DOLAR

38,8949$% 0.36

EURO

43,4533% -0.25

STERLİN

51,6683£% -0.22

GRAM ALTIN

3.999,77%-0,80

ONS

3.202,00%-1,14

BİST100

9.668,36%1,33

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul HAFİF YAĞMUR 12°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
---Yıldız Hayatlar--- Dr. Alperen AYYILDIZ

---Yıldız Hayatlar--- Dr. Alperen AYYILDIZ

13 April 2015 Monday

Bir Kese Altın ve Ebû Zerr (ra)

0

BEĞENDİM

“Yığılan bu altın ve gümüş cehennem ateşinde kızdırılarak, bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara: İşte! denilecek, sizin nefisleriniz için yığıp hazineye akıttıklarınız! Haydi tadın bakalım o tıktığınız şeyleri!” Tevbe, 9/35.

Bu ayet-i kerime ile dönemin Şam valisi Muaviye ve yanlılarını uyaran Ebû Zerr (ra), hayatı boyunca haksızlıklara karşı durmuş, zulme rıza göstermemiş bir fıtrata sahipti. Asıl adı Cündeb b. Cünâde olan ve Gıfâr kabilesine mensubiyeti dolayısıyla Ebû Zerr (ra) el-Gıfârî diye tanınan bu sahabî, İslam’ın tereddütsüz ilk bağlılarından birisi olmuştur (İbn Sa’d, IV, 219). Müslüman olduğunu hiçbir zaman gizlememişti. Bu yüzden Mekke müşrikleri tarafından defalarca linç edilmişti. Hatta bir defasında Hz. Abbas tarafından kurtarıldı. Sonunda Hz. Peygamber (sas) onu çağırarak, yaptığının pek uygun olmadığını, tedbirli olmasını söyledi ve onu kendi kabilesine gönderdi. Ebû Zerr (ra) elbette orada boş durmadı ve birçok insanın Müslüman olmasına vesile oldu.

Ebû Zerr (ra) Hendek savaşından sonra Medine’ye gelmiş, Suffe ashabı arasında yerini almıştı. Tebük seferine kendi imkânları ile katılmış ve bulduğu suyu önce mü’min kardeşlerine ikram etti. Onun bu diğerkâmlığı Efendimizin dikkatini çekmiş ve ona dua ederek hakkında şöyle buyurdu: “O, yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız haşrolur” (İbn Hişam, IV, 167). İlk üç halife döneminde sakin bir hayat yaşadı. Çünkü daha öncesinde Efendimizden resmi görev (valilik) talep etmiş fakat fıtratının buna müsait olmadığı düşüncesi ile bu istek geri çevrilmişti.

Hz. Osman (ra) döneminde ise birçok sefere katıldı. Şam valisi Muaviye ile Anadolu ve Kıbrıs fetihlerine katıldı. Mısır, Suriye ve İran fetihleri sonucu ganimetlerle zenginleşen İslam toplumuna eleştiriler yönelten Ebû Zerr (ra), özellikle yöneticilerin lüks ve ihtişam peşinde olmalarına sert eleştiriler yöneltti. Yukarıdaki ayette yerilen durum yaşanmaya başladı. İnsanlar artık altın ve gümüşü (parayı) infak etmeyip biriktirmeye başladılar. Bu ayeti insanlara hatırlatan Ebû Zerr (ra) halife Hz. Osman’ı göreve çağırarak, elinde fazla para bulunan kimselerin mallarının Allah yolunda harcanmasını istedi. Fakat halife insanları buna zorlayamayacağını belirterek bu konuda ısrar etmemesini istedi. Fakat Ebû Zerr (ra) uyarılarını devam ettirince insanlar tarafından zarar görmesin düşüncesi ile Medine’ye yakın bir yer olan Rebeze’ye gönderildi. Hicretin 32. yılında (653) burada vefat etti.

Cesareti, zühdü, takvası, açık sözlülüğü ve doğruluğu ile temayüz etmiş olan Ebû err (ra), Hz. Peygamber tarafından şu sözlerle övülmüştür. “Gökkubbe altında Ebû Zerr (ra)’den daha doğru sözlü kimse yoktur” (Ahmed b. Hanbel, II, 163). “Ebû Zerr (ra) yeryüzünde İsa b. Meryem’in zühdüyle yürür” (Tirmizî, Menâkıb, 36).
Bugün Ebû Zerr (ra) denilince hemen aklımıza “her türlü haksızlığa karşı dik duran bir sahabi” profili gelmektedir. Devrin Şam valisi Muaviye’nin yapmış olduğu “yeşil saray” için Ebû Zerr (ra), Muaviye’ye “Eğer bu sarayı devletin parası ile yaptıysan halkın hakkına ihanettir, yok eğer kendi paranla yaptıysan büyük bir israftır ve haramdır” şeklinde güçlü bir itirazda bulunmuştu. Bu yüzden hep muhalif bir isim olarak anılmıştır.

Aynı zamanda usta bir siyasetçi olan Muaviye kendisini para için eleştiren Ebû Zerr (ra)’in samimiyetini denemek ister. Bu amaçla kendisine hediye olarak bir kese altın gönderir. Bu altını nasıl kullanacağı test edilmek istenir. Ertesi sabah altının kendisine yanlışlıkla gönderildiği, dolayısıyla iadesi istenir. Fakat Ebû Zerr (ra) altınları evinde tutmamış hemen onları fakirlere dağıtmıştır. Böylece özü-sözü bir olduğunu göstermiş, eleştirdiği para ve malın tuzağına düşmemiştir.

Müjdeler olsun! günümüzün Ebû Zerr (ra) ruhlu yiğitlerine…

Devamını Oku

Dâmâd-ı Nebî: Hz. Ali (r.a.)

0

BEĞENDİM

**Muhammed ****dîni**dir bizim **dîn**imiz
Tarîkat altından geçer yolumuz
Hem Cibrîl-i Emîn’dir rehberimiz
Biz mü’miniz mürşîdimiz Ali’dir.
**Pir Sultan Abdal**

Gücünü ilim ve itaatten alan, **iman**ıyla çocukluğundan itibaren **Hz. Peygamber**’in (s.a.s.) yanında yetişen, onun yardımcısı ve dostu olan **Hz. Ali** (r.a.), M. 602 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Babası **Ebû Tâlib**, **Peygamber**imiz’in amcasıdır. Annesi **Fâtıma bt. Esed** ise; adeta Efendimize annesi **Hz. Amine**’nin yokluğunu hissettirmeyen ve “annemden sonra annem” buyurduğu bir kadındı. Onun vefatında, Efendimiz öz annesi ölmüş gibi üzülmüş ve cenazesiyle bizzat kendisi ilgileniştir. Efendimiz (sas), Hz. Ali’yi yanına almış ve küçük yaşlardan itibaren yanıbaşında yetiştirmiştir (İbn Sa’d, III, 19-20). **İslam**’a davetin gizlilik döneminin başında 9-10 yaşlarında iken çocuklardan **Müslüman **olan ilk kişi olmuştur.

Efendimizin (s.a.s.) “**Cennet **gençlerinin efendileri” diyerek sevdiği Hasan ile Hüseyin’in babası, Fatıma annemizin eşi olan ve Dâmâd-ı Nebî Hz. Ali (ra), **Mekke **yıllarında daima Hz. **Peygamber**’in (sas) yanında bulunmuş, baskı ve zulümlere göğüs germiş, **Hicret **esnasında** Efendimiz**’in yatağına yatarak adeta ona canlı kalkan olmuştur. Kendisine emanet edilenleri sahiplerine verdikten sonra **Mekke**’den ayrılarak son muhacirler arasına dahil olmuştur.

Hz. Ali (ra), **Medine **dönemindeki bütün faaliyetlerde Efendimiz’in her daim yanında bulunmuştur. Kendisi ile anılan kahramanlık örneklerinden birini Bedir savaşında göstererek, azılı müşrik olan Velid b. Utbe’yi öldürmüştür. Yine Uhud’da Efendimizi yakından koruma altına alarak ona zarar gelmesine engel olmuştur. Hendek savaşında ise müşriklerin hendeği geçmelerine müsaade etmemiştir. Hayber’in fethi adeta Şîr-i Hüdâ (**Allah**’ın Arslanı) diye anılan Hz. Ali (ra) ile anlatılır hale gelmiştir. Huneyn’den sonra Efendimizin emri ile Ehl-i Beyt’in ve **Müslüman**ların korumasını üstlendiğinden dolayı Tebük Seferine katılamamıştır (Müslim, Fedâil 31-32). İ’la-yı Kelimetullah için bir kez daha hicret etmiş, Yemen’e giderek hizmet etmiştir.

**Hz. Peygamber**’in (s.a.s.) vefatı nedeniyle teçhiz ve tekfini ile ilgilendiğinden dolayı Hz. Ali (ra), Ensar ile Muhacir arasındaki Benî Saide gölgelindeki halife seçimi toplantısına iştirak edememiştir. Kendisinde habersiz gerçekleşen bu toplantıdan dolayı kırgın da olsa daha sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir’e (ra) biat etmiştir. Hz. Ebû Bekir’in (ra) vefatı sonrası, Hz. Ömer’in (ra) halifeliğini de onaylamıştır. Hz. Osman (ra) zamanına gelince, kendisi de halife adaylarından biri olduğu halde, Hz. Osman’ı bazı uygulamaları nedeniyle tenkit etmesine rağmen karşı bir harekette bulunmayıp, problemlere arabuluculuk yapmıştır. (Belâzûrî, Ensâb, V, 67)

İslam tarihinin kaos ve kargaşa dönemlerinden biri olan Hz. Osman’ın (ra) şehadeti ile başlayan süreçte Hz. Ali (ra), halifelik görevine başlayınca, kendisine biat etmeyen grupların muhalefeti ile karşılaştı. Bunun sebepleri arasında, başta Hz. Osman’ın katillerinin bulunamaması, Hz. Aişe (r.anha) ile olan mücadele (Cemel) ve Muaviye ile yapılan Sıffin savaşı olmak üzere, Hariciler gibi büyük bir problemle yüz yüze kalması zikredilebilir. Bütün bu iç sıkıntılardan sonra, hicretin 40. yılında (m. 661) İbn Mülcem adlı hâricînin süikastı sonucu şehit olmuştur (İbn Sa’d, III, 33-40).

Her daim **Hz. Peygamber**’in (sas) yanı başında bulunan Hz. Ali (ra), bizzat Efendimiz’den **Kur’an-ı Kerim** öğrenerek, **Peygamberî **terbiye ve eğitiminin en somut örneğini bizlere sunmuştur. Tefsir ve fıkıh konusunda ilim sahibi olmuş, vahiy kâtipliği yapmış ve 586 Hadis rivayet etmiştir.** Hz. Ali** (ra) sadece **dini **ilimlerde değil, aynı zamanda **Bektâşîlik**’ten** Kâdirîliğ**’e,** Yesevîlik**’ten** Rufâîliğ**’e,** Kübrevîlik**’ten** Halvetîliğ**’e ve** Mevlevîliğ**’e kadar Türk kültüründe etkili olan pek çok tasavvufî ekolde önemli bir yere sahiptir. O, **Hacı Bektâş-ı Velî**’den **Mevlâna Celâleddin Rûmî**’ye, **Pir Sultan Abdal**’dan Fuzûlî’ye kadar pek çok gönül ve kalem sultânının manevî üstâdıdır.

**Seyyid Hüseyin Gaybî** , Hz. Ali’nin (ra) ilme verdiği önemi anlatmak için bir menkîbe nakletmektedir: Hz. Ali’nin ilimdeki üstünlüğünü işiten Rûm Kayser’i kendisini ziyaret etmek üzere yedi kişi gönderir. Onlardan Hz. Ali’ye “ilim mi üstündür, mal-mülk mü?” şeklinde bir soru yöneltmelerini, eğer yedi kişiye de ayrı ayrı cevaplar vermesi durumunda, gerçek ilim sahibi olduğunu belirtir. Hz. Ali kendisini ziyaret eden yedi kişinin her birine ayrı ayrı aşağıdaki cevapları verir:

1. İlim **peygamber**lerden, mal ise Firavun’dan miras kalmıştır.
2. İlim harcandıkça çoğalır, mal ise harcandıkça azalır.
3. Malı saklamak gerekir, ilim ise sahibini (kötülüklerden) saklar.
4. Kişi öldüğünde malını geriye bırakır. İlim ise kendisiyle beraber gider.
5. Malı mü’minler de kazanır, kâfirler de. İlmi ise sadece mü’minler kazanır.
6. **Dinî **konularda bütün insanların ilme ihtiyacı bulunmaktadır.
7. İlim kişinin sırat köprüsünden geçmesine yardım eder. Mal ise sırat köprüsünde insana ağırlık yapar.

Hz. Ali’den (ra) bize miras kalan ilim, takva, ihlas , samimiyet, cömertlik, şefkat, merhamet, vefâ ve dostluk gibi duygu ve davranışlar onun velâyetine işarettir. Onun kılıcı Zülfikâr ise, aşk u şevk, heyecan, cesaret, yiğitlik, kahramanlık gibi duyguların tercümanı gibidir. Yaşadığımız toplumda, Alevî ve Sünnî kesimlerin ortak değeri olan Hz. Ali (ra) ve Ehl-i Beyt, ilmin, şecaatin ve güzel ahlâkın güzel bir örneği olarak, ayrılık ve düşmanlığın nedeni değil, birlik ve beraberliğin mayası olmaya devam edecektir (Osman Eğri, Yiğitlerin Pîri Hz. Ali ve Karakter Eğitimindeki Yeri).
 

Devamını Oku

Edep ve Hâyâ İnsanı: Hz. Osman (ra.)

0

BEĞENDİM

“Ey Âdemoğulları! Sizlere ayıp yerlerinizi gizleyip örtecek elbise ve süslenecek şeyler (elbise) ve takva elbisesini indirdik. Bu daha hayırlıdır. İşte bu **Allah**’ın **âyet**lerindendir. Böylece onlar tezekkür ederler.” (Araf, 7/26)

Değerli okuyucularımız; Sıddık-i Ekber **Hz. Ebu Bekir** (ra.), adalet timsali **Hz. Ömer**’den (ra) sonra bu defa edep ve hâyâ insanı üçüncü Halife **Hz. Osman’**ı (ra.) anlatacağım.

“Edeb bir tâc imiş Nûr-u Hüdâ’dan,

Giy ol tâcı, emin ol her belâdan.”

Edep ve hâyâ timsali Hz. Osman (ra.) hicretten 47 yıl önce Mekke’de dünyaya gelmiştir. Babası Affan Kureyşin zengin, önemli ve nüfuz sahibi kollarından Ümeyye Oğullarına mensuptu. (İbn Abdilberr, el-İstiâb, III, 1037-1038) Hz. Ebu Bekir’in (ra) vesilesi ile Müslüman olan Hz. Osman (ra.), Hz. Peygamber’in (sas) kızı Rukiyye ile evlendi. Rukiyye validemizden Abdullah adında bir oğlu oldu fakat bu çocuk 6 yaşında vefat etmiştir. Daha sonra hicretin 2. yılında Rukiyye’nin vefatı üzerine Efendimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlenerek **Efendimiz**e ikinci kez damat olmuş ve “zinnûreyn” yani “iki nur sahibi” adıyla anılmıştır. Hicretin 9. senesinde ise Ümmü Gülsüm validemiz de vefat etmiştir.

Mekke müşriklerinin baskı ve zulümlerini yoğunlaştırdıkları dönemde Hz. Osman (ra) eşiyle birlikte Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet orada kaldıktan sonra Mekke’ye dönmüş bu sefer de Medine’ye ilk hicret edenlerden olmuştu (İbn Sa’d, Tabakât, II, 55-56). Hz. Osman (ra) Medine’de daima Hz. Peygamber’in (sav.) yakın çevresinde yer almıştı. Eşi Rukiyye’nin rahatsızlığı nedeniyle Peygamberimizin izniyle Bedir Savaşı’na katılamamış, fakat  daha sonra **Uhud, Hayber, Mekke’nin Fethi, Hevâzin ve Tebuk seferi**ne katılmıştı. Hudeybiye’de **Müslüman**ların temsilcisi olarak Mekke’ye gitti (İbn Hişam, III, 329-330).

Hz. Ebu Bekir (ra.) ve Hz. Ömer’in (ra) halifelikleri döneminde onlara danışmanlık yapan Hz. Osman (ra.), Hz. Ömer’in (ra.) şehit edilmesinden sonra halife olarak seçilmiştir. Hilafeti döneminde askerî faaliyetler tamamlanmış, ülkenin sınırları doğuda Horasan, batıda Kuzey Afrika’ya dayanmış, Kıbrıs Adası onun zamanında fethedilmiştir. Böyle başarılı bir dönemden sonra, halifeliğinin ikinci döneminde büyük iç karışıklıklar yaşanmıştır. Bunun sebepleri arasında; idarecilerin şahsi kusurları,  akrabalarını göreve getirme konusunda onlara iltiması, İbn Sebe’ gibi münafık kimselerin faaliyetleri ve siyasi, dinî, sosyal etkenler zikredilir. Hz. Peygamber’in (sas) ahlakî terbiyesi altında yetişmiş sahabenin sayısının azalması ve iktidar hırsı bu olayların olmasında etkili olmuştur.    

Yönetime karşı olan huzursuzluk neticesinde çıkan olaylar ülke genelinde büyük başkaldırılara dönüştü. Kûfe, Basra ve Mısır’dan gelen isyancılar **Medine**’ye gelip Halife Hz. Osman’ın (ra) evini kuşattılar. Yaklaşık bir ay devam eden kuşatmanın ardından H. 35 (m. 656) yılında toplu bir saldırı sonucu Hz. Osman (ra.) şehit edilmiştir (İbn Sa’d, III, 73-77). Edep ve hayâ insanı olan Hz. Osman (ra.) aynı zamanda yumuşak huylu, halim-selim, merhametli ve iyi niyetli bir kişiliğe sahipti. Bugün kendisinden bahsederken “hayâ sahibi” olması daima ön plandadır. Hz. Peygamber (sav.) meleklerin dahi Hz. Osman’dan (ra.) hayâ ettiğini belirtmiştir (Müslim, Fedâil, 26-27). Hz. Aişe (r.anha) annemiz anlatıyor: “Efendimiz (sav.) bir defasında dizi açık bir şekilde oturuyordu. Hz. Ebu Bekir (ra.) içeri girmek için izin istedi. Allah Resûlü ona girmesi için izin verdi. Efendimiz (sav.) halini değiştirmedi. Sonra Hz. Ömer (ra.) izin istedi. Hz. Peygamber (sav.) ona da izin verdi. Yine halini değiştirmedi. Fakat daha sonra Hz. Osman (ra) izin istedi. Bu defa Efendimiz (sav.) dizinin üzerine elbisesini sarkıttı. Onlar kalktıklarında ben dedim ki: “Ya Resûlallah! Ebu Bekir ve Ömer senden izin istedi, sen aynı haldeyken o ikisine izin verdin. Osman izin istediğinde ise, elbiseni üzerine sarkıttın (dizini gizledin, örttün).” Efendimiz (sas) şöyle buyurdu: “Ya Aişe, Allah’a yemin ederim ki; meleklerin dahi kendisinden utandığı bir adamdan utanmayayım mı?” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I,124)

Haya ve edebinin dışında, cömertliği de daima takdir edilmiştir. Müslümanların ihtiyaçları için en büyük maddi desteği verenler arasında onun da adı vardır.** İslam **ordusu **Tebük Seferi**’ne hazırlandığı sırada, öncesinde Şam’a göndermek için hazırlattığı 300 deveyi üzerlerindeki mallarıyla beraber Hz. Peygamber’e (sav.) teslim etmişti. Ayrıca, bunlara elli at ve bin altın nakit daha ilâve ederek fedakârlığın zirve noktalarının mümtaz örneklerinden olmuştu. Başka bir örnek davranışta ise Hz. Osman (ra.), hicret sonrası Medineli bir Yahudi’nin işlettiği “Rume” kuyusuna ortak olmuş, ardından bu kuyunun suyu bütün Müslümanların hizmetine tahsis edilmiştir (İbn Abdilberr, III, 1039-1040).

146** hadis** rivayet etmiş ve cennetle müjdelenen sahabîler arasında olan Hz. Osman (ra.), Peygamberimizin vahiy kâtipleri arasında yer almıştır. Hz. Ebu Bekir (ra) tarafından bir araya getirilen Kur’an’ı kendi döneminde çoğaltarak önemli İslam beldelerine göndermiştir. Ayrıca, ilk siyer ve İslam tarihi müellifi Ebân b. Osman onun soyundan gelmektedir.

Devamını Oku

Adâlet deyince…

0

BEĞENDİM

**Hz. ÖMER (r.a)**

Arapça’da عدل a-d-l fiili adaletli olup, âdil davranmayı ifade eder. Fakat Hz. Ömer’in adâleti, hak ve hakikate riayeti anlatılırken yani “Ömer âdildir” cümlesi yetersiz bulunarak, âdil olma vurgusu daha belirgin olan “Ömer adâletin tâ kendisidir” şeklinde ifade edilir. Peki, kimdir bu “devâsâ âdil olan” Hz. Ömer (r.a) Efendimiz?

Cennetle müjdelenen ikinci Halife Hz. Ömer (r.a), Efendimiz’den (s.a.v) 13 yıl sonra m. 584 yılında Mekke’de dünyaya geldi. (İbn Sa’d, III, 265-266) 27 yaşında müslüman olan Hz.Ömer’in (r.a) İslam’a girişinin hikâyesi oldukça ilginçtir: Hz. Peygamber’i (s.a.v) öldürmek için yola çıkan fakat sonra kızkardeşi Fâtıma ve yine cennetle müjdelenen eniştesi Said b. Zeyd’in müslüman olduklarını duyarak onların evine giden Hz. Ömer, evde Kur’an-ı Kerim okunduğunu duyunca adeta kendinden geçerek kardeşi ve eniştesini hırpalamış fakat bundan pişman olup kalbi yumuşayınca, okuduklarını tekrar etmelerini istemiştir. Okunan Tâhâ Sûresi’ndeki âyetlerden etkilenen Hz. Ömer, hemen koşarak Hz. Peygamber’in (s.a.v) huzuruna çıkmış,  müslüman olması için “Allah’ım dini Ömer’le aziz kıl” (Tirmizî, Menâkıb, 18) şeklinde dua edilen “iki Ömer’den biri” olarak  İslam’a girmiştir. (İbn İshâk, Sîre, s. 160-165)

Sert bir mizaca sahip olan Hz. Ömer’in (r.a) İslam’a girişi ile kuvvetlenen müslümanlar kendilerine olan özgüvenleri neticesinde Kâbe’de açıktan ibadete başladılar. Abdullah b. Mes’ûd onun hakkında “Ömer’in müslüman olması bir fetih, onun hicreti bir yardım, idareciliği ise bir rahmettir.” (İbn İshâk, s. 160-165) demiştir. Açıktan, korkusuzca ve müşriklere meydan okuyarak Medine’ye hicret etmiş, Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazvelerine ve çok sayıda seriyyeye katılmıştır. Efendimiz’in (s.a.v) vefâtından itibaren, Halife seçilen Hz. Ebû Bekir’e her konuda yardımcı olmuş, müslümanların idarî, askerî ve hukukî problemleri ile yakından ilgilenmiştir. Hz. Ebû Bekir’in (r.a) vefâtı ile Halife seçilen Hz. Ömer (r.a), bir çok bölgede fetihler gerçekleştirdi. Irak bölgesinde Sâsânî/Pers İmparatorluğu, Suriye ve Mısır’da Bizans İmparatorluğu yenilgiye uğratılmış, Azerbaycan, Ermenistan ve Kudüs İslam topraklarına katılmıştır.

Hz. Ömer’in (r.a) sert mizacı, adaletsizliği değil, onun insanlar arasında makam, mevki, soy ve rütbe farkı gözetmeksizin âdil yargılama prensibi sonucu adaletten asla taviz vermemesini doğurmuştur. Araplarda asabiyet yani kendi aşiretini kollayıp gözetme ön planda olmasına rağmen Hz. Ömer (r.a) adam kayırmamış,  kendi akraba ve yakınlarını idarî bir göreve getirmek suretiyle asla kadrolaşmaya gitmemiştir. Belki de bu yüzden yakın akraba ve dostlarından olmayan valiler üzerinde tavizsiz ve ciddiyetle yönetimde adaleti sağlamış fakat halka karşı son derece müşfik davranmıştır. **Merhum Akif’in “Kocakarı ile Ömer” şiirindeki,**

“Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de adl-i ilâhi sorar Ömer’den onu!

Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes’ul!

Yetîmi, girye-i hüsran alır. Ömer mes’ul!” (Safahat, Huzur yay., İst. 1989, s. 148)

Şeklindeki mısralar, onun merhamet ve mesûliyetinin bilinen en güzel örneklerindendir. Günlerden bir gün yardımcısı Eslem’le birlikte Medine’nin kenar bölgelerindeki Harra civarında ışık yanan ve bir kadının iki küçük çocuğu ile bir tencerenin etrafında beklediklerini gördü. Yanlarına yaklaştılar. Tencere kaynıyor, etrafındaki çocuklar ise ağlıyordu. Çocukların açlıktan ağladıklarını ve onları bununla avuttuğunu söyleyen kadıncağız, “Allah bunu Ömer’den elbette soracaktır.” diye ekledi.

Hz. Ömer (r.a) ise kadına “Ömer senin bu durumunu nereden bilsin?” diye çıkışınca kadın, “Madem bilemeyecekti ve unutacaktı, neden halife oldu?” karşılığını verdi. Hz. Ömer (r.a) ve Eslem hemen gidip hazineden aldıkları, bizzat Hz. Ömer’in (r.a) sırtında taşıdığı bir çuval dolusu erzakla geri döndüler. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Hz. Ömer (r.a) oradan ayrılırken kadın; “Siz bu işe Ömer’den daha layıksınız.” deyince Hz. Ömer (r.a), “Ömer’e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun” dedi. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gàbe, IV, 67)

İslam tarihinde “Muvafakât-ı Ömer” diye bilinen birtakım olaylar üzerine inen âyetler söz konusudur. Bedir esirlerinin durumu, içkinin yasaklanması ve Hz. Aişe (r.ah) annemize atılan iftiraya karşı gösterdiği yürekli duruş üzerine inen âyetler bunun en güzel örneklerindendir. Hz. Ömer’in (r.a) hakkı ayakta tutmak için gösterdiği çaba ve bazı olaylara karşı yaklaşımı, firâseti ve isabeti Efendimiz (s.a.v) tarafından övülmüştür:

“Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 23).

“Allah doğruyu Ömer’in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır.” (Üsdü’l-Ğâbe, IV, 151)

“Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makâm-ı İbrâhim’de, Hicab’da ve Bedir esirlerinde” (Buhârî, Tefsir, 1:9).

Devlet olma gereklerinin hukukî ve siyasî altyapısını daha da geliştiren Hz. Ömer, kamu malına bakışında, devletin mumunu söndürüp, kendi işinde kendi mumunu yakarak çalışması, hafızalarımızda yer etmiştir. Hz. Ömer (r.a) h. 23 yılında Ebû Lü’lü adlı bir köle tarafından namaz sırasında şehit edilmiştir.

Devamını Oku

İlk Mü’min Kadın: Hz. HATİCE (r.ah)

0

BEĞENDİM

“Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır, onun eşleri de mü’minlerin anneleridir…” (Ahzab, 33/6)

Ayet-i Kerime’de ifade edildiği gibi mü’minlerin ilk annesi olan Hz. Hatice (r.ah),  m. 556 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Aynı zamanda ilk Müslüman kadın olan Hz. Hatice (r.ah), iffeti ve temizliğinden dolayı “Tâhire” lakabı ile, Efendimiz’le (s.a.v) evliliği sonrasında ise “Kübrâ” ismiyle anılmıştır. (İbn Abdilberr, el-İstiâb, IV,1817)  

Hz. Peygamber’den önce iki kez evlilik yapmış olan Hz. Hatice (r.ah) annemiz, aynı zamanda Mekke’de ticaret yapan bir işkadını idi. Zaten Efendimiz’le evliliğine de bu ticari ilişkiler vesile olmuştur. Ebû Tâlib, Şam’a göndereceği kervana yeğeni olan Efendimiz’i de dâhil etmesini Hz. Hatice’den (r.ah) istedi. Böylece daha öncesinden araştırma yapan, doğruluğu ve güzel ahlakı konusunda emin olan Hz. Hatice (r.ah), Efendimiz’e ticari ortaklık teklif etti. Yapılan ticaretten kazanç ve güven açısından memnun kalan Hz. Hatice (r.ah), bizzat kendisi ya da Nefîse bt. Münye isimli kadın vesilesiyle Efendimiz’e evlilik teklifinde bulunmuş ve sonrasında bu evlilik gerçekleşmişti. O zamana kadar amcası Ebû Tâlib’in yanında kalan Efendimiz artık Hz. Hatice’nin (r.ah) evine taşınacaktı. (İbn İshâk, Sîre, s.59-60)

Son Peygamber’le evlenen ilk kadın olan Hz. Hatice (r.ah) annemiz, bu evlilik sonucu altı çocuk dünyaya getirmiş, erkek çocukları Kâsım ve Abdullah’ın yanında kız çocukları Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma’dır. İlk çocukları olan ve iki yaşında vefat eden erkek oğlu Kâsım’dan dolayı Efendimiz, “Ebû’l-Kâsım” künyesiyle anılmıştır. 

Hz. Peygamber (s.a.v) 40 yaşına gelip, m. 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesi Hira’da vahiy meleği Cebrail’den ilk vahyi aldığında, biraz ürperti ve heyecan sonucu Hira’yı terk ederek hemen Hz. Hatice (r.ah) annemize gelmişti. Başından geçen olayları anlattığında, bu olayların asla kötü bir şey olmadığını, üstelik kendisinin komşu ve akrabayı gözeten, ihtiyacı olanın sıkıntısını gideren ve misafire ikram eden bir kimse olduğunu hatırlatarak, onu ilk teselli eden ve Efendimiz’i destekleyen yine Hz. Hatice (r.ah) olmuştur. (İbn Abdilberr, IV, 1819-1820) Bununla da yetinmeyerek İncil’i okumuş olan amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e götürmüş, olayı anlatmış ve sonucunda Varaka Efendimiz’e Peygamberliğini müjdelemişti. (İbn Hişâm, Sîre, I, 252-254) 

Hz. Peygamber (s.a.v) ve Hz. Hatice’nin (r.ah) evlilikleri bütün Müslümanlar için örnek teşkil etmiştir. Zira Araplardaki çok evlilik adeti ve kendisinden 15 yaş küçük olmasına rağmen Efendimiz, ilk eşi Hz. Hatice’nin (r.ah) vefatına kadar başka birisi ile evlenmedi. Bu evlilikte, Hz. Hatice (r.ah) bütün malını İslam yolunda harcamış, müşriklerin işkence ve zulmü altında bile tereddüt etmemiş, üç yıl süren boykot döneminde Efendimiz’den bir an olsun ayrılmamıştır. Yaklaşık 25 yıl süren bir evlilik, Hz. Hatice’nin (r.ah) vefatı ile hicretten üç yıl önce 19 Ramazan 620’de sona ermişti. Efendimiz bu ilk eşini Mekke’de Hacûn mezarlığına defnetmiştir. (İbn Abdilberr, IV, 1825)

Hz. Hatice (r.ah) annemizin vefatından itibaren onun akrabalarıyla irtibatını hiç bir zaman kesmeyen Efendimiz, eşini de her daim hayırla anmıştır. Hatta bazen diğer eşlerinin yanında onu anınca, özellikle Hz. Aişe (r.ah) annemiz bu durumu, “ne diye ölüp gitmiş bir kadını hatıra getiriyorsun, oysa ki Allah sana ondan daha hayırlısını verdi” diyerek kıskançlıkla karşılamıştır.  Efendimiz ise Hatice’nin (r.ah) ilk göz ağrısı olduğunu ifade ederek, kimse inanmadan ilk olarak onun iman ettiğini, malını-mülkünü Allah yolunda harcadığında asla itiraz etmediğini belirterek, Aişe (r.ah) annemize cevap vererek ilk eşini savunmuştur. (Müslim, Fedâil, 75) 

Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) şu güzel sözleri ile Hz. Hatice (r.ah) annemizin değer ve kıymetini ortaya koymuştur:

“Meryem nasıl ki bütün kadınlara üstün kılınmışsa, Hatice de benim ümmetimin kadınlarına üstün kılınmıştır.”

“Genç kadınların en faziletlisi Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed’in kızı Fâtıma, İmrân’ın kızı Meryem ve Müzâhim’in kızı Asiye’dir.” (Müslim, Fedâil, 69-70)

“Ben Hatice’yi Cennet ırmaklarından bir ırmak üzerindeki inciden bir köşkte gördüm. Onda ne bir gürültü ve patırtı, ne de bir çalışma ve çabalama vardı.” (Müslim, Fedâil, 230-237)

Kısaca Hz. Hatice (r.ah) annemiz, Efendimiz’in (s.a.v) ilk eşi, ilk mü’min kadın, müslüman kadınların örnek alması gereken bir anne, fedâkârlıkta zirve, vefâda öncü ve sevgide güzel bir örnektir. 

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.