Hepinize merhaba değerli dostlar.
Her insan hür doğduğu gibi hür ve onurlu bir şekilde yaşayıp hayatına devam etmek ister. Bunu başarmanın yolu ise; basiretli olmak ya da Kur’an ve Sünnetten ilham almış basiretli olanlarla yola devam etmekten geçer. ‘Uydum kalabalığa’ diyerek hayatına devam edenler, çoğu zaman (manevi) hürriyetini ve onurunu kaybeder yaşayan bir kütük haline gelir.Cahiliye döneminde ve cahiliye ruhunun yaşandığı devirlerde insanların yaşayış biçimi böyle olmuştur. Ama Bilgi ve Uzay Çağı dediğimiz bu devirde, ‘koyun sürüsü’ gibi iradesiz ve basiretsiz yaşamak elbette daha vahimdir. Çünkü herkes Yezidlere iradesini ve onurunu teslim edenlerin, Hüseynîlerin zarar görmesine sebep oldukları bilgi ve tecrübesine sahiptirler. Bu durumda yanlışa düşmemek için her konuda bize rehber olan Efendimizin hayatına bakmak gerekir.
Hz. Peygamber, cahiliye karanlığı yaşayan insanlığın üzerine, etrafı aydınlatan bir nur gibi doğdu. Onun gelişiyle karanlıklar aydınlığa; zulmetler nura döndü. Hak ve hukuk yeniden tanımlandı, topluma huzur, barış ve güven geldi.
O, insanlara erdemli olmayı, kötülüklerden arınmayı, dostluğu ve kardeşliği öğretti. Medeni ve onurlu bir şekilde yaşamayı öğretti. O’nun bu çabası ömür boyu devam etti. Daha peygamberliğinin ilk dönemlerinde insan onurunu koruma altına almaya başlamış ve vefatından hemen önce Veda Hutbesinde aynı kutsi mesajları vermiştir. O, insanlığa son bir kez daha söyle seslenmişti: ”Ey İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes gün. Bu aylar nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz nasıl mübarek şehir ise canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddestir; her türlü tecavüzden korunmuştur.”
Yine Hz. Peygamberin hayatına baktığımızda; O (s.a.v) çocuklarla ilgilenip onları onurlandırmış, kadınları cahiliye döneminin değersiz ellerinden kurtarıp cennetleri ayaklarının altına koymak suretiyle onları şereflendirmiş, sahabe arkadaş ve yoldaşlarına iltifatlarda bulunmuş, kadın ve erkek ayrımı yapmadan yaşlı insanlara hürmet etmiş, hatta hayvanlara dahi son derece merhamet etmiştir.
Şunu da hatırlatmak isterim ki insanın ucuzladığı, bir meta haline dönüştüğü, insan onurunun zedelendiği ve ayaklar altına alındığı böyle bir dönemde, bütün âlemleri onurlandırmak için gönderilen rahmet Peygamberine dönüp, yeniden onun hayat tarzını hem şahsımızda hem toplumun bütün katmanlarında yaşamaya her zamankinden daha fazla muhtaç hale gelmişiz.
Bakın, Allah-u Teala Tin suresinde; “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” buyurarak, insanı fiziki, ruhî ve aklî özellikler açısından güzel bir biçimde yarattığını ve diğer yaratılmışlar arasındaki üstünlüğü ifade ederek insana ayrı bir değer vermiştir. Ayrıca ilk yaratılış aşamasında, ona en güzel biçimi verdikten sonra kendi ruhundan üflemesi, melekleri ona secde ettirmesi, yerde ve gökteki her şeyi onun emrine vermesi, insana değer vermesinin ifadesidir. Bahsettiğimiz bu lütuf ve ihsanlar, hepimizin gıpta ettiği meleklere dahi verilmemiştir.
Öte yandan hiç kimsenin diğer bir kardeşinin onurunu zedeleyici bir harekette bulunmaması için de Cenab-ı Hak bizi uyarmıştır; “Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe etmezse işte bu kimseler zalimlerin ta kendileridir.” buyurmuştur.
Bu durumda, hiç kimsenin elinde kat’i delili olmadan başka biri hakkında veya başka bir cemaat, tarikat ya da vakıf hakkında konuşmaya, gıybet etmeye ve iftira atmaya hakkı yoktur. Böyle bir hataya düşenlerin, ayetin tavsiye ettiği gibi hemen tevbe etmeli ve Allah’tan bağışlama dilemelidir. Yoksa zalimlerin ta kendileri olmuş olurlar.
Başka bir ayette de yüce Rabbimiz; “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz, takvalı olanınızdır (O’ndan en çok korkanınızdır.) Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” buyurmak suretiyle insanın değer ve onurunun renk, dil ve ırk ile değil; ancak takva ile olduğu ifade edilmiştir.
O halde, hemRabbimiz hem Peygamberimiz bize bu kadar değer vermişken, Kuran ve sünnetin yaşayış tarzından uzaklaşıp kendimizi değersizleştirmeyelim. Başkalarının yanlış emel ve beklentilerine kendimizi kaptırmayalım. Onurumuzu ve irademizi ucuza satmayalım. Rabbimizi ve Resulümüzü üzmeyelim inşallah.