DOLAR

38,7765$% 0

EURO

43,3666% 0.76

STERLİN

51,5389£% 0.74

GRAM ALTIN

4.042,75%0,20

ONS

3.248,28%0,37

BİST100

9.700,17%-0,48

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 12°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Selma HARPÇI

Selma HARPÇI

08 January 2016 Friday

Örgü

0

BEĞENDİM

Kışın en vazgeçilmez uğraşlarından biri de örgü örmektir kuşkusuz. Her hanım için olmasa da insana terapi gibi geldiğini söyleyenlerin sayısı oldukça fazladır. Hatta geçenlerde internet aleminde dolaşırken ameliyat öncesi dikkat ve el becerilerini geliştirme amaçlı örgü ören bir kaç beyefendi doktorun fotoğrafına rastladım.

Haberin kaynağı ne kadar kuvvetli bilemiyorum ancak kulağa hiçte mantıksız gelmiyor zira bu işinde bir raconu olduğu kesin. Öyle herkesin becerebildiğini hiç sanmıyorum. Elleri dert görmesin, bazı kıymetli hanımlarımız öyle güzel anlarlar ki örgüden bir bakışta ipin kalitesi, o desenin ortaya çıkması için kullanılan teknikler, ören kişinin solak olup olmadığına kadar her şeyini bilirler. Tabi o kıvama kolay gelinmiyor. Kabul ediyorum dünya dâhisi olmaya gerek yok örebilmek için ancak öremeyenlerde olmayan bazı meziyetlerin o işi zevkle yapanlarda olduğu kesin.

Ben de naçizane el sanatlarına ve elişlerine oldukça kıymet veren biri olarak ufaktan bir deneyeyim dedim. Aldım iplerimi ve şişlerimi koyuldum örnek aramaya. Çok karışık olmayanından buldum bir tane. İnternetten bir kaç video izledim. Öyle böyle başladım bir tane atkı örmeye. Tabi ki başlangıç olarak çok alengirli bir şey yapamayacağım için atkı en mantıklı seçenekti. Her neyse, örerken bir kaç kez yanlışlık yaptım. Bazıları çok belli olmadığı için düzeltmeden ilerledim. Bazılarının durumu ise çok fena olduğundan söküp tekrar ördüm. Bütün bunları yaparken de aklımdan tonla düşünce, tonla soru geçti…

Söküp tekrar örmem gerektiğinde ne kadar da üzülmüştüm. Oflayıp puflayıp, hay Allah deyip, kendi dikkatsizliğime söylenip hatalarımı düzeltmeye çalışmıştım. Ne güzeldi ama. Düzeltmek için vaktim vardı. O yanlışlıkları görecek gözümde vardı. Şükür de gerekirdi. Sonra bir de örgü sürekli aynı hareketlerin tekrarlanması ile oluyordu. Namaz gibi, oruç gibi, zikir gibi… Aksarsa güzelliği bozuluyor yapana da, kullanacak olana da huzursuzluk veriyordu. O yüzden sıkılmamalı ve sabretmeliydi. Bitene kadar beklemeliydi. Bu benim ilk denememdi. O yüzden atkının son kısımları acemilikle yapılan baş kısımlarından daha düzgün olmuştu. Acaba ömrüm de öyle olur muydu? Şu bana bahşedilen hayat ta benim ilk denememdi. Onun sonu da başından güzel olur muydu? Olmalıydı. İkinci atkı örülürdü de ikinci ömür yaşayamazdı insan çünkü. Örgüyü söküp düzeltirdi de ömrünü söküp düzeltemezdi hatalarını… O yüzden en kaliteli ip seçilip, ince eleyip sık dokunmalıydı!

Neden mi anlatıyorum bunu. Çünkü biliyorum her şeyde,eğer isterse, O’nu bulabilir insan. En alakasız olarak görünen dünya işlerinde bile tefekkür etmek için imkan vardır. Yeter ki biz isteyelim. Aklımız onu düşünmediğinde sızlamayan bir vicdanımız olmasın. Şişimizi diğer şişteki ipe geçirdiğimiz hareket bile düşünmeye değilse de O’nu zikretmeye bir bahane olsun: Allah… Allah…Allah…diye. Hem göreceksiniz zikriniz oturduğunda hatalarınızda azalacak yine O’nun izni ile!

Devamını Oku

Tembel

0

BEĞENDİM

Bugün kolum kalkmıyor. Yorgunum… Düşünmekle bitmeyen dağ gibi işler beni bekliyor ama benim adım atmaya halim yok…

Geçenlerde kıymetli bir teyzenin hayatından kesitler dinledim. Henüz koca koca evlerin inşa edilmediği, ulaşımın at arabalarıyla sağlandığı, özlemlerin mektuplarla anlatıldığı zamanlardan. Çok uzak değil aslında. Bir asır bile yok aramızda. Yaşlı teyze, tabi o zamanlar genç, neler yaşamış neler. İç Anadolu bölgesinde bir köyde dünyaya gelen teyzemiz, babasının dini hayatı yaşama mevzusundaki titizliği yüzünden annesi, babası ve kardeşleriyle birlikte bir kaç köy değiştirmek zorunda kalmış. Hatta kız kardeşlerinden birini bu göçlerin birindeki fiziksel zorluklar yüzünden kaybetmiş. Bütün bu zorluklara rağmen çocukluğu, anne ve babasının ona verdiği altın nasihatler sayesinde dopdolu geçmiş. Kuran okumayı, namaz kılmayı, hayatı dini hassasiyetler içinde yaşamayı öğrenmiş. Elbette yaşı geldiğinde izdivaç yaptığı beyi de yine en az kendisi kadar bu konularda dikkatli biriymiş. Kılı kırk yaran, fakir görünümlü bereketlimi bereketli zengin bir hayat sürmüşler.Haram kendilerine bulaşmasın diye ellerinden geleni yapmışlar. Teyzemiz, içinde kayınvalide, kayınpeder, görümce ve kayınlarının da olduğu bir eve gelin gitmiş. Kayınvalidesi onu her zaman koruyup kolladığı gibi gelini de ona hep sevgi ve saygıyla yaklaşmış. Görümcesini kız kardeşi gibi görüp, gittiği her yere onu da götürürmüş. Birbirlerine “efendi” ve “hanım” demeden seslenmezlermiş. Eşi köyün imamıyken, kendisi de çok iyi Kuran okumayı bildiğinden köydeki kız çocuklarının, gençlerin ve hanımların hocası olmuş. Sabahları erkenden kalkıp evin en büyük gelini olarak yapması gerekli ne iş varsa yaparmış. Az çok köy hayatı yaşayanlar bilirler. Ocağın yakılması, ekmek pişirilmesi, kocaman bir aileye yetecek kadar yemek hazırlanması, çamaşırların yıkanması, evin temizlenmesi, ineklerin sağılması… Bunları yaparken aynı zamanda onbir çocuğu dünyaya getiren teyzemiz evlendikten sonra yirmi sene boyunca ya hamile ya da emzirir vaziyetteymiş.

Hamilelikleri boyunca her gün mutlaka bir Yasin-i Şerif ve her ay mutlaka bir hatim bitirirmiş. Çocuklarının bakımını aksatmadan yapmaya çalışırmış. Dini eğitimlerini ise, gündüzleri köyün hanımları ile ilgilendiğinden, sabah namazında hepsini kaldırır, o vakitte onlara Kuran okumayı, namaz kılmayı öğretip nasıl bir yaşam sürmeleri gerektiği konusunda dersler verirmiş. Vakit bulduğu zamanlarda da mutlaka elinde bir elişi olurmuş. Yani ya okur ya da dokurmuş bizim teyze. Dinlenmeyi durmakla değil iş değiştirmekle yaparmış. Gelin gittiği aile köyün hatırı sayılanlarından olduğu için evin geleni gideni de eksik olmazmış. Misafiri yük değil bereket olarak görürlermiş. Hem ailenin içindeki kalabalık hem de misafir sirkülasyonundan kaynaklanan kalabalık sebebiyle evin hanımları tesettürlerine daima dikkat etmek zorundaymış ki bizim teyze bunun hakkını mutlaka verirmiş. Evin içinde herkes yatsı namazını kılıp yatar, sabah namazını kılıp güne öyle başlarmış.

Şimdi her şey bir başka teyze. Bizim okumaya vaktimiz yok. Dokumaya hiç yok. Çocuk mu? Biz değil bakıcı bakıyor. Kuran-ı Kerim öğrenip öğretme mevzusuna hiç girmiyorum. Bunların hepsini aynı anda nasıl yapalım? Vaktimiz olsa halimiz yok. Halimiz olsa etrafımızdaki insanlara katlanacak tahammülümüz yok. Ama bir şeyimiz var o da haklı olduğumuzu anlatan cümlelerimiz. Tembel mi? Yok canııım…

Devamını Oku

Sonbahar

0

BEĞENDİM

Sonbahar… Gidişlerin vakti. Gelenleri göndermenin en şenlikli hali… Yazın coşkusuna vuran sakinlik… Düşünmeler…

Yaşadığınız yer bu mevsimin rengini görmek için yeterli değilse lütfen kendiniz için bir şey yapın ve çıkın içinde bulunduğunuz griden. Sonbahar sadece yağmur değildir. Sadece rüzgar da değildir. Karanlık falan hiç değildir. Sonbahar tekrar görüşmek üzere vedalaşmaktır. Zikrini bir dalın ucunda kendisine eşlik eden havayla birlikte eda eden yaprağın, zikrine artık toprakla devam etmesidir. Kimi ağaçlar ilk rüzgarla bütün yapraklarından ayrılıverir, kimisi ise önce büründüğü muhteşem renklerle adeta bir şölen havasında veda eder bu hayata. Sarının en güzeli, kırmızının en canlısı, turuncunun en sevinçlisini görebiliriz bu mevsimde. Sanatçı sanatını öyle güzel icra eder ki, yine aynı sanatla hayat verdiği bizlere de hayran olmaktan başka şey kalmaz.

İnsan ömründe ise ölüme karşılık gelir sonbahar. Her bir ağaç bana başka başka hayatların bitişini anlatır. Düşünürüm. Bizlerin ölümünü ve sonbaharı düşünürüm. Aslında ne de çok benzer terkedişlerimiz… Onların da bazıları hemencecik gidiverir, bazıları ise dayanabildiği kadar durur bağlı olduğu dalına. Onların da kimisi mutludur gittiği için kimisi ise tir tir titrer korkudan.

Ölüm her yaşayanın tadacağı şey. Ancak tadı nasıldır işte bu en büyük muamma. Elbet herkese aynı değil, olmayacak, olamaz! Çünkü aynı geçmedi hiç bir ömür. Ölümün hatırlanması bile çeki düzen verirken insana varın hiç unutmayanın halini siz düşünün.

Sonbahar her haliyle ölümü hatırlatır bana. İlk yaratanın aynı zamanda yeniden dirilten ve diriltecek olan Rabbim olduğunu anlatır. Ve ölüm deyince beynimde lisedekiEdebiyat hocamın, Necip Fazıl’a aitolan, sürekli tekrarladığı şu dizeler sıralanır:

Ölüm güzel şey,budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?…
Öleceğiz müjdeler olsun,müjdeler olsun !
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!

Müjde midir ölüm? Müjdedir eğer vedamız gri değilse, müjdedir yapraklarımız renkten renge girdi ise, müjdedirrüzgarbiziziyaretvatanımızdanalıpanavatanagötürdüise, müjdedir başlar Rabbe secde etti ise!
Bazen çok korkuyorum ya cehenneme gidersem diye.Ya mezarımda beni yılanlar çıyanlar yerse diye. Acı çekip azap görürsem diye.İçim öyle bunalıyor ki, iyisi mi düşünmemek diyorum ama biliyorum bu yaranın merhemi kaçmak değil. Bu yaranın merhemi bunları düşünmeye vaktin olmayacak kadar Allah için çalışmak bu dünyada. İman ve ihlas dolu bir kalple koşturmak.İnşallah siz de bende bunu yapabilenlerden oluruz. İnşallah hepimizin vedası müjdeli olur. İnşallah sonsuz hayatı kurtaracak amellerle gidip cennet bahçelerinden bir bahçede bekleriz mahşer gününü. İnşallah ne korktuğumuz yılan olur orada ne de çıyan. İnşallah özlediklerimizle , bizi bekleyenlerle, Efendimiz (sav) ile buluşmamız olur. İnşallah sonbahar yaprakları gibi sevinçten renkten renge girer de öyle veda ederiz buralara. Dua ile…

Devamını Oku

Kan

0

BEĞENDİM

Sizi kan tutar mı? Beni tutar. Herkeste aynı etkiyi yapar mı bilmem ama benim bütün takatim birdenbire gidiverir. Dizlerimin bağı çözülür, düşecek gibi olurum. Midem bulanmaya, gözlerimse acımaya başlar. O an biran önce geçip gitsin ve her şey normale dönsün isterim. Üstelik üzerimde bu kadar etkisi olan tek şey sadece kanın kendisi de değildir. İçine bulaştığı her olay beni etkiler.. Maalesef bunu tecrübe ettiğimiz çok kötü bir dönemden geçiyoruz insanlık olarak.
Her gün yeni bir kanlı haberle açıyoruz gözlerimizi. Kanlı sözler duyuyor kanlı fikirlere tanıklık ediyoruz. Sanki ceplerimiz kanla dolu. Sanki ellerimizi kanla yıkıyor, karnımızı kanla doyuruyoruz. Sanki benzinimiz kan, manzaramız kandan bir okyanus.. Evet bazen tam olarak bunu hissediyorum. Rahatından bir an için bile ödün vermeyen bizlerin başkalarının kanı ile yaşamına devam ettiğini düşünüyorum. Kendimi cani biri gibi hissettiğim zaman dilimleri hiç te az değil. Ben ne yapabilirim ki diyenlere ise “Duan da mı yok be adam?” diyesim geliyor. “Gözyaşın da mı yok?”

Bazı zamanlar kendimi dünyaya kuşbakışı bakarken buluyorum. Beynimin içinde ülkeleri bölmeye çalışıyorum. Sonra aslında bütün toprak parçalarının tek “ Bir “ tarafından yaratıldığını hatırlayıp vazgeçiyorum bu zor uğraştan. Sonra her bir kıtaya yakından bir göz atıp halimize bir not vermeye çalışıyorum. Ama her seferinde sınıfta bırakıyorum bizi. Çok kızıyorum bize. Neyi paylaşamadık ki diyorum? Aslında zaten bizim olmayan şu dağı taşı mı, ölünce hepsi yerin üstünde kalacak olan yatı katı mı? Hakikaten herkes bir dursun ve düşmanlık ettiği kim varsa kendisinin de onunla aynı evde doğup büyüdüğünü hayal etsin. Allah için değilse düşmanımız bırakalım artık olmayı versin bir düşmanımız. Ve Allah için edineceksek illa bir düşman buna bizi Allah’tan uzaklaştıran nefsimizden başlayabiliriz!

Beni kan tutar ama kanlar içinde hayal ettiğim bir şehit daha çok tutar! Beni kan tutar ama vatanındaki iç savaçtan kaçarken yararlanan kanlı bir çocuk bedeni daha çok tutar! Beni kan tutar ama sadece gücü kuvveti olmadığı için bir cinayete kurban gitmiş kanlar içinde bir kadıncağız daha çok tutar! Beni kan tutar ama kanı savunan bir dil daha çok tutar!

Dünyada milyarlarca renk var. Yeşili var ağacında yaprağında. Mavisi var havasında suyunda, Sarısı var güneşinde toprağında. Masum kanının akmasına gerek kalmayacak kadar da kırmızısı var meyvesinde çiçeğinde. Ama ne varsa hepimize yetecek kadar var. Allah önem verseydi bu dünyaya kafire bir nefes bile fazlaydı bu diyarda. İşte öyle kıymeti yok bu hayatın. Öyle yok ki Sevgilisine zulüm yapanlara mühlet için bu dünyada bekletecek kadar yok…
Kanın çözemeyeceği çok şey varken; çözebileceği ise hiç bir şey yok. N’olur artık herbirimiz üzerimize düşen görevin farkına varıp öyle hareket edelim ve bir durak olarak geldiğimiz bu dünyada ebedi kalacakmış gibi davranıp, üzerinde bize yoldaşlık etsin diye gönderilen diğer insanlara zulmetmeyelim. Halimize dua edelim. Şu dağınıklığımıza bir çare diye dua edelim. Artık masum kanı akmasın diye dua edelim.

Devamını Oku

Cahil

0

BEĞENDİM

Cahil cesur olurmuş. Olmasa keşke! Biraz susabilse, biraz durabilse, biraz Kabul etse hiç de bir şey bilmediğini. Korkak olsa bazen de…

Geçenlerde okuduğum bir habere göre dünyanın yaklaşık üçte biri savaş halindeymiş. Bu oranın ne kadar sayıda insana karşılık geldiğini bilecek kadar bile matematikten haberim olmasın istedim o haberi okuduğum an. Ne acı.. Cahil bırakılmış insan toplulukları bir süre sonra içinden çıkılamaz bu savaş halinin tam ortasında buluyor kendini. Müslüman alemi olarak ne yazık ki bizlerde bu durumun en muzdariplerindeniz desem yalan söylemiş olmam sanırım. İzlediğim ve okuduğum şeyler yüreğimi dağlıyor. Her gün denizinde, karasında acı çeken, zulüm gören, çaresizce oradan oraya savrulan insanlar, anneler, evlatlar…

Allah’ı bilmemek cahilliğin ta kendisi elbette ama Allah’ı bilip O yokmuş gibi (haşa) yaşamanın bir adı yok sanırım henüz. En çirkini buymuş gibi geliyor bana. O’ndan haberdar olup Kendisini tanımamak için uğraşan cahilden beter bizler… Kastım sadece dinî içerikli kitapların okunup Rabbimizin bizden istediğinin bulunmaya çalışılması değil. Tabi ki insan,hayatının hiç bir döneminde bu konuda araştırma yapıp öğrenmekten geri bırakmamalı kendini ancak sadece bununla uğraşmak suretiyle kainat kitabını okumaktan da vazgeçmemeli. Zira bu ikisi birbiri olmadan olmaz; eksik kalır.

Üniversitede okuduğum bölüm gereği bitkilerle ilgili epey bilgi edinmiştim. Hala bu konuda öğrenmeye devam ediyorum. Ölene kadar da devam etsem bitecek gibi değil. Milyonlarca çeşit ağaç, çalı, yer örtücü; tek yıllıklar, çok yıllıklar; her dem yeşiller, yaprağını dökenler; sarıdan kırmızıya sonbaharda renklenenler; yaz başı çiçeklenenler, yaz sonu çiçeklenenler, yapraklanmadan önce çiçeklenenler, hiç çiçeklenmeyenler; meyvesi yenilenler, meyvesi yenilmeyenler; dikenliler, dikensizler;mis gibi kokanlar, yanına bile yaklaşılmayanlar; yaprağının altı tüylü olanlar, yaprağının üstü tüylü olanlar, yaprağının iki yüzü tüylü olanlar, yaprağında hiç tüy olmayanlar; dişliler, dişsizler; gövdesi kabarık kabarık dokulu olanlar, gövdesi kağıt gibi soyulanlar; güneşi sevenler, gölgeyi sevenler; suyu sevenler, suyu sevmeyenler; kazık köklüler, saçak köklüler… Bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Daha yazmadığım onlarca farklı özellik var bir ağacın hangi ağaç olduğunu anlayabilmek için. Bütün bu çeşitlilikten öğrendiğim her bir bilgi kırıntısı beni her seferinde Yaratanın kudreti karşısında bir kez daha hayrete düşürüyor. Kendimi hayran olmaktan alamıyorum. Dünya bu kadar güzelse Cennet nasıldır diyorum. Bu benimkisi o kadar bilim dalından sadece birinin bilmem kaçıncı dereceden bir konusunun içeriği. Varın geri kalanı siz düşünün. Gözle görebildiğimizden bile ancak bu kadar faydalanabiliyorsak ve hala incelenmemiş onca yaratılmış varsa, peki göremediğimiz yerin, suyun, gökyüzünün binlerce kat derinliklerinde daha kim bilir ne yaratılmışlar var hal diliyle Allah’ı anlatan.
Benim aklım hala bir dokunuşla insanların nasıl bu kadar birbirine yakın olabildiğine ermiyor mesela. Işığın ve renklerin küçücük bir cam ekrana nasıl iletildiğini anlamıyorum. Aslında gayet de matematik gerektiren bir bestenin nasıl olurda insanın kalbine ve ruhuna hatta beynine etki edebildiğini kavrayamıyorum. Milyonlarca kilometre ötedeki bir ısı kaynağının bize milyonlarca yıldır nasıl tükenmeden vazife yaptığına hayretle şahitlik ediyorum… Kısacası azıcık aklımın aldığı ile alamadıklarından ürperiyorum. Ve bütün bunlar karşısında kendisini düşünmeye itmeyen insana acımaktan başka bir şey yapamıyorum.

Aylarca sadece bir hayvanı inceleyebilmek için ormanlarda yatıp kalkanlar, çıplak gözün görmediği hücrelerle yıllarca uğraşanlar, bilim dünyasının kıymetli araştırmacıları… Düşünsenize bu insanların her birinin Allah ve Peygamber sevgisinden haberdar olduğunu. Namaz vakti geldiğinde arkadaşlarıyla beraber bir cemaat yapıp az önce yaptıkları bir deneyin şükrü ile secdeye gittiğini… Aklında ocaktaki yemeği, yarım kalmış dizisi değil de son incelediği bitkide bulduğu şifanın hayretiyle kıyama durduğunu…

Bilim Allah’ı tanımanın sadece bir yolu. Bunun sanatı var, okuru var, yazarı var… Gözlemlediğim hangi alan olursa olsun kendisini geliştirmeye başlamış bir insan eğer ahlakî değerleri de oturtmuşsa tarifi olmayan bir “kalite” kazanıyor. Öyle çok konuşmuyor. Temkini elden hiç bırakmıyor. Hep tatlı bir heyecanı, zarif bir duruşu oluyor. Biraz da korkak oluyor. Neden mi? Bulduğu Rabbi’nin karşısında hata yapmaktan, yalan konuşmaktan, iftira atmaktan, dedikoduya sebep olmaktan, hiç değilse kelime israfından…
Müslümanlar olarak bizler, Allah’ı,doğar doğmaz kendilerine emanet edildiğimiz anne-babalarımızdan öğrenecek kadar şanslıyız. Böyle büyük bir nimeti kendimizi cahil bırakmak suretiyle heba edersek bunun vebâlini ödeyebilir miyiz bilmiyorum. Tek bildiğim şu insanlığın kurtuluşunun cesur cahillerin elinden olamayacağı.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.