DOLAR

38,6925$% -0.21

EURO

43,5491% 0.36

STERLİN

51,7030£% 0.41

GRAM ALTIN

3.974,49%0,35

ONS

3.194,44%0,55

BİST100

9.617,97%-0,86

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 13°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Zübeyde MERYEM

Zübeyde MERYEM

30 June 2016 Thursday

Yusuf ! Sabret ! Vuslatın Güneşi Doğmak Üzere

0

BEĞENDİM

Kader bu ya döner dolaşır tecellî eyler…
Hile kuran kadınlar itiraf eder suçlarını. “ Yusuf suçsuz ona hile yapan bendim” der azizin karısı… Yusuf “Ben nefsimi temize çıkarmam şüphesiz nefis hep kötülüğü emreder” hakikatiyle tevazu kanatlarını indirir. insandır hata etmesi kaçınılmazdır zira…
Yusuf yeni bir dönemeçtedir. Kuyudan saraya, saraydan zindana giden yolun sonu yine saraya çıkmıştır. Sabrın sonu selamettir her daim.
Şimdi yeniden Yusuf baş tacı sarayda. Bolluk bereket doldurur 7 yıl her yeri şimdi ise kıtlık vakti…. Mısır’a akın akın gelen kervanlar rızkının peşindedir. Ben-i Yakup bilmeden bu sırrı düşer Mısır yollarına. İçlerinde yılların yorgunluğu, Yusuf’un sancısı… Yakup ağladıkça bin pişmanlar hatalarına, günahlarına. Fakat kendilerine bile itiraf edemezler suçlarını.

10 kardeş Yusuf’un önünde dururlar. Yusuf’un kalbi yerinden çıkacakmış gibi gözlerinde bir merhamet parıltısı. Olsun onlar ağabeyleri… Yorgun ve suçlu halleri yüreğini yaralar… fakat Bünyamin yok heyhat… Nasıl da özlemiş onu. “Bir dahaki sefere onu da getirin yoksa onun hakkını vermeyiz” der Yusuf…
“Ama yaşlı Babamız … ! “ diye atılırlar söze kardeşleri lakin plan yapıcının bir planı vardır bilmezler. Yusuf doldurur heybelerini, paralarını da içine koyar haberleri olmadan. Yola çıkarlar, arkalarından bakakalır Yusuf… Ağlar subha dek. Özlem içinde bir kor olur. Kuyuya atmış olsalar da onu, ister ki doya doya sarılsın her birine.

Ve az ağlamamıştır Yakup geceler boyu. Yusuf’un kokusu aklına geldikçe, güzel yüzü gönlüne düştükçe burnunun direğini sızlatır hasret. Kalbi bir kuşun kafeste çırpınması gibi oraya buraya çırpınıp durur özlemin derin sularında. Hazan vurmuş bir yaprak gibi savrulur gider bedeni hasretten. Ağlamaktan perde inmiş fersiz gözleri bir Yusuf gömleği bekler.
Yakup oğullarının üstüne sinen Yusuf’un kokusunu tanır şimdi… bu koku yıllardır senesinde sakladığı koku…Ama oğullarının acısı kalbinin derununa işleyen istekleri var ondan. “Bünyamin’i bu defa bizimle göndermezsen onun hakkını vermeyecekler” der On kardeş. Hem bize buğday verdi hem sermayemizi içine koymuş böyle cömert bir sultan görülmemiş deyip zor bela ikna ederler babalarını. Yaşlı kalbi bir hüznü daha kaldıramayacak, bilir… Onun korkusu Bünyamin’den değil on oğlunun tekrar aynı hataya düşme endişesidir. Lakin onlar da pişmandır Yusuf gitti gideli… Ama elden ne gelir…

Ve tekrar Yusuf’la göz gözeler… Yusuf ne kadar da güzel bakıyor gözlerine ama anlamıyorlar ve işte Bünyamin orada. Yusuf Onu bir kenara çeker “Ben Yusuf’um deyince kıyametler kopar Bünyaminin yüreğinde. Bünyamin’in gözleri Nil nehrine gebe. Yusuf’un gözleri ise çoktan taşmıştır. Doya doya sarılırlar birbirlerine.
Ama kervan gitmelidir. Bir planla Yusuf, Bünyamini alıkoyar yanında. On kardeş bir dertle kıvranır şimdi. Yusuf kuyuya atılmış Bünyamin ise suç işlemiştir ve alıkonulmuştur ; bu kalbi ve bedeni yaşlanmış babaya nasıl anlatılır ki…

On kardeş Bünyamin’i kurtarmaktan ümidi kesince o zaman fısıldaşarak oradan uzaklaşırlar. Büyükleri der ki: “Babanızın sizden Allah adına ahit aldığını ve daha önce Yusuf konusunda ettiğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık burdan ayrılmam. Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün de babanıza deyin ki: Ey babamız! İnan ki, oğlun hırsızlık yaptı. Biz ancak bildiğimize şahitlik ediyoruz. Yoksa gaybın bekçileri değiliz. Hem orada bulunduğumuz şehir halkına, hem içinde bulunduğumuz kervana sor. Ve emin ol ki, biz kesinlikle doğru söylüyoruz.”
Haber ulaşır Yakub’a bir hicran oku saplanır bağrına…Nasıl iş bu Allahım diye feryat eder sinesi.
“Hayır, sizi nefisleriniz aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Belki Allah hepsini birden bana geri getirir. Çünkü O, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.” der küskün edayla. Yüreğini yakan yangına bir odun daha düşer hasret bir iken iki olur. On oğlundan yüz çevirir; “Ey Yusuf’un ateşi, yetti artık, yetti!” diye feryat eder artık takati kalmamıştır. Yusuf’u görmeyen gözleri neyi görse mutlu olacaktı ki artık. Ağlamaktan perde iner gözlerine…
Oğulları anlam veremez bu sürüp giden şefkate ve sevgiye. “Hâlâ Yusuf’u sayıklayıp duruyorsun. Allah’a yemin ederiz ki, sonunda eriyip gideceksin, tükenip helak olacaksın. Hayret doğrusu!” diye kınarlar kalbini onun.
Yakup “Ben hüznümü, kederimi ancak Allah’a şikayet ederim ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim.” der ve bütün acısını içinde biriktirir, kimselerle konuşmaz, kimse Onu anlamaz Rabbinden başka.

Yakup küskün ama ümidini hiç kaybetmemiş… Yakup mahzun lakin tevekkülü hiç bitmemiş. Çaresiz gün saymakta şimdi vuslata. Yusufunun kokusu tülleniyor ötelerden . Az kalmış kavuşmaya….

Devamını Oku

Hasret Yusuf’un Dilinde Bitmeyen Türkü

0

BEĞENDİM

İnce bir sızı , kağıt kesiği gibi…
Bir yol yok vuslata vasıl olmaya.
Kapalı yollar , dağlar menziller engel.
Rüyalar da olmasa nasıl görür Yusuf Yakubu.
Nasıl sarılır Yakub Yusufuna .
Yakub heybetten bir dağ. Asil ve vakur.
Ama dağlar da çöker . Hasret kimseyi sağlam bırakmaz dar-ı fanide.
Yakub her seher dinler dallarda Yusufcuk kuşlarının hasret nağmelerini.
Diker gözlerini uzaklara, uzaklardan haber getirecek bir yolcuyu bir kervanı bekler.
Tam 40 yıl bir habere hasret.
Haber yok Yusuf’tan…
Yakubun oğulları mesrurlar hallerinden artık babalarının muhabbetine engel olan gitmiş.
Bilmiyorlar ki muhabbet ziyadeleşmiş derinleşmiş Yakubun sinesinde. ,
Fakat Ben-i Yakub’un birbirlerine bile itiraf edemedikleri bir sancı var kalplerinin en derininde.
Sancının adı Yusuf.
Hep kanar durur, hep yakar kavurur …
Lakin sukut örter vicdanın karasını.

Gözlerinin önünden geçerken Yusufun hayali Yakubun dilleri lal.
“Vuslat ne zaman” der , inler yüreği. Bir sabr-i cemil türküsü dilinde.
Biliyor Yusuf bir gün çıkıp gelecek , sarılacak hasretten bitab düşmüş sinesine.
Bir merhem olacak Yusufun kokusu yılların kapanmadan kanayan yarasına.
Her seher bir meltem eser Yusufun kokusunu taşıyan .
Yakubun ağarmış sakllarını okşayıp geçer .
Gözyaşlarını gaybden bir el siler Yusuf’un eliymiş gibi.

Yakub muydu sadece hasretle yanan . Hasret Yusuf’un dilinde bitmeyen türkü.
Yankılanır buz gibi sarayın hissiz duvarlarında.
Issız, sessiz gecelerde Yusuf gözyaşıyla yıkar güzeller güzeli yüzünü.
Subha dek döker gözyaşını. Sadece Rabbi duyar yüreğinin feryadını.
Dertleşir rabbiyle saatler boyu.
Zindan çağırır Yusufu sonra bağrına.
Çile üstüne çile Yusuf’u büyütür Yakuba…
İnler Yusuf “Ahh abilerim şeytan nasıl da açtı aramızı ,
yollar dağlar menziller ekti hayat bahçemizin çileli yollarına. Nasıl da ayrı düşürdü bizi…
Değer miydi?”

Kimse bilmez Yusuf muydu daha çok hasretle yanan yoksa Yakub mu?
Kalana mı zordur ayrılık yoksa gidene mi? Kim daha çok yanardı bu yangında.
Kimin külleri savrulurdu arş-ı alaya. Kimin hasret türküleri daha çok can yakardı.
Yakup; Yusufunu kaybetmiş
Yusuf ise babasını, annesini, kardeşlerini, yurdunu, yuvasını.
Yusuf nasıl yandı kim bildi ki. Kimse Yusuf’u görmedi ki…

Ama Yusuf da biliyor bir gün saracak babası derin hüzünlerin yıprattığı kalbiyle kalbini.
Göz göze gelecekler .
Yakub, Yusufunun gözlerinde sabrı ,vuslatı ,aşkı ve yıllanmış hasretleri okuyacak.
Minicikken kaybettiği Yusufunu sakallarına ak düşmüş halde bulacak.
Yusuf Yakubun gözlerinde koca bir dağı hasretin nasıl çökettiğini, sımsıcak şefkati, merhameti görecek.
Uzun uzun bakışacaklar ; yılların özlemini eritecek bakışları.
Yusuf elleriyle okşayacak babasının yüzündeki çizgileri.
Her birinde Yusuf’un adı yazan çizgilerini…
Biraz daha dayanmalı yürekler ,
Hasretin en derininde vuslat türküsü söyleyecek bu defa Yusuf.
Yakubun fersiz gözlerine Yusufun kokusu sürme olacak .
Biraz daha sabır gerekecek…
Az bir müddet sonra kader hükmünü icra edecek…

Devamını Oku

Bir Damla Gözyaşına Bin Can Feda Yusufum !

0

BEĞENDİM

Zindan karanlık…
Zindan soğuk…
Yusuf’un narin ayakları buz tutar gecenin ayazında zindanın buz gibi zemininde…
Elleri donar seher vaktinde semaya açılırken…
Gözyaşaları ise alev gibi…
Dilinde virdi tükenmez cevher, duası can yangını…
Yastığı taş; yorganı, döşeği buz Yusuf’un..
Yusuf zindanın zifiri karanlığına doğmuş bir nur …
Günden güne daha da güzelleşir Yusuf acıyla…
Yusuf bir nur-u ayn.
Kalbinde ledün ilimleri büyür..
Rüya ilmini öğretir O’na Rahman.

Bir rüyayla başlamadı mı imtihan yolculuğun senin de Yusuf ?
Hani şeytanın kardeşlerinin kalbine vesvese tohumlarını attırdığı o gün bir rüya görmüştün.
Şems, Kamer ve on bir necm sana secde etmişti…
Onun intikamını alıyordu apaçık düşman.
Yine oyun kurmuştu ve şimdi zindanda idin…
Kader hükmünü icra ediyordu bir saniye bile aksamadan….
Tecrit değil hicretti bu sana .
Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine hicret etmiştin…
Zindan; nefisten, hevâdan, azgınlıktan, günahtan su-i ahlaktan, iftiradan hicretti.
Seni zindana koyan Kudret oradan Sultan olarak çıkarmaya da muktedir olmaz mıydı hiç?

Sen başkaydın Yusuf, bir cebr-i lutfi olarak girmiştin zindana. Orası sana bir medrese idi.
Suçlular, ipekten yumuşak sözlerinle teselli bulurlardı buhranlar anaforunda.
Rüyalarını yorumlardın onların ve hepsi aynısıyla çıkardı.
İki genç vardı zindanda; sana rüyalarını anlatınca birinin idam edileceğini birinin de Azizin şerbetçisi olacağını söylemiştin
“ Çıktıktan sonra beni Efendi’nin yanında an” demiştin fakat şeytan bunu ona unutturmuştu. Çünkü sen bir nebi idin; efendilerden azizlerden medet ummayı Rabbin sana yakıştırmamıştı.
Nefsin terbiyesi ve tezkiyesi adına biraz daha zindanda olmalıydın. Bu nedenle 7 yıl daha kaldın soğuk ve sessiz zindanda.
Canın yansa da sabrettin, bir an olsun isyan etmedin.
Seni orada tutanın “Rahman” olduğunu bildikten sonra ne gam…
Gözlerin hep buğulu… Bir kelama başlamadan evvel hep öteleri anlatırdın dinleyenlere.
Kalbin bir kuş gibi çırpınırdı göğüs kafesinde “Allah” deyince…
Bütün plan yapıcıların üstünde en gizli planı yapanın olduğuna, her şeyi hakkıyla bilene, her işinde hikmet olana iman ederdin.

Hani bir gün Aziz rüyasında yedi kurumuş başağın yedi yeşil başağı sardığını; yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini görmüştü.
Bilginler, müneccimler kime sorduysa “Bunlar edğas-u ehlam, karmakarışık şeyler, tabiri yoktur . “ demişlerdi.
Azizin rüyasını duyan şerbetçisi birden seni hatırlamıştı. Bu rüyayı “ zindandaki o genç, Yusuf tevil eder.” demişti.
Bir bir açılmıştı zindanın kilitleri.. Zincir sesleri doldurmuştu zindanın karanlığınIığını.
Sen vakur ve nuraniyet kesbetmiş çehrenle önce O’nu (cc) anlatıp sonra “Hazır olun bir felaket kapınızda” demiştin…

Zindan bir medrese-i Yusufiye idi.
Ama hocası değildin, talebesiydin zindanın.
Orası senin birilerini büyüttüğün yer değil, seni büyüten yerdi.
Zindan sana ana rahmiydi sanki…
Yeni bir dünyaya oradan doğacaktın…
Bizzat Rahmani terbiye eliyle büyüyordun sireten, çağın karanlıklarına bir nur olmak için…
Kim bilir zindanın buz gibi soğuğunda tir tir titrerken kaç kere yaşlı babacığını görmüştün alem-i misalde. Yakub kucağını açıyor bağrına basıyordu seni her defasında…
Anneciğinin hiç büyüyemediğin kucağının hayaliyle kaç gece uykuya dalıyordun.
Gece karası gözlerin kim bilir kaç gece ıslatmıştı secdegahını.
Diline sükutu yar bellediğinden beri kuşlar da pervaz etmiyordu semada.
Mısır suskun ve küskündü zamana. Her yerde kıtlığın ayak sesleri…
Yağmur; “Yusuf olmadan yağmam” diyordu…
Güneş hırçındı ziyasıyla…
Toprak kupkuru olmuş “Yusuf olmadan çatlatmam tohumları” diyordu…
Hüsn-ü Yusuf çiçekleri solmuştu bahçelerde…
Sineler ise huzursuzdu.

Yakub’un sinesi ise çatlayacak hasretten… Gözlerinin yaşı Nuh Tufanını kıskandırır.
Bembeyaz sakalından süzülür yüreğinin yangını.
Ve yandığını kimselere söylemez Yakub. Dilinde hep bir sabr-ı cemil türküsü.
Yusuf için dua dua yakarır her dem.
On bir evladına kırgın olsa da onlar için istiğfarda her seher yüreği.
Yakup O gördüğün rüyanın tabirini biliyor…
Seni bir kurt yemiş olamaz Yusuf…
Seni kardeşlerinin hased kurdu yemiş…
Biliyor Yakub…

En yakınlarınla imtihan ediliyordun sen Yusuf.
Sabri öğreniyordun yıllar yılı yüreği buz tutmuşlara inat .
Dilinde bir dua yükselirdi arş-ı alaya.
“Allah’ım, ey bütün sıkıntıları gideren, ey bütün duâlara icâbet eden, ey bütün kırıkları saran, ey bütün zorlukları kolaylaştıran, ey bütün gariplerin sahibi, ey her garibin sahibi, ey kendisinden başka ilah bulunmayan, Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Senden bir çıkış ve kurtuluş yolu niyaz ediyorum. Sevgini kalbime öyle yerleştir ki hiç bir tasam kalmasın, senden başkasını anmayayım. Beni korumanı ve bana acımanı niyaz ediyorum, ey merhametlilerin en merhametlisi!”

Duay-ı müstecab …

Şimdi çıkma vakti zindandan Yusuf.

Şimdi Sultan olma sırası Sende.

Devamını Oku

Saray’a Köle Diye mi Sattılar Seni Yusufum !

0

BEĞENDİM

**Çocukluktan gençliğe adım attığı vakitler.
Boynunda Azizin karısının kölesi yazardı.
Azizin karısına su getirirdi kristal bardaklarda Yusuf.
Çarşı Pazar işlerini görürdü onun, yükünü taşırdı.
Aziz severdi Yusuf’u …Edepliydi…iffetliydi …Güzeldi Yusuf…
Azizin karısı genç , alımlı ….Sevmiyor Azizi ama bir devletlinin eşi olarak sarayda hüküm sürmesi her şeye sahip olacağına inandırmış nefsini.
Bir emriyle köleler-hizmetçiler emrine amade olurdu.
Yusuf da amadeydi. Efendiye köleydi.
Aslında köleye Efendiydi…
Yusuf bir gizdi…Gizemdi..Bir büyü bir sihirdi…
Yusuf köle olamazdı.
Yüzünde bedrin nuru vardı.
Yüzüne bakmadan geçip gidince Azizin karısının, daha bir sırra bürünürdü Yusuf vakt-i sukutta.
*
Azizin karısı Yusuf’u mekre düşürür bir gün …
Kapılar sürgülenir ; kullara kapalı, Allah’a açık kapılar…
Çirkin bir teklif sunar altın kasede süsleyerek Yusuf’a.
Yusuf’un yanakları kıpkırmızı. Daha yirmisine varmamış Yusuf.
Güzeller güzeli …Başını kaldırıp bir “an” bakmaz kadına.
Simsiyah saçları terden sırılsıklam…
Gömleği arkadan paramparça Yusuf’un.
Kadının tırnakları birer hançer olmuş Yusuf’un sırtında.
İffet bir dağ omuzlarında…
Yusuf Efendisine ihanet etmemiş.
Yusuf kadından bir kez kaçarken , nefsinden binlerce kez firar etmiş.
Elleri kapının tokmağında Yusuf’un, bağrışmalar duyulmuş sarayın koridorlarında.
Saray zindan olmuş Yusuf’a .
Azizin kıvılcım saçan gözlerinde Yusuf’un silüeti. ..
Yusuf haya ve iffetin ta kendisi…
Kadının “bana saldırdı Yusuf” iftirası yankılanır karanlık odanın boşluğunda.
Yusuf suskun…
Gömlek dile gelmiş konuşur…
Arkadan yırtılmış gömlek…
Bir bilge “suçlu senin karındır , Yusuf kaçmış günahtan , sana ihanetten, şahit gömlektir.” der…
Olayın üstü kapatılmak istenir.
Mısır sokakları duyarsa bu haberi nice olur hali Azizin.
Karısının suçunu örtmek için haber salar duyanlara…
“Kimse konuşmayacak” der lakin saray bürokratlarının eşlerinin dilindedir Azizin karısının yaptığı.
Ama hiç görmemişler Yusuf’u…
Yusuf bir güneş sarayda … Ziyası var, kendi yok…
Kadın duyar konuşulanları…
“Siz hiç Yusuf’u görmediniz ki…nerden bilirsiniz halimi “ diye hayıflanır günlerce ve nefsini temize çıkarır yine…
*
Bir ziyafet sofrası… Aristokratların eşlerinin ellerinde birer bıçak … Gaye meyveleri soymak…
Azizin karısının el çırpmasıyla köle Yusuf girer içeri… Başı önde gözleri yerde kan ter içinde Yusuf… Doğranır eller… Yusuf bir sihir , Yusuf bir büyü …
Acıyı hissetmez sineler; büyüler Yusuf herkesi…
“Bu bir beşer olamaz bu kerim bir melektir “ diye atılırlar, sararlar Yusuf’un çevresini.
Yusuf kadınların ortasında kan-ter içinde yüreği…
Hançer saplanan sırtında kainatın ağırlığı… Kakülü yapışır alnına terden.

*
“Allah’ım! Zindan bu kadınların benden istediğinden hayırlıdır “diye sığınır Rahman’a …
İmtihan bir iken bin olmuştur.
Kadınlar bir yılan gibi sokuldukça sokulur. ..
Kardeşleri gelir aklına Yusuf’un…
“Kuyuya beni siz attınız o zaman . Şimdi kuyuyu ben kendim istiyorum.”
“Namahrem eller uzanacak Rabbimin evi yüreğime”
“Onları her gördüğümde ihanetleri gelecek aklıma. Beni bunlardan uzak eyle Rabbim “ diye titreyecek her zerresi Yusuf’un.
Kadınlar umduklarına nail değil…
Azizin karısı sarayda emirler yağdırır hırçın ve abus çehreyle. Yüzü karardıkça kararır.
“Atın Yusuf’u zindana”
Aziz dünden razı Yusuf’un zindana girmesine.
Makamı, saltanatı dile düşecek yoksa…
“Yususf iyi, Yusuf güzel, ama ben daha önemliyim” der kendini sever…
Artık Yusuf sarayda bir kalabalıktır.
Kaybolmalıdır gözden…
Unutulmalıdır cürümler…
Halk susmalıdır , konuşmamalıdır günahı…
Belki bir insaf ehli “durun o suçsuzdur yapmamıştır “diye isyan eder korkusuyla öldürmezler Yusuf’u ama atarlar zindana. ..
*
Yusuf zindanda…
Anne yok… Baba yok… kardeşler bivefa… felek cevrü cefa eder …devran güçlüden yana…
Şimdi gitme vaktidir Yusuf’a .
Özüne çekilmeye… tefekküre kurar saatleri … “ben nefsimi temize çıkarmam çünkü nefis hep ama hep kötülüğü emreder “ diye sayıklar her dem…
Yusuf’un ayak sesleri yok sarayda …
Şimdilik…
Zindan ise Yusuf’a anne kucağı..
Kuyu gibi …Rabbiyle başbaşa şimdi…**

****

Devamını Oku

Vaizin Sözünün Tesiri Hal Dilindedir

0

BEĞENDİM

“Vaiz” demek “Ya eyyühellezine amenu, lime tegulune mala tef’alun” “ Ey iman edenler; Niçin yapmadığınız şeyleri söylersiniz” (Saff-2) ayetinin tesirinin üzerinde tecelli ettiği kişidir. O yapmadığı bir şeyi nasihat edemeyeceği gibi yaptığı şeyleri de ulu orta anlatamaz. İrşad vazifesinde dur-durak bilmeyen gittiği her yerde sözü Allah’a bağlayan, bulduğu her insana Rabbinden ve Kur’an’dan söz açan , az çok demeden tüm topluluklarda vazifesini bihakkın yerine getiren Peygamber vazifesini sırtlanmış ve bunun ağır bir yük olduğunu bilen kişidir.

“Ameller niyetlere göredir” buyuran Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın bu hadisi hep kulaklarında çınlamalıdır bir vaizin. Bu nedenle ameline her zaman rıza-i ilahiyi  hedef olarak koymalı hatta insanlardan “Allah razı olsun” dualarını bile beklememelidir. “İn ecriye illa alellah” düsturunca vazifeyi yapıp neticeyi Allah’a bırakmalıdır.

Bir vaiz nasihat ederken, irşad yaparken aynı şeyleri nefsi için de söylemeli “ey nefsim önce sen dinle diyebilmeli” , biz dilini kullanmalı ve vaazını, anlatacağı konuyu hayatına yerleştirmiş olarak anlatmalıdır. Bir vaiz “Teheccüd”ün ve “Duha”nın öneminden bahsedebilmesi için düzenli bir şekilde teheccüd ve duha namazı kılmalıdır. Sadaka’nın öneminden konu açabilmesi için infak ehli olmalıdır. Tesettürün ne kadar mühim olduğunu vurgulayabilmek için tesettürüne azami derecede özen göstermelidir. Örnekler uzatılabilir hasıl-ı kelam kâl’den ziyade hâl ehli olmalıdır. Tebliğden evvel temsil bu nedenle önemlidir.

Vaaza vaktinden evvel, temel islam kaynaklarından hazırlanarak gitmeli, özellikle vaazında anlatacağı hadislerin kaynaklarını iyi araştırmalı ve her an vaaz yapacakmış hissiyle donanımlı olmalıdır. Her dinleyici kitlesinin ve ortamın belirli ruhsal yapısı vardır bunlar iyi tahlil edilmeli ve ona göre konu seçilmelidir. Vaazda fazla ayrıntıya girmeden insanlara faydalı olacak şeyler sunmalıdır. Bir vaazda birden fazla konu ele alınmamalıdır. Ayrıca vaiz gündemi iyi takip etmeli, ancak gündeme takılıp kalmamalıdır. Bunu insanların nabzını elinde tutma noktasında bir alternatif olarak kullanabilmelidir.  Ayrıca bir vaiz  dili iyi kullanmalı, konuya uygun düşen şiir menkıbe ve hatıralarla vaazını canlı tutmalıdır.

Vaiz cemaatin içinde her siyasi görüşten, her cemaatten, her tarikattan her gruptan ve seviyeden insan olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak cemaati veya dinleyiciyi rahatsız edecek, ayrıştıracak ve tartışma çıkaracak mevzulardan uzak durmalıdır.

Bir vaiz her şeyden önce ihlaslı olmalı, söylediğini vicdanına duyurmalı, riyadan uzak olarak ifa ettiği vazifeyi namus borcu bilmelidir.

“İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran-104) buyruğunu kendi  üzerine alınmalı ve o kurtuluşa eren sınıftan olmak için gecesini gündüzüne katmalı, iman kurtarma sevdasıyla uykuları kaçmalıdır.

Vaizlik önemli bir o kadar da zor bir vazifedir. Önceden insanlara yapılan bir vaazu nasihat belki bir hafta onların dimağlarını canlı tutmaya yeterken şimdi her yandan insanı içine çeken günahların varlığı sebebiyle hergün vaaz dinlese bile belki zamanın şartlarıyla vaazın tesiri kırılır. Bu açıdan da sözlerim tesirli olmuyor diyerek üzüntüye de gerek yoktur.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Divan-ı Harbi Örfi isimli eserinde vaizlerle alakalı olarak ve maalesef “Ben vaizleri dinledim; nasihatleri bana tesir etmedi.” Üzücü ve düşündürücü cümlesinden sonra  şöyle der ;

… Düşündüm. Kasâvet-i kalbimden başka üç sebep buldum:

Birincisi: Zaman-ı hâzırayı zaman-ı sâlifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeâyı parlak ve mübalâğalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için ispat-ı müddeâ ve müteharrî-i hakikati iknâ lâzım iken, ihmal ediyorlar.

Vaizler içinde yaşanılan zamanın  şartlarını eski zamanın şartlarına kıyas edip yalnızca iddia ettikleri şeyleri  parlak ve abartılı bir şekilde göstererek  insanları ikna etmeye ve iddia ettikleri hakikatlere inandırmaya çalışıyorlar. Ancak vaiz,  nasihatında tesirli olması için  iddia edilen hakikati ispat etmeli ve hakikati araştıran , nasihatı dinleyen ve arayış içinde olan kişileri  ikna etmelidir;  fakat şimdiki vaizlerin çoğu bunu ihmal ediyorlar.

Günümüze ait bir hadiseyi anlatırken geçmişle kıyas edilmemelidir. Zira her olay kendi zamanında ve yerinde değerlendirilmelidir. Nasihatler; zamanın ilmine ve  kanıtlanmış bilime ters düşmeyen,  gelişmişlik düzeyine göre,  akla yatkın, ikna edici şekilde sunulmalıdır. Misal olarak bir bebeğin ana rahmindeki gelişimi anlatılırken günümüzün tıbbından faydalanmalı, çocuk terbiyesi anlatılırken çağın gereksinimleri göz önünde tutulmalıdır. Artık insanlar ikna edici deliller aradığından eskinin verileri ile onları ikna etmek zor olduğundan bir vaiz günümüz şartlarını ve koşullarını iyi bilmeli ve takip etmelidir. Bu nedenle iddia ettiği şeylerin de bir mesnedi olmalı ve ıspat etmelidir.

İkincisi: Birşeyi terğib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, muvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar.

Bir şeye rağbet ettirme veya bir şeyden sakındırma maksadıyla ondan daha mühim şeyin değerini düşürerek şeriatın muvazenesini muhafaza edemiyorlar.

 Gıybetten sakındırmak için gıybet etmenin, adam öldürmek gibi veya zina etmek gibi olduğunu söyleyerek büyük günahlardan olan katli ve zinayı  olduğundan az gösteriyorlar veya sadakaya özendirmek için  bir dirhem  tasadduk etmek hacca gitmek gibidir diyerek de  feraiz’den olan haccın kıymetini düşürebiliyorlar. Böylece ölçüsüz vaizler birçok dini hakikatin örtülmesine sebep oluyorlar diyerek konuyu genişletir.

Üçüncüsü: Belâğatın muktezası olan, hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasip söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.

Bu asrın yaşam tarzına, gelişmişliğine , icatlarına, delillerine  uygun olmayan nasihatler ve vaazlar belagate uygun düşmez. Böylece bu tarz nasihatler de tesirsiz olur. Eski zaman ile şimdiki zamanın arasında çok fark oluşmuştur. Önceden insanları kıssalarla ve hislerine dokunarak , duygularına hitap ederek etkilemek evla idi, ilim ve iknadan çok, hissiyat ve duygular ön planda idi. Böyle olunca da onları etkilemek için hikaye ve kıssalar yeterli olabiliyordu. Lakin bu asırda ikna ve ilim, bilimsel veriler ve akla yatkınlık öne çıkmıştır. Dolayısı ile eski hikaye ve kıssalar bu asrın insanına tesir etmez. Öyle ise vaizler ve nasihler eski hikaye ve kıssalar ile ve bazen de bazı konularda eksik kalan ve bilim ile farklılığı kanıtlanmış eski fıkhi açıklamalar ile bu asrın insanını ıslah edemezler. Bunlar kullanılabilir ama yeterli değildir.

Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ ispat ve iknâ etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ muvazene-i şeriatı bozmasın. Hem beliğ-i muknî olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin. Ve mizan-ı şeriatle tartsın. Ve böyle olmaları da şarttır.

Demekki nasih ve vaiz; vaaz ve irşad vazifesini omuzlamış insan sözlerinin dinleyenin kalbinde tesir oluşturmasını istiyorsa bütün bu vasıflara sahip olmalı ve  karşısındakini ikna edebilmek için  ilmi hakikatleri, bilimsel verileri araştırmalı, araştırmacı bir ruha sahip olmalı,dikkatli bir gözlemci olup çağın gereksinimine cevap verebilmeli, insanların anlayış kabiliyetine ve seviyesine göre hitap edebilmeli, şeriatın kaidelerine uygun, hikmetli ifadeler kullanmalı, bunları inceleyip tetkik etmeli şeriat noktasında ifrat ve tefrite düşmemelidir. Ayrıca belagat kaidelerine riayet ederek, bu zamanın maddi ve manevi sıkıntılarına yönelik ve ehl-i hal’in kullandığı dil ve üslup ve ifadelerine uygun konuşup nasihat etmeli ki insanları ikna edebilsin.

Gayret bizden Tevfik yüce Yaradanımızdandır.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.