik ya da Protestan olarak tanımlandı ve mezhepler arası geçişler engellendi. Bu sistem, daha önceki yüzyıllarda yok edilmiş dini çeşitliliğin üzerine inşa edildi.
Batı Avrupa’nın dört büyük gücü –İspanya, Portekiz, Fransa ve İngiltere– sömürge imparatorlukları kurarak sadece askeri ve ekonomik değil, aynı zamanda dini bir genişleme politikası da uyguladı. Amerika ve Okyanusya’da yerli halklara Hristiyanlık zorla dayatıldı; Afrika ve Asya’da Batı kültürüne entegre edilmiş seçkin sınıflar oluşturuldu.
Modern Avrupa demokrasilerinin doğduğu ülkeler, tarihsel olarak dini olarak homojenleştirilmiş toplumlardır. Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde Müslümanlar, Yahudiler ve diğer azınlıklar yok edilmeden önce siyasal modernleşme süreci başlamamıştır. Bu gerçeklik, demokrasi ve çoğulculuk ilişkisini yeniden değerlendirmeyi gerektirir.
Eğer modern devletin kökeninde dini homojenlik arayışı ve bunun için yapılan etnik temizlikler varsa, bu modelin evrensel olarak benimsenmesi büyük riskler barındırmaktadır. Çok dinli, çok mezhepli toplumlarda bu tür bir modernleşme süreci soykırımı kaçınılmaz hale getirebilir.
Batı Avrupa’da Müslümanlar, Yahudiler ve diğer Katolik olmayan topluluklar sadece siyasi olarak değil, fiziksel olarak da kıta coğrafyasından silinmişlerdir. Bu yok ediliş, rastlantısal veya yerel değil; Papalık liderliğindeki uzun vadeli, organize ve başarıyla tamamlanmış bir nüfus mühendisliği projesidir. Modern ulus-devletlerin ve demokrasilerin bu temeller üzerinde yükselmiş olması, modernite kavramının tarihsel bağlamını yeniden sorgulamayı gerektirir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.