DOLAR

38,6925$% -0.21

EURO

43,5491% 0.36

STERLİN

51,7030£% 0.41

GRAM ALTIN

3.974,49%0,35

ONS

3.194,44%0,55

BİST100

9.617,97%-0,86

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 13°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Ranâ KÜTÜK

Ranâ KÜTÜK

02 February 2016 Tuesday

Doğruluk Mu Yalan Mı?

0

BEĞENDİM

Yalan görünürde kişiyi cezadan, azardan korusa da bu geçici bir süre için söz konusu. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye boşuna dememiş atalarımız. Bir zaman sonra ortaya çıkan gerçek, maksadın tam aksiyle öyle bir tokat atar ki ;yalana sığınan yılana sığınmaktan beter duruma düşer. Bu dünyada itibarsızlaşmak çok kötü ama bundan daha da kötüsü kulun kınamasından kurtulayım derken Allah’ın nazarında değersizleşmek. İşte bu noktada devreye vicdan giriyor. Kişinin vicdanı, “başkalarının değil benim ve Rabbimin bilmesi önemli. Eğer ben yalanla kurtulacaksam hiç kurtulmayayım daha iyi. Çünkü çürük temele bina yapılmaz” der ve doğru adım atılmış olur. Bu konuda Tebük Seferi’ne mazeretsiz olarak katılmayan Ka’b b. Malik ve diğer iki arkadaşı Mürâre ibn’r-Rebî ile Hilâl ibn Ümeyye el- Vâkifî(radıyallahu anhum) yaşadıkları oldukça etkileyicidir. Ka’b b. Mâlik(r.a) Tebük seferi öncesi ve sonra yaşadıklarını, ruhi ve psikolojik durumunu vs. herşeyi daha sonra etraflıca anlatmıştır. (Buhari, Vesâye16, Cihad 103, Müslim, Tevbe53) ve başka pek çok yerde bulunan bu enfes anlatımı okumanızı tavsiye ederim. Çok uzun olduğu için kısaca özetlemek istiyorum.

-Rasulullah (s.a.v) bir gazaya niyet ettiğinde açık açık söylemediği halde Tebük seferinde niyetini açıkça belirtmiş, müslümanların hazırlık yapabilmeleri için onlara mühlet vermişti. Sefer çok sıcak bir mevsimde, uzak bir yere ve büyük bir düşmana karşı idi. Ka’b b. Malik o dönemde daha önce hiç olmadığı kadar güçlü ve zengin olmamıştı. Nasılsa kolayca hazırlanırım diyerek ağırdan aldı. Vakit geldiğinde de yavaş davranınca sefere katılamadı. Sefer bitip ordunun Tebûk’tan dönüşe başladığı duyulunca Ka’b. b. Malik’i bir telaş aldı. O anki durumunu şöyle anlatıyor Ka’b. B. Malik(r.a.):

“……Resûlullah(s.a.v.)’ın Tebûk’ten ayrılıp yola çıktığı haberi bana ulaşınca keder ve üzüntüm tekrar arttı. Bir yalan hazırlamaya başladım.” Yarın, Resûlullah’ın (s.a.v.)’ın öfkesinden, ne söyleyerek kurtulabilirim?” diyordum. Bu hususta ailemde aklı başında herkesin fikrine müracaat ediyordum. Resûlullah(aleyhisselâtü vesselam) ‘ın gelmesi yaklaştı dendiği zaman benden yanlış düşünceler zâil oldu. İyice anladım ki, hiçbir yalan asla beni kurtaramaz. Doğruyu söylemeye karar verdim.” Sonuçta Resulullah (s.a.v.) dönüp halkı kabul etmeye başlayınca seksen civarında erkek katılamadığı için özür dileyip, mazeret beyan etti. Peygamber Efendimizde özürlerini kabul edip beyat aldı, onlara istiğfarda bulunup işlerini Allah’a havale etti. Ka’b b. Mâlik itirafta bulunup, mazeretsiz ve özürsüz olarak sefere katılmadığını açıkladı. Resûlullah (a.s.) yanındakilere ” işte bu doğru konuştu” buyurdu ve Ka’b b. Mâlik’e “kalk ve Allah senin Hakkı’nda hüküm verinceye kadar bekle” dedi. Mürâre ibn-i elAmirî ve Hilâl ibn-i Ümeyye el-Vâkıfî ile beraber üç kişilerdi, doğruyu söylemişlerdi ve büyük imtihanları başladı. Resûlullah müslümanlara gazveye katılmayan bu üç kişi ile konuşmalarını yasakladı. Ka’b. B. Mâlik genç idi halkın arasına karışıyordu ama hiç kimse onunla konuşmuyordu. Diğer ikisi ise daha yaşlı idi ve evlerine kapanıp ağlayarak vakit geçirdiler. Böylece elli gün geçmişti. Hatta kırkıncı gün eşlerinden uzaklaşmaları emredildi. O zamanlardaki ruh halini şöyle anlatıyor Ka’b b. Mâlik:

“…… Konuşmaktan yasaklandığınızdan sonra tam elli gece geçti. Ellinci gecenin sabah namazını evlerimizden birinin damında kılmıştım. Ben Allahu Teâla’nın hakkımızda belirttiği o dehşetli hal içinde oturmuş duruyordum. Ruhum sıkışmış, bütün genişliğine rağmen dünya daralmıştı. Sanki bir cendere içindeydim…..”

İşte o haldeyken müjdeli haber geldi.Allah tevbelerini kabul etti.

“……( “Ey Allah’ın Resulü, biliyorum ki, Allah beni sıdkımdan, doğru sözlülüğümden dolayı kurtardı. Benim tevbemden biri de artık, yaşadığım müddetçe hep doğru söylemek olacaktır.” Allah’a yemin olsun, Resulullah’a bunu söylediğim günden beri, doğru söz hususunda, Allah’ın bana lutfettiği ihsandan daha güzeline Mazhar olan birisini bilmiyorum. Yine Allah’a kasem ederek söylüyorum, Resûlullah(s.a.v.)’a söz verdiğim günden beri bir kerecik olsun yalan söylemeyi düşünmedim. Geri kalan ömrümde de Allah’ın beni yalandan korumasını diliyorum.” Başka bir yerde de şu ifadeleri dikkat çekici.

“Allah’a yeminle söylüyorum, Allah beni İslam’la şereflendirdikten sonra, bana göre, Resûlullah’a söylediğim doğru sözden daha büyük bir nimet vermemiştir. Aksi takdirde, diğer yalan söyleyenler gibi ben de helak olacaktım. Nitekim Cenab-ı Hak, vahiy indirdiği zaman, yalan söyleyenler hakkında, bir kimse için söylenebilecek en kötü şeyi söylemiştir. Allah u Teâla şöyle buyurmuştur.” Döndüğünüzde, kendilerine çıkışmamanız için, Allah’a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye, size yemin verirler. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah yoldan çıkmış fasık kimselerden razı olmaz” ( Tevbe suresi 95-96)”

Özetle Ka’b b. Mâlik’in yaşadıkları ve anlattıkları işte böyle.

Burada yalanın büyüğü, küçüğü, beyazı, pembesi olmayacağını söylememiz de gerekiyor. Çünkü yalan yalandır, doğru da doğrudur. Peygamberlerin en önemli özelliklerinden biri sıdk iken münafıklık alametlerinden en önemlisi de konuştuğunda yalan söylemektir.

Yalan o kadar kötü bir özellik ki mü’min de doğrulukla beraber aynı anda olamıyor.

Tebük seferinde mazeret bildiren o seksen kişi de aslında münafıklıktı ve münafıklık alameti olan yalanla kendilerini kurtarmaya çalışmışlardı.

İbn-i Mes’ud (r.a.) anlatıyor:” Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ” Sıdk insanı birr’e (Allah’ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah katında sıddık diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmakta ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah’ın indinde yalancı diye kaydedilir”

İnsan belki dünyaya gelirken tercihte bulunamıyor, kendine nasıl bir hayat takdir edilmişse onu hazır buluyor. Fakat bu hayatın içini dolduracak anlar kendi tercihleri ile anlam kazanıyor. Doğru, dürüst bir hayat mı yoksa yalan dolanla dolu bir hayat mı?Herkes bir şekilde seçimini yapmak ve sonucuna katlanmak durumunda.

Yalancı peygamber Müseylemetül Kezzab’ın karşısında, sadakatiyle zirveleşen ismi ile müsemma Ebû Bekir Sıddîk(r.a) vardı. Tarih Müseyleme’yi yalancı olarak adlandırırken, Ebû Bekir (r.a.) doğruluğu ve sadakati ile anılıyor ve böyle devam edecek.

Devamını Oku

O Bir Beşerdi

0

BEĞENDİM

Bundan ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi
Kumdan, ayın ondördüncü bir Öksüz çıkıverdi!

Derken Mehmet Akif ne güzel ifade etmiş , Sevgili Peygamber’imizin karanlıkları aydınlatan, karamsar ruhlara ümit aşılayan bir ışık gibi dünyamıza doğduğunu. O, o zaman nasıl dertlere derman olduysa, şimdi de hiç eskimeyen mesajıyla bizlere rehber, önder ve rehber olmaya devam ediyor, kıyamete kadar da öyle olacak. Peygamber’imizin hayatı, sözleri, davranışları, vb . pek çok yönü siyer, hadis, megâzi gibi ilim dallarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamış. Bu ilim dallarından biri de Şemâil olarak karşımıza çıkıyor.
Peygamberimizin beşeri yönünü, hal ve hareketlerini, şahsi hayatını ele alan islamî bir ilim dalıdır Şemail.

Peygamber Efendimiz(s.a.v.), Ashab’ına kendisinin de onlar gibi bir insan olduğunu ifade etmiştir.

“Ben de sizin gibi bir beşerim, sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Binâen aleyh unuttuğum zaman hatırlatın.”

“Ben de sizin gibi bir beşerim; bir beşerin öfkelendiği gibi ben de öfkelenirim.”

Bu örnekler çoğaltılabilir. Evet o bir beşerdir. Her insan gibi yer, içer, uyur, üzülür, sevinir, yorulur, unutur, hatırlar……. Fakat Kuran-ı Kerim’ de ” Ben de sizin gibi bir beşerim fakat bana vahyolunur” ifadeleri O’nun peygamber olma yönünü de nazara vermektedir. Evet O bir beşerdir, fakat İlahi vahye mazhar bir peygamberdir de aynı zamanda. O insanlığın övünç kaynağıdır, “usvetün hasenetün “yani güzel örnektir. İşte Şemail kitapları bize rol model olarak Peygamber’imizi sunmaktadır.

Tirmizî bu alanda Kitâb’uş Şemail isimli eseri ile öne çıkmıştır. Eseri 55 bölüm (bab’) ve bir hâtimeden oluşmaktadır. Bu eser temel alınarak, kaleme alınan, Prof. Dr. Ali Yardım’ın “Peygamberimiz’in Şemâili” isimli çalışması, bu alanda gördüğümüz en kapsamlı eserlerden biri olarak kabul edilebilir. Peygamber Efendimiz’in tanımak ve hayatımıza O’nun yaşayışı çerçevesinde yön verebilmek adına , bu Rebîül evvel ayında okunabilecek çok güzel bir kitap.

Peygamber efendimizin hilyesi, nübüvvet mührü, saç ve sakal bakımı, saç ve sakalının ağarması, gözlerine sürme çekmesi, giyim tarzı, yürüyüş tarzı, oturuş tarzı, yemek yeyiş tarzı, yedikleri ekmek, katıkları,yemek öncesi ve sonrası okuduğu duâlar, konuşma tarzı, şakaları, koku sürmeleri, ibadet hayatı, oruçları, ağlaması, ahlâkı, tevazuu, hacamat olması, isimleri, geçim tarzı, yaşı, vefatı, mirası, Peygamber’imizi rüyada görme gibi bölümlerden oluşmaktadır. Toplam 55 bâb aslına sadık olarak verildiği gibi, kapsamlı bir giriş ile Şemail ilminin temeli, gelişimi içeriği çok güzel ele alınmış.

Aşağıda O’nun hayatına, bizlere örnek olmasına ışık tutması adına, bu içerikle alakalı bir takım hadisleri göreceksiniz.

*Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor:
Resulullah Efendimiz’in saçı çok düz ve fazlakıvırcık olmayıp hafif dalgalı idi. Kendileri, orta boylu ve geniş omuzlu indiler. Kulak yumuşaklarına kadar inen uzun ve gür saçları vardı.. Bir defasında kendilerini kırmızı hırkasıyla görmüştüm. Gerçekten hayatımda, O’nun kadar güzel birini görmüş değilim.”

*Abdullah b. Ömer( r.a) rivayet ediyor:
İsmidir denilen sürmeyi kullanmanızı tavsiye ederim. Zira o, göze cila verir ve kirpikleri bitirir.”

*”Ey mü’ miniler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyininiz veAllah yolunda sarfediniz. Ancak, israfa veya kibir ve gurura kaçmayınız” (Buhari, el-Câmi’us-Sahîh 7,33)

*Ebû Sa’îd el-Hudrî(r.a.) anlatıyor:
Hz. Peygamber, her ne Zaman yeni bir elbise giyseler, -ister sarık, ister gömlek, ister hırka olsun- onun bizzat adını söyleyerek, şöyle duâ ve niyazda bulunurlardı:
“Allahım, bunu bana giydirdiğin için, sana sonsuz hamd ü Sena’lar olsun. Onun ve onu giyen âzânın şerrinden de sana sığınırım Allahım!.”

*Ebû Hureyre (r.a) rivayet ediyor:
Peygamber Efendimiz:” Sizden biriniz, bir ayağı giyimli öbür ayağı çıplak olarak yürümesin: Ya papuçlarının ikisini de giysin, ya da tamâmen yalın ayak olarak yürüsün!” buyurmuşlardır.

*Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:
Peygamber Efendimiz: “Herhangi biriniz papuçlarını giyerken önce sağ tarafından başlasın ; çıkarırkende önce sol ayağının papucunu çıkarsın. Öyle ki sağ ayak daima, giyilenin ilki , çıkarılanın ise sonuncusu olsun!.” buyurmuştur.

*Hz. Ali b. Ebî Tâlib(r.a):
“Peygamber’imiz, yüzüklerini sağ ellerine takarlardı” buyurmuşlardır.

*Esmâ bindi Yezid anlatıyor:
Resûlullah Efendimiz’in hane-i saadetlerinde bulunduğumuz bir sırada sofra hazırlanmıştı. Sofraya bizler de davet edildiğimizde :
-iştahımız yok, karnımız tok” dedik. Biz böyle deyince , Peygamber Efendimiz:
-“Açlıkla yalanı birleştirmeyiniz!.” Buyurdular.

*Peygamber Efendimiz buyuruyor:
“Güneş batıp da hava karardığı sırada, çocuklarınızı dışarı bırakmayınız; dışarıda ise içeri alınız!. Bu dem sokaklarda şeytanların kolaçan ettiği demdir. Vakit bir saat kadar ilerledikten sonra bırakabilirsiniz…Geceleyin, evlerinizin kapısını besmele çekerek kapatınız; zîra şeytan, besmele ile kapanan kapıyı açamaz… Su kaplarımızın ağzını, besmele çekerek kapayınız… Yemek kaplarınızın üstünü açık bırakmayınız; besmele ile örtünüz. Hiç olmazsa, üzerine tahta ve benzeri yassı bir şey koyunuz… Yatarken lambalarınızı söndürünüz ve yanan bir şey bırakmayınız!.”

*Mu’avviz b. ‘Afrâ’nın kızı Rubeyyi'(r.anhâ) anlatıyor:
“Ben, hediye olarak Peygamber Efendimiz’e bir tabak taze hurma ile çiçeği burnunda bir kaç tâne salatalık götürmüştüm. Bana avuçları dolusu mücevherât ve altın verdiler.”

*Ebû Said el- Hudrî (r.a.) anlatıyor:
Peygamber Efendimiz, duvarına bürünmüş gelinlik kızdan daha utangaçlıkta. O’nun bir şey karşısındaki hoşnutsuzluğu, mübarek yüzlerinden hemen anlaşılırdı.

“Dünya neye sâhipse, O’nun vergisidir hep
Medyûn O’na cem’iyyeti, medyûn O’na ferdi.
Medyûndur o Mâsûma bütün bir beşeriyet..
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret…..
11 Rebîül -evvel, 1347(1931) Mehmet Akif Ersoy

Devamını Oku

Vicdanlar Nasıl Harekete Geçer?

0

BEĞENDİM

**Vicdan nedir? Vicdan deyince ne anlıyoruz?**

Vicdan hata ve doğrunun sınırını belirleyen, uyumak bilmeyen , kişiyi her an , her yerde izleyen, kişinin niyetlerine göre yargılarda bulunan hakimdir. Vicdan bir iç sestir, yaptığın doğru ya da yanlış diyen, yol gösteren. Gece yattığında, yalnız kaldığında ya da kalabalıklar içinde yalnızken hiç susmayan, “neden böyle davrandın, doğru değildi, yaptığın, yakıştı mı sana ? …” gibi sürekli sorular soran.

Bazıları vicdan doğuştan gelir demiş, bazıları sonradan kazanılır yorumda bulunmuş. Ama problem vicdanın oluşumunda değil işleyip işlememesinde aslında. Duyarsızlık, umursamazlık, acı duymama, üzülmeme, tepki göstermeme, zarar verme, kontrolsüz öfke ve şiddet, gibi davranışlar vicdansız yargısını beraberinde getiriyor.

Vicdanı sızlamak, vicdanı elvermek, vicdansız, vicdanı kaldırmak, vicdanı kanamak gibi deyimler gündelik hayatımızda sürekli kullanımda.

Suriyelilerin umuda yolculukları sırasında yapılan bir röportajda okumuştum. Süriyeli mülteci, Türkiye’de herşeyin olduğundan fakat insanlarda vicdanın olmadığından yakınıyordu. Doğru değil mi ? Ucuz iş gücü olarak görülüp, normalin onda biri kadar bir ücretle çalışanlar, nasılsa mecburlar diyerek kötü yola sürüklenen kadınlar, kiraladıkları evlere çok yüksek miktarlar ödemek zorunda olanlar…

Bu örnekleri o kadar çok duyuyoruz ki ilk zamanlarda bu nasıl olur? Nasıl vicdansızlık ? şeklinde tepkiler yerini artık umursamamaya bıraktı. Tıpkı başlangıçta kan görmekten korkan bir hemşirenin zamanla buna alışması ve duyarsız hale gelmesi gibi.

Yolda yaralı mı, ölü mü, baygın mı, uyuyor mu belli olmayan bir kişi saatlerce yerde kalabiliyor ve insanlar yanından hiçbir şey olmamış gibi geçebiliyor. Bu umursamamanın temelinde belki korku var, acaba neyin nesi korkusu. Belki bana dokunmayan yılan bin yaşasın ya da başkası ilgilensin bir akıllı ben miyim? düşüncesi. Sebeb ne olursa olsun, sonuç değişmiyor ve vicdanlar yaralanıyor. Acaba yerde yatan gariban mı yardıma muhtaç yoksa umursamadan gelip geçenler mi?

Yapılan haksızlıklara, yanlışlıklara karşı tepkisiz kalmak da vicdanları yaralamaktan da öte öldürmüyor mu?

Peygamberimiz(s.a.v.) ne güzel buyurmuş:” Bir kötülük gördüğünüzde elinizle düzeltmeye çalışın, buna gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin, ki bu da imanın en zayıf şubesidir.”

Bize bu hadis- i şerif vicdanları diri tutmanın yollarından birini işaret ediyor:

& Yani vicdanının susmasına izin verme. Elinle, olmazsa dilinle olmazsa kalbinle daima yanlışın karşısında doğrunun yanında ol.

“Sırtlanları geçmişti beşeriyet yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!” derken Mehmet Akif, – Bir Gece- şiirinde, cahiliye dönemini anlatıyor ama günümüzünde o zamandan pek farkı yok. O zaman gelen kurtarıcı ele ne kadar da muhtacız. Cahiliye karanlığını varlığı ile aydınlatan Peygamber’imize ” Günah nedir? ” diye sorulduğunda ” Vicdanını rahatsız eden şeydir. ” buyuruyor.

& Demek ki vicdana sormak ve alınan cevabı önemsemek gerekiyor. Eğer vicdan değil de nefis dinlenirse, yapılan yanlışlardan duyulması gereken pişmanlıklar ötelenir, nedametler umursamazlığa yerini bırakır.

& Yine yapılan iyilikler madem vicdanı rahatlatıyor ve hayata bir anlam katıyor, öyleyse bunu sürekli hale getirmek vicdanı da besleyecektir. Bu sebeble hayırda yarışmak, hayatı hayır hasenatlar donatmak , başkalarından ziyade kendimize yapılan en büyük iyiliktir.

& ” Vicdan kalp penceresinden bakar, akıl gözünü kapasa da vicdanın gözü, daima açıktır.” düsturuna göre, vicdanın penceresini açık tutmak, manevi hayatla mümkündür.

Vicdanları temiz kişilerden oluşan toplumların da vicdanları temiz olacaktır.

Devamını Oku

Yeni Bir Başlangıç Muharrem

0

BEĞENDİM

Bir Muharrem ayını daha idrak ediyoruz. Hicri takvim Muharrem ayı ile başlar, Zilhicce ile sona erer. Bizler, oruç, hac gibi ibadetlerimizi bu takvime göre ifa ederiz. Aslında müslümanlar, kameri ayları sırası ile takip ediyorlardı. Fakat hangi sene de olduklarını karıştırabiliyorlardı. Özellikle sözleşmelerde bu zaman konusu, problem oluyordu. Bir alacaklı ve verecekli arasında borcun ödeme zamanı konusunda, bir anlaşmazlık olunca Hz. Ömer (r.a.) tarafından bir kurul oluşturuldu. Sa’d bin Ebi Vakkas, Rasulullah’ın vefatını, Talha bin Ubeydullah risaletin verilişini, Hz. Ali ise Mekke’den Medine’ye hicreti takvim başlangıcı olarak teklif ettiler. Kurul Hz. Ali’nin teklifinde karar kıldı. Böylece hicretten 17 yıl sonra, Hicri takvimde başlangıç Muharemin biri olarak kabul edildi.

Hicret, dinini yaşayamayan, işkenceler altında inleyen mazlum müslümanlar için adeta ab-ı hayat olmuştu. Hicret mukaddes bir göçtü. Enfal Suresi, 74. ayette, Allahu Teala şöyle buyuruyor:”İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya, işte gerçek mü’minler bunlardır. Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.”İlahi emire itaat için yapılan bu zorlu yolculuk, bir Peygamber sünnetidir de aynı zamanda. Bu sünnet her zaman ve şartta, sağlam bir niyetle neden ihya edilmesini?

“Hakiki muhacir Allah’ın yasaklarından uzaklaşıp Allah’ın hoşnut olduğu şeylere hicret etmektir” buyuruyor Peygamberimiz. Biz de bu güzel günleri bir fırsat olarak kabul edip, amellerimizi hicret niyetiyle taçlandırarak, haramlardan helallere, çirkinliklerden güzelliklere, küskünlüklerden dostluklara hicret etsek nasıl olur?

Bu mübarek ay, cahiliyeye döneminde de haram aylardandı. Araplar, Zilkade, Zilhicce, Receb ve Muharrem’i haram ay kabul ettiklerinden, bu zamanlarda savaşlara ara verirlerdi, sulh ve emniyet tesis edilirdi. Ne kadar ihtiyacımız var, emniyete, huzura, sükunete, barışa. Hem ülkemizde hem de dünyada.

Muharrem ayı, ulu’l azm peygamberler için de bir müjde ve bağışlanma ayı idi. Hz. Adem, Hz Yunus, Hz. Nuh, Hz. Eyyub, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. İbrahim, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. İsa. Bütün bu Peygamberlerin
hayatında af, bağışlanma, müjde ayı oldu, Muharrem.

Ebû Hureyre’ den(r.a) gelen bir rivayette Rasulullah(s.a.v.), ” Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı), Şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazlardan sonra en faziletli namazda gece namazıdır.” buyuruyor. Yine bir başka hadis-i şerif’ de, Ramazan ayından başka hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz diye soran bir kişiye şöyle cevap veriyor: “Ramazan dışında da oruç tutmak istersen Muharrem ayında tut. Çünkü O Şehrullah’dır. O ayda bir gün vardır ki, Allah onda bir kavmin günahlarını affetti, başka bir kavminde günahlarını affedecek.”

Tevbe ve istiğfar, muhasebe, ibadet özellikle oruç bu aya ne kadar yakışıyor.

Hicri yılbaşının başlangıcı olan Muharrem ayı bizim için de yepyeni bir başlangıca vesile olur, İnşallah.

Devamını Oku

Öldürmek İçin Değil Yaşatmak İçin

0

BEĞENDİM

Bizi yoktan var eden, bizlere hayat bahşeden, eşref-i mahlukat yani insan olarak yaratan, her türlü nimetleriyle serfiraz eden Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun. Yaratılmışların en şereflisi insan, en ağır yükü, emaneti yüklendi. Ahzâb Süresi 72. ayette ; ” “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar , ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim, çok cahil bulunuyor” buyurmuyor mu Rabbimiz?. Emanetin, farzlar, yükümlülükler, Allah’a itaat, akıl ve düşünme kabiliyeti, irade, kader sırrı ve ene yani benlik gibi manalara geldiğini söylemiş alimler. Emanetin kelime manası, korunması gereken şey, eminlik. Hıyanetin zıddı. Hıyanet de emaneti muhafaza edememe. Dinimiz emaneti yüklenen bizlerden mutlaka şu beş esası korumamızı istiyor. Neler bunlar? Bu esaslar hayat,din, akıl, mal ve nesildir.

İmam Gazâlî (r.a.) şöyle diyor bu konuda:” Şeriatın insanların yaşantısı ile ilgili maksadı beş tanedir:

**1.**Dinlerini
**2.**Canlarını
**3.**Akıllarını
**4.**Nesillerini
**5.**Mallarını korumak.
Bu beş esası korumayı sağlayan her şey maslahattır. Bunları yok eden her şey de mefsedettir, onun defedilmesi maslahattır.”

Yaratılış gayemiz Allah’ı tanıyıp O’na itaat etmek, O’nu bilmek ve sevmekse ki bunda şüphe yok. Bunlar – fevkalade bir sanat-ı ilahiye- olan hayatın devamı ve muhafazası olmazsa nasıl mümkün olabilir? İnsan kendisinden beklenen sorumlulukları hangi zeminde yerine getirebilir? Güzel dinimiz, bir otun, bir fidanın, bir karıncanın bile hayat hakkını bile koruyor; öyleyse insanın hayat hakkı mukayese kabul eder mi?

İnsan hayatı, Cenab-ı Allah’ın bir lütfüdür ve kimsenin Allah’tan başka onu alma hakkı yoktur. Kaf Suresi 43. ayette “Biz diriltiriz ve öldürürüz, dönüş de bizedir” buyruluyor.

İslam hukuku, öldürme suçunu önleyici hükümler koymuş, öldüren ve öldürülenin durumuna göre öldürme suçunu gruplandırmışlardır:

**a-** Taammüden öldürme
**b-** Hataen öldürme
**c-** Hatalıya benzer öldürme
**d-** Katili bilinmeyecek biçimde birinin öldürülüşü

Bu maddeler fıkıh kitaplarında çok teferruatlı bir şekilde ele alınmıştır.

“Kim cana can ve yeryüzünde bozgunculuk olmaksızın birini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibidir.” (Maide Suresi 32) İnsan hayatına son derece önem verilmiş, her türlü vakaya, duruma göre kısas, diyet vb. müeyyideler uygulanmıştır.

Başkasının hayatına kastedenler için bakış açısı böyleyken, kendi hayatına kasteden için yani intihar eden için durum nasıldır?

İnsanın bir başkasını öldürmesi haram olduğu gibi kendi hayatına son vermesi de haramdır, kabul edilemez. Nisa Suresi 29. ayet ile intihar kesin olarak yasaklanmıştır.” Ey İman edenler! Birbirinizin mallarını batılla ( haksızlıkla) yemeyin, ancak sizin rızanızda yaptığınız ticaret hariç. Ve kendinizi(ve birbirinizi) öldürmeyin. (intihar etmeyin). Muhakkak ki Allah, size karşı Rahîm’dir.”

Hadis-i şeriflerde de intiharın zemmedildiğini görüyoruz:

Ha. Ebu Hureyre(r.a.) anlatıyor:” Rasulullah(s.a.v.) buyurdular ki: ” Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse, o cehennemlik olur. Orada ebedi olarak kendini dağdan atar. Kim zehir içerek intihar ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir olduğu halde ebedi olarak ondan içer. Kim de kendisine Demir saplayarak intihar ederse, cehennemde ebedi olarak o demiri karnına saplar”(Buhari, Tıbb 56, Müslim, İman 175)

Dinen kişinin başkalarını ve kendisini öldürmesine cevaz verilmediğine göre intihar saldırıları için hiç bir mazeret kabul edilemez. Günümüzde etnik, kültürel veya dini aidiyetleri yüzünden mağdur olan milyonlarca insan, bu açmazdan kurtulmaya çalışmaktadır. Özellikle İslam coğrafyasının hali içler acısı. Hakim durumdaki güçler karşısında, fakir, güçsüz, savunmasız, ezilmiş, hakları ellerinden alınmış, ne yapacağını şaşırmış bir halde, yaralı bir aslan gibi can çekişip duruyor.

Her yer kan gölü. Suriye, Filistin, Irak, Mısır ..Yabancı güçlerle mücadele bir yana, Müslümanlar arasında mezhep, etnik köken, parti gibi meseleler yüzünden çatışmalar eksik olmuyor.

Eğitim, çalışma, azim ile yola çıkmak, insanlığın kurtuluşu için, tek yol olmasına rağmen çok uzun zaman gerekiyor. Sabırsız, mağdur kitleler cihad, şehadet, cennet kavramlarına olmayan manalar yüklenerek kandırılıyor. İşte sonuç Işid, el Kaide, Boko Haram ve diğerleri. Bizim anlayışımıza göre, bir gemide dokuz cani bir masum olsa, o bir masumun hakkı için o gemi batırılmaz. Fakat, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden, canlı bomba olup, cihad yaptığını, yalancı cennetine kavuşacağını sananlara ne demeli?

İbn- i Ömer’ (r.a.) den rivayet edilir:” Kureyş’ten, bir kuşu hedef dikip ona nişan alan gençlerin yanından geçti. Attıkları oklardan hedefini bulamayanları da kuşun sahibine tahsis etmişlerdi. İbn-i Ömer’i görünce dağıldılar. İbn-i Ömer: “Bunu kim yaptı? Allah böyle yapana lanet eder. Rasûlullah(s.a.v.); canlı bir şeyi hedef yapanı Allah lanetlemiştir, dedi.”

Canlı bir kuşu öldürmek bile Allah katında böyleyken, masum sivillere kastetmenin ne kadar kabul edilemez olduğu çok açık.

Savaş esnasında bile Allah Rasulü(s.a.v.) komutanlara şöyle tavsiyelerde bulunuyordu. “Allah’ın adıyla yola koyulun, Allah yolunda mücadele verin, savaştığınız insanlarla aranızda bir anlaşma var ise ona riayet edin, haddi aşmayın, meşru savaşırken öldürdüğünüz insanlara müsle yapmayın( ağzını, burnunu kesmeyin) çocukları, kadınları, yaşlıları, ibadethanedeki insanları öldürmeyin.” Ahmet b. Hanbel, Müsned,1/300; Ebu Davud, Cihad 82)

Dinimizin, basiretsiz, kandırılmış insanların, sahte kahramanların, canlarına, kanlarına ihtiyacı yok. Fakat bizim başkalarını diriltme ve ihya etme hassasiyetine sahip, diriliş kahramanlarına çok ihtiyacımız var. O kahramanları bekliyoruz. Ümitle.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.