39,5851$% -0.32
45,6681€% -0.99
53,6762£% -0.71
4.322,05%1,03
3.427,88%1,36
9.311,88%-2,19
17 June 2018 Sunday
Bilirsiniz işte, hemen her mahallede vardır onlardan. Eskiden , kapı eşiğine minder atıp beklerlerdi avlarını . Sanırım git gide azalıyorlar.Zahide Teyzemiz ,artık apartmanın otomatiğine basmaz oldu.Birinci katın merdiveninden parmaklarımızın ucunda çıkardık bir zamanlar. Yakalanmadan koşmak, zevk verirdi çoğu kez.Pencerede yolunuzu gözleyen , her seferinde, sizinle sohbet etmek için bahaneler bulan, kimin çocuğu olduğunuzu tam çıkaramasa da anne babanıza selam söyleyen…Bilirsiniz işte, her mahallede , her köşe başında vardı Zahideler , teyzeler…
Otomatiğe basmaz oldular, yolumuzu gözlemez oldular bir gün. Önce , pencereden sallanan elleri silindi ; sonra , perdenin titrek gölgesi . Ardımızdan okuyup üflemez oldular, gittiler bir bir. Nurumuzmuş , belki nârdan kurtuluşumuzmuş.
Basmaz oldu Zahide Teyzem otomatiğe.Gün olur , elinde bir nazar boncuğu ; yakanıza takayım ister, direnmeniz nafiledir; takmışsa teyzem, boncuğu üzerinize iliştirmeden geçemezsiniz kapısından.Yasin okur bir de durmadan.Dilinde , elinde tesbih” sen kimin kızısın, yaz bakayım adını defterime?”diyor. Kayıt bedava , kontenjan sınırsız , dua defterine eklenmenin huzuru anlatılamaz. Fakat her gördükçe soracaktır Zahide’m , teyzem: Neydi senin adın , kaçıncı kattaydı eviniz ? Arada” mîde ilacım bitti “ der. Aldırmak ister , genç birini apartmana girmeden eşikte yakalar otomatik teyzem. Mîde ilacını ne bilsin çoluk çocuk? Anlatamaz derdini , anlatır anlatır da anlatamaz gazoz istediğini bakkaldan. İçini yakmıştır geçen yıllar. Söndürmek ister . Hele bayram ziyaretine gittiyseniz , rahmetlinin nasıl da dağ gibi bir adam olduğunu , bir anda onu yapayalnız bıraktığını , Romanya’dan nasıl her şeylerini bırakıp geldiklerini, anlatır durur. Trenle yurda dönüşlerini ,artık hayatı boyunca burnundan gitmeyecek olan beş parasızlığın kokusunu , açlığın kokusunu anlatır Zahide Teyzem : Simit kokusu…
Alıp gitsem, takma dişleriyle ısırabilir mi , şekeri mi çıkar , damağına susam mı kaçar , ağlar mı o günlere yeniden dönüp ?
Kapısına poşetler asılır bazen. Konu komşu asılır teyzeme.. Teyzem basmıyor otomatiğe artık . Anahtarla kapıyı açmaya üşeniyoruz , bu ilgiye alışmışlık, belki bu şımarıklık yüzümüzü düşürüyor. Şimdi kim açacak kapıyı? Avcunda bayram şekerleri , yüzünde Şeker Bayramıyla kim basacak otomatiğe ? Bilirsiniz işte ; her köşe başında vardır Zahide’ler , teyzeler ; kalmadı. Elimde simit , kapıya astım.Suratını astı perde , titremedi . Elleri hiç titremezdi verirken. Alırken sesi titrerdi .Geçmişin tünelinden süzülen ses ; notası parmaklarımdan kayan bir flüt gibi titrerdi o vakit. O vakit cırcır böcekleri susar , saygıyla dinlerdi merdiveni. Mermer basamaklara düşerdi gözleri .Tansiyonu çıkmışsa sararırdı mermer. Şekeri çıkmışsa kızarırdı basamak basamak.Geçen yaz , henüz diktiği Romanyalı asmaya , can suyu döktürmüş ,çoluk çocuğun diline düşmüştü. O asma büyüyecekte…
Balkondaki çamaşırlar el sallıyor peşimizden, asma yaprakları , Romanya’nın kahraman Türklerinden Mürvet’in cömert yüzü gibi salınıyor. Mürvet “Türklere bir iyilik yaptıysanız, bunu kat kat fazlasıyla alırsınız.” dedirten kahraman olarak anılmakla kalmaz Romanya’da . İnsanların dertlerini dinler, sıkıntılarını, ,ekmeğini , her şeyini paylaşır.Romenler , köylerine “Mürvet” ismini verirler.Yıllar sonra”Mürvet” ismi , dilin canlı bir varlık olması hasebiyle “Murfat” haline dönüşecektir.Mürvet , Romen bir kızla evlenecek ve “Radu” adında bir de oğulları olacaktır.Romanya’da zenginler , yoksullara hayatı yaşanmaz kılacak ve topraklarına el koyacaklardır.Mürvet’in sıcak dostluğunun da, misafirperverliğinin de eder akçe olmayacağı günler yaşanacaktır Romanya’da .Radu ve arkadaşları, zenginden alıp fakire veren kahraman haydutlar olacaklar, günün birinde , hazinelerle dolu bir gemiye saldıracaklar ,gemide binlerce çuval dolusu üzüm çubuğu kökü bulacak ve babasıyla birlikte topraklarına dikeceklerdir”.Murfat Bağları”olarak anılacak bu topraklar, zenginlik ve neşenin menbaı sayılacaktır.
Romanyalı asma büyüdü, çardağımızı sardı bugün.Zahide Teyzem, gölgesini bıraktı bizlere. Bağlarımız yoksa da , ip atmıştık dostluğa , bir asma çardağını bahane ederek.
Şimdi kim açacak bize apartman kapısını ?
Balkonda asılı kalmış çamaşırlar , el sallıyor ardımızdan. Konserve kutusundan bozma saksı devrilmiş , tangır tungur yuvarlanıyor zeminde .Alüminyum kazanı alamamış içeri, yağmur damla damla deliyor eskiyi. kim açacak şimdi kapıyı bize ? !Yapraklar titriyor , elimde simit, asılı kaldım kapıda . Bilirsiniz işte ,sahi sizin mahallede kaldı mı ki ; Zahideler , teyzeler?
Kaldıysa , benim yerime de ellerinden öpüverin.
Mübarek Ramazan-ı Şerif’in mübarek insanlarıyız elhamdülillah. Mübarek olmak öyle kolay mı? Değil efendim . Ya, nasıl? Anlatayım;
Evvela, dışarıda iftar yapacaksanız, bu husus çok önemlidir.
Şöyleki; Nerenin menüsü lezizmiş öğrenmek lazım gelir. Leziz olmak da yetmez elbet. Ya başka? İçerik nedir? Onu da iyice bilmek gerekir.
Sonra, manzara da önemli efendim: Deniz kenarında mı olsun, bahçeli ve havadar mı olsun, koltukları rahat mı bakalım gideceğimiz yerin? Alt tarafı bir iftar sofrası demeyin sakııın!
Akşama kadar aç kalmışız kolay mı? Değil! Semah gösterisi var mı, dur bakalım ?!
Geçenlerde Sultan Hanımlar bir yere gitmiş Bey, görsen paylaşımları bayılırsın.
Kimlerle paylaşmışlar yemeği , ne iyi etmişler Hanım?
Yok yahu, Facebook’ta paylaşmış bizim Sultan… İftardan sonra altın tozlu kahve bile ikram etmişler, teknede çalgılı, sazlı-sözlü, güle oynaya yemek yemişler.
– Yok yahu oynamamışlardır o kadar da değil..
-Hayır efendim, basbayağı göbek atmışlar işte iftardan sonra.
Yapma yahu, turistler gülmüştür halimize.
Yok yok, bizimkilerle birlikte göbek atmışlar. Yalnız…
Yalnız ne?
-Teknenin üst katında menü fiyatları :70 tl
-Eeeee.
-Orta katında :50 tl
-En alt katında ise 35 tl imiş.
Ne var bunda şaşacak anlamadım?!
Ne var olur mu bey, alt katta ne müzik varmış ne çalgı. Sultan Hanımlar oynamış , Türkan hanımlar izlemiş aşağıdan. Eeee, 35 liralık iftar o kadar olur.
Yarım pansiyon desene, hanım
Yok yok yarım porsiyonmuş tabaklar.
Üst katta karışık ızgaralı menü; alt katta kahvaltılıklar, çorba, salata…
Cennet gibi mekanmış desene hanım.
Sorma, cennet gibi tabaka tabaka bir mekan.
O beğendi bu beğendi , yemekler geliyor “Hünkâr beğendi”
Allah beğendi mi acep efendi?
Bilmem…
-Geçen gün bizim Taner de iftara gidecek arkadaş arıyordu.
– Bulabildi mi bari ?
– Buldu bulmasına da , üç kişi gidemeyiz, diyordu.
– Neden üç kişi gidermezlermiş, anlamadım?
– iftara dörtlü arıyorlarmış.
– Desene hanım; iftardan sonra okey oynayacak Keratalar .Gençlik işte, hiç değilse oruç tutuyorlar.
Bu akşam çorbaya benim puanım : 4, hanım.
Salatanın limonu eksik olmuş. Köfteler fazla kızarmış ve kadayıfın şekeri az gelmiş.. Bu yüzden puanım:3
Anne Nevin Hanım, sahurdu iftardı didine dursun. Ev halkı böyle puanlar vermeseler de yemeklere mana vermeye devam etmekteydi. Halbuki Osmanlı’da hanımlara diş kirası verilirdi. Halbuki orucun mânâsı şükretmekti. Dünya malında, kendinden aşağıda olanı; manevîyat ikliminde kendinden üstün olanı görmekti oruç. Hacivat’ın ağzından ahlak dersi, görgü edinmekti eğlencemiz. Karagöz’ün ağzından ayıbı, yanlışı, kabalığı göstermekti ironimiz. Nükteydi gülüşlerimiz, nüktedandı beylerimiz aydınlarımız.
Zeytin kütükleriyle h.z Ali’ye latife yapan peygamberin nâzik letafetiydi şakalaşmaktan anladığımız.Oruçluyum , kalp kıyamam. Oruçluyum, yalan söyleyemem. Oruçluyum, gıybet edemem, iftira edemem, hiçbir canlının hakkına el uzatamam, diyen ecdadın torunlarıyız. Hatta abdestliyim deyip bunların her birimden ve daha fazlasından sakınan, dinin direğini kalbinin kıblesine koyan ecdadın torunlarıyız. İftara dörtlü arıyoruz dostlar. Dört dörtlük müslümanız elhamdülillah. Sözlerimiz, olanı biteni genelleyip “battı balık yan gider” demek için değil. Sözlerimiz, bu ümmetten ümidi kestiğimizden değil. İnsan insanın aynasıdır dostlar. Aynadan hâlimizi göstermektir niyetimiz. Öyleyse, iftara dört dörtlük müslüman aranıyor.
Bilmediği şeyden mi korkar insan ;korktuğundan mı bilmeye yeltenmez ? İşte sana bir bilmece…
Eskiler ; insan bilmediğinin düşmanıdır, derler. Ben sana düşmandım söz gelimi. Seni uzaktan bilmiş olmanın sancısı , beni kabuslara mahkum kılıyordu.Şimdi ne mi değişti ? Bilmiyorum aslında. Sadece bilmek için bir adım daha atmıştım. İnsanı bilmek ; öyle , yolu izi bilmek gibi , bir yemek tarifini ya da bir dili öğrenmek gibi kolay değildi .Belki onlarca dil bilebilirdiniz ya da onlarca ülke gezmiş olabilirdiniz fakat bırakın bir başka insanı bilip anlamayı , kendinizi bile tanımış olmanıza yetemezdiniz bazen.Bu yüzden korkmalıydım , korkmalıydık herkesten ve her şeyden önce kendimizi tanıyamadan öte tarafa gitmekten.
Biraz kafanızı karıştıracağım müsaadenizle “ karışık kafa , boş kafadan iyidir “ der ,sevgili İsmet Özel.
Kader ve zaman , sınırlarını göremediğimiz uçsuz bucaksız bir yoldu kanımca.
Bizler duyularımızın sınırlarından ötesini ; ne ileriyi ne geriyi bilemeyen yolcular olmalıydık. Söz gelimi; şu an bulunduğum binada , salon duvarımın arkası gözlerimle göremeyeceğim hadiselere gebe olabilirdi. Duvarın ardında bir başka dairenin ve hayatın olmasında,benim bunu biliyor ya da görüyor olmamamın hiçbir payı yoktu.Ben arabamla yolda ilerleyen bir yolcuydum.Şu an İstanbul’da olmam belki hiç Hindistan’a gitmemiş olmam ,Hindistan’ın var olmadığı anlamına gelmiyordu. Geçmiş de gelecek de vardı ve benim bakış açım bulunduğum noktadan ibaretti .Tıpkı iletişimin iki kişilik olması gibi zamanla ve mekanla da böyle özel ilişkilerimiz vardı .Bizim hiç tanımadığımız Hindistan’a dair bildiklerimiz , bize anlatılanlardan anladığımız kadardı. Bir kitabı okuyarak hayal etmekteki sınırsızlığımız ; aynı kitabın sinema uyarlamasında , senaristin penceresinde ; hayal kırıklıklarına dönüşebiliyordu.Bu yüzden kendimiz mi tanımalıydık birçok şeyi ; bebeklerin her şeyi ağzına götürmesi gibi kendi ellerimizle mi tatmalıydık ya da bir lokmasını tatmış olduğu yiyeceğin içeriğini tahmîn edebilecek gözlem gücüne sahip gurmeler mi olabilmeliydik ? Birileri yalancıydı ve birileri başka gözle görüyordu , birileri de menfaatleri icabı görmüyordu . Kimsenin gözlüğüyle bakamazdık ; bunu yapmış olsak bir zaman sonra hepimizin gözleri aynı numara olabilirdi , bazı hallerde tek bir bakış olmalıydı ; ümmet olmak , millet olmak , aile olmak gibi uyumun olmazsa olmaz sayılacağı hallerde bunu kabul etmeliydik ama bazı hallerde.… Birinin elbisesini giymek , onun resmiyle , şiiriyle , şarkısıyla yatıp kalkmak da ruhlarımız arasında görünmez bir bağa davet çıkarabiliyordu.. Henüz şekillenmemiş körpe dimağlarda ya da düşünmeyip başkalarının aklını içerek beslenirken yaratıcının insana verdiği en büyük melekeyi”düşünmeyi” git gide kaybeden kimselerde “fan olmak “ koyunlaşmanın ta kendisi olabilir miydi? Fareli köyün kavalcıları fareler sayısınca çoğalmış mıydı ? Dünyanın globalleşmesi kavalcıların melodilerinin- veba- taşıyıcı farelerce her yere ulaşmasına zemin mi hazırlıyordu ?
Bir insansa keşfetmek istediğiniz yer , bir başka gezegeni anlamak kadar zor olabilirdi işiniz. Güneş bile adil sayılmazdı , ne çok seveni vardı ve ne çok bağımlısı. Her akşam çekip gitmesi yok muydu öyle kibirle , tüm renkleri , eteklerinde sürüyerek. Sadakati yok muydu ya ? Her sabah söz verdiği gibi gelerek güven tazelemesi…
Oysa hep monotonluktan bildik depresyonu. Değişken olmayandan , olduğu gibi kalandan aldık hıncımızı. Güven vermek istikrar istiyordu. Bir bebeğin bile her ihtiyacında yanında olmaktı , şefkatti , sabırdı istikrar. Kelimelerimizle mi oynamıştı birileri ? At üstünde bile olsa beş vakit secde eden ecdadın şöyle dertleri yoktu mesela ; bu tatilde nereye gideceğini , ne giyinip ne yiyeceğini ya da sosyal medyada paylaşacağı hikayesi için yol almayı dert etmiyorlardı. Birileri monoton hayat depresyon kaynağıdır , deyiverdi. Birileri daha geldi ve değişim : stres deyip kodladı fikrimizi. Bir başka uzman da tuttu, değişim olmazsa insan hafızası körelir , dedi ve gitti. Rahmetli büyükanneme sorarsanız : “Edepsizliğin adını, stres koymuşlardı.”Bizim zamanımızda anaya, ataya ,eşe ,dosta şarlamak diye bir şey yoktu , şimdi her türlü arsızlığa bir kılıf bulmuşlar ; stres , diyorlar ,derdi. Evet , çocuk yetiştirenler bilir ; her şeye sahip bir çocuğu mutlu edecek sürpriz bir yumurta olmadığı gibi her istediğini elde eden yetişkinin de”mutluluk” kavramına yüklemiş olduğu kriterleri yakalamasızorlaşacaktır.. Hayat bir döngüden ibaret ve her şey özüne ait ki şehir insanı beton yığınları arasında teraryum içinde , kaybettiği masalı aramakta. Birilerinin bizlere medeniyeti konserve kutularıyla sunmasıyla başlıyordu biraz da kayboluş.Hatta sözelci de olmamalıydık ki birileri adımıza nasıl düşüneceğimize karar versin.. Her şey bilimsel olmalıydı. Formüle edilemiyordu madem ; formülleri yazanı arayacak bilge et parçası tesadüf olmalıydı , neyse bilirsiniz uzun hikâye ..Beyinlerimiz hazır formülleri içmeliydi , hem sayısal hem de yaratıcı zeka ile keşfedecek kadar zeki de olmamalıydık. Bu hiç iyi olmazdı. Kaderlerimiz oyuncak edilmişti söz gelimi ; kız çocukları modacı olmalıydı . Artık ezberci de olmamalıydık , kaç megabayt hafızası vardı teknolojinin. Ebu Hanife duysa elin hafızasına güvendiğimizi ezberlediği kitapları yeniden göstererek…Erkek çocuklarımetroseksüel ve evlilik sorumluluğuna katlanamayacak kadar rahat yetişmeliydi .Sonra kaybettirilen mutluluğu , sağlığı , aşkı ; yine bizim için yazılıp çizilen masallarda aramaya kalkmalıydık. Alışkanlıklarımız , bağımlılıklarımız ; lahmacundan utandırılıphamburgeri modalaştıran ; Türk kahvesi yerine , garsona “ WaytÇaklıtmokka“söylemeyi moda saydıran…
Geçenlerde bir cafede oturuyordum , buraya sosyal medyadan hikaye atmak üzere geldiği her halinden belli bir grup gencin, ellerinde uçuşan telefonlarla eğlencelerine tanık olmuştum. Makiyato siparişi vermişlerdi.. Onlar hikayelerini atmış benim deneme yazımın ortasında bir hikayeye düşmüşlerdi. Gayet samimi olarak :
– Makiyatonun Türkçesi nedir, gençler ? diye sordum.
– Bilmiyoruz , dediler
– Garsona soralım , dedim. Garson sözlüye kaldırılmış öğrenci gibi heyecanlanarak gözlerinin mause’u ile ümitsiz , beynini tıkladı. : Bilmiyorum , diyerek havada bıraktı sorumu.
– Peki içeriği nedir , dedim ?!
– …
Gülümseyerek teşekkür ettim adamcağıza .Gençler de onun bu haline gülerek kopuyorlardı. Kopuyor muyduk git gide , bilmiyordum.?!
Dünyanın öbür ucunda bir masum müslümanın kanayan yarasını hissetmiyor ya da yurdumun köşesinde bir şehit anasının göz yaşlarını duymuyor muyduk ?Kahvesinin kremalı köpüğünün fotoğrafını dert edinen , bugün hikayesini orada burada arayan bir nesil tesadüf değildi. Bize ileri- geri oynayacak bumeranglar değil , geçmişten ders alıp geleceği kuracak gençlik gerek oğul!
Ben seni hala tanımıyordum , dedim ya en çok bu yüzden korkmalıydım senden. Bir kendimizi tanımakla işe başlasak belki dünyanın kaderini değiştirebilirdik.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.