DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

STERLİN

53,9495£% 0.21

GRAM ALTIN

4.320,96%0,56

ONS

3.334,69%0,33

BİST100

10.219,40%-0,06

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 31°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Nedim Bulut

Nedim Bulut

11 May 2015 Monday

Cenneti Kazandıran Anne Duası

0

BEĞENDİM

Her yıl Mayıs ayının ikinci haftası Anneler Günü bütün dünyada coşkuyla kutlanır. Bir gün de olsa sevenleri tarafından annelerin gönlü alınıp mutlu olmaları için hediyeler alınır, değişik sürprizler yapılır.

Anneler günü sadece bir gün mü anılmalıdır? Evlatları için onca zahmet çeken bu merhamet ve şefkat abidelerini hatırlamayı bir güne sığdırmak o eli öpülesi aziz varlıklara haksızlık olmaz mı?

Anneler kendilerini evlatları için feda ederler.Ama asıl feda olması gereken evlatlar olmalı.Çünkü Ayeti Kerimede Rabbimiz:
“Rabbin ondan başkasına ibadet etmemenizi ve anne babaya iylik etmenizi emretmişdir. İkisinden birisi yahut her ikisi senin yanında yaşlılık çağına ulaşırsa,sakın onlara öf bile deme;onları azarlama,onlara güzel söz söyle” buyuruyor (İsra suresi 23-24).

Peygamber Efendimiz (sas) ana-babası, yanında yaşlandığı halde, [onların rızalarını alamayıp] Cennetikazanamıyanın burnu sürtülsün (Tirmizî).

Allah-u Teâlâ’nın rızası, ana-babanın rızasında, gadabı da, ana-babanın gadabındadır (Tirmizî).
Hz. Musa’ya cenette komşu olan kasabın kıssasından ders almaya çalışalım.

**HZ. MUSA (A.S.)’IN CENNETTEKİ KOMŞUSU**
Rivâyet edildiğine göre birgün Musa aleyhisselamCenâb-ı Hakk’a dua etti:
– Yâ Rabbî! Benim Cennet’teki komşum kimdir?

Cevâben kendisine:
– Benim filân yerde kasaplık yapan ve dostum olan bir kulum vardır. Ancak onun kasaplıktan başka çok mühim bir işi daha mevcuddur ki, eğer yanına dâvet edersen gelemez! İşte Cennet’teki komşun o olacaktır. buyruldu.

Hazret-i Musa, derhal o kasabı ziyârete gitti. Kendisinin Musa Kelîmullâh olduğunu bildirmeden:

– Ben sana misâfir olarak geldim! dedi.

Kasap da kendisine gelen ve her bakımdan diğer insanlardan farklı olduğu belli olan bu nûr yüzlü misâfire büyük bir tebessümle alâka gösterip onu evine götürdü. Evininbaş köşesine oturtarak izzet ve ikramda bulundu. Ona kendi elleriyle et pişirdi ve önüne koydu. Musa aleyhisselâma, mühim bir işi olduğunu söyleyerek kendisini beklemeyip yemeğe başlamasını söyledi. Kendisi de pişirdiği et yemeğinin diğer kısmını küçük lokmalar hâlinde hazırladı.

Sonra duvarda îtinâlı bir şekilde asılı duran zenbili indirdi ve içinde bulunan çok yaşlı, mecâlsiz âdeta kuş kadar ufalmış bir kadıncağıza hazırladığı lokmaları yedirmeğe başladı. Yemeğin ardından onun ağzını güzelce sildi. Sonra temizliğini yaptı. Sevdi, okşadı ve tekrar büyük bir îtinâ ile yerine koydu. O bunları yaparken, ihtiyar kadıncağız da sürekli ona dualar ediyordu.

Hazret-i Musa, bu zembili kasabın dükkanında da görmüş, fakat bir şey sormamıştı. Hayretle bekledi. Kasap, bütün hizmetini bitirip Hazret-i Musa’nın yanına gelince, O’nun yemeğe başlamadığını görüp sordu:

– Ey nûr yüzlü misâfirim! Niçin yemeğe başlamadın?
Musa aleyhisselâm:
– Sen bana şu zembilin sırrını söylemedikçe yiyemem! dedi.

Bunun üzerine kasap şöyle dedi:

– Ey misâfirim! Bu zembilin içinde bulunan yaşlı kadıncağız benim annemdir. Çok ihtiyarlamış olduğundan tâkatsizdir. Hem ona bakacak kimsem de yoktur. Ben de onu yalnız bıraktığım zamanlarda herhangi bir hayvanın kendisini rahatsız etmesi endişesiyle, böyle zembile koyup yukarı asıyorum. Bazen de yanımda dükkanıma götürüyorum. Benim gönlümün bütün huzûru, ona yaptığım hizmettendir. Günde iki öğün yemek veriyor, anneciğime karşı bütün vazîfelerimi seve seve yapıyorum!

Hazret-i Musa sordu:
– Peki, sen bu hizmetleri yaparken o sana bir şeyler fısıldayarak ne diyordu?

Kasap da:
– Annem yaptığım hizmetler için dâimâ:
–“Allâh seni cennette Musa aleyhisselâma komşu eylesin” diye duâ eder. Ben de bu güzel duâya “Âmin” derim. Ancak o yüce peygambere komşu olabilecek kıymette amel nerede, ben neredeyim? diye cevap verdi.

O âna kadar kim olduğunu gizleyen Mûsâ aleyhisselâm tebessüm etti ve şöyle dedi:
– Ey sâlih kişi, müjdeler olsun sana! İşte ben Musa’yım. Beni sana Allâh gönderdi. Buyurdu ki: «Anasının hizmetinde kusûr etmeyerek rızâsını kazanıp duâsını alan o velî kulumu Cennet’te sana komşu eyledim!» Şükreyle, lutf-i ilâhî sana mübârek olsun!

Gözleri sevinç gözyaşlarıyla dolan kasap, büyük bir muhabbetle Musa aleyhisselâmın elini öptü; Sevinç, şükür ve huzur içinde yemeklerini yediler.

Allah’ın (cc) rızası ve Peygamber Efendimizin (sas) hoşnutluğunu kazanmak için, bizde bu şanslı kasabı kendimize örnek almalıyız.Ahiretimizi kurtarmaya çalışmalıyız.

“Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.” Mesnevi-i Nuriye

Devamını Oku

Hacamat

0

BEĞENDİM

Hacamat, binlerce yıldır dünyanın birçok yerinde koruyucu hekimlikte ve hastalıkların tedavisinde uygulanmış günümüzde de alternatif tıpta en fazla tavsiye edilen tedavi metotlarından biri hâline gelmiştir.

Kelimenin aslı Arapça hicâme(t) olup “emmek” anlamındaki “hacm” kökünden gelir. Hacamat yaptırmaya ihticam, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, denir.

Hacamat kısaca deri altında birikmiş , vücutta hastalıklara neden olan toksik kanın vakumlanarak dışarı alınması işlemidir.
Deri altında birikmiş olan kan , kan özelliğini yitirmiş koyu renkli pelte kıvamındadır ve bağışıklık sistemimizi olumsuz yönde etkileyerek birçok hastalığa kapı aralamaktadır.

Geleneksel olarak boynuzla yapılan hacamat, günümüzde cam kupalar veya vakum setleri yardımıyla yapılmaktadır. Çizme işlemi ise genelde jilet yardımı ile yapılırken kliniğimizde hijyenik olması açısından bistüri(neşter) ile yapılmaktadır. Kullanılan tüm malzemenin, tek kullanımlık olmasına da çok dikkat edilmelidir.

Tıp tarihinde kan alma yöntemiyle tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak bugün de bazı toplumlarda görüldüğü gibi eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıklarında birçok hastalığın tedavisinde vücuttan kan alma yoluna gidildiği bilinmektedir.

Hacamat tedavisi binlerce yıldır Çin’de kullanılan kupa terapisi yöntemiyle ortak prensiplere sahiptir.
Modern tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 460–377) ve Yunan tıbbının büyük hekimi Galen (M.S. 131-210) hacamattan bahsederler.

**Hz. Peygamber’in Hacamat Yaptırması ve Teşvik Etmesi**

Hz. Peygamber (sas) zamanında hacamatın, sağlığı korumak için ve bir tedavi metodu olarak uygulandığını, bizzat kendisinin de hacamat yaptırdığını ve hacamatı tavsiye ettiğini bilmekteyiz.

Hz. Peygamber (sav) bizzat kendisi Ebû Taybe adında bir Haccâm’a başından kan aldırmak suretiyle hacamat yaptırmış, haccâma ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur:

“Hacamat (kan aldırma) sizin için en iyi tedavi yollarından biridir.” (Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakât 62, 63).

İbn Abbas, Resulullah’ın Miraç gecesinde, meleklerden oluşan bir cemaate her uğrayışında kendisine meleklerin, “Hacamat olmaya devam et! Ümmetine de hacamat olmalarını emret!” dediklerini nakleder. (Tirmizi, Tıb, 12; İbn Mâce, Tıb, 20; Ahmed b. Hanbel, I, 354).

Hz.Enes (r.a.), Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), boynunun iki tarafı ile iki omuzun arasından hacamat yaptırdığını bizlere bildirmektedir. (Ebû Dâvûd, Tıb 4; Tirmizi, Tıb 12; İbn Mâce, Tıb 21).

Ebu Kesbe el-Enmari (r.a.) de “Resulullah’ın başından ve iki omuzu arasından hacamat yaptırdığını ve “Kim bu kandan akıtırsa, herhangi bir hastalık için, bir başka ilâçla tedavi olmasa da zarar görmez.” (Ebû Dâvûd, Tıb 4; İbn Mâce, Tıb 21) buyurduğunu haber vermektedir.

Resûl-i Ekrem ve ashabının genel olarak ağrıya ve baş ağrısına karşı, baş (Buhâri, Tıb 13; Müslim, Musakat 62, 63), iki omuz arası (Ebû Dâvûd, Tıb 4; İbn Mâce, Tıb 21), boyunun sağ ve solunda bulunan damarlardan (Ebû Dâvûd, Tıb 4; Tirmizi, Tıb 12), kalça ve ayağın üstünden (Buhârî, Tıb, 14, 15; Ebû Dâvûd, Menâsik, 35, Tıb, 4,5) hacamat yaptırdıkları rivayet edilmektedir.

Hacamatta, vücutta kan alınabilecek noktaların bilinmesi önemlidir. Hadîslerde Peygamberimiz’in (sav), başından, boynundan, omzundan ve ayağından hacamat yaptırdığını görmekteyiz. Fakat hacamatın vücudun sadece bu azalara uygulanmadığını ağrıyan yere göre vücudun değişik yerlerine de uygulandığını bilmekteyiz.

Hz. Peygamber’in (sav) Hacamatı kamerî takvime göre on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günler yapılmasını tavsiye eden hadislerin yanında, bir de hacamatın belli günlere tahsis edilmesiyle ilgili bazı rivayetler de bulunmaktadır.

İbn Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hacamat için pazartesi, salı ve perşembe günlerini tavsiye etmekte (bk. İbn Mâce, Tıb, 22)

### Hacamatın Faydaları

Peygamberimiz (sas) hacamatın faydası ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Hacamatta şifa ve bereket vardır. Ayrıca hacamat aklı ve hıfzetme (ezberleme) gücünü arttırır. (İbn Mâce, Tıb 22).

Hacamat her şeyden önce bir kan verme eylemi olduğundan kan vermenin tıbbi faydaları başlığında bütün faydalara haizdir. Hacamat bağışıklık sistemine bağlı tüm kronik hastalıklara karşı tedavi edici özelliğe sahip olduğu gibi hastalıklardan korunmak adına da yapılır.

-Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, vücuda direnç kazandırarak hastalıklardan korur.
-Kanda birikmiş ağır metal ve toksinlerin atılmasını sağlar.
-Kan üretimi ile görevli organları uyarır, kan dolaşımını ve metabolizmayı düzenler.
-Ağrıların giderilmesi ve ödem çözülmesinde etkilidir.
-Migren, bel-boyun fıtıkları, eklem ağrıları, karaciğer sorunları, kalp hastalıkları, psikolojik hastalıklar, unutkanlık, göz problemleri, kronik yorgunluk, tansiyon gibi bağışıklık sistemine bağlı tüm kronik hastalıkların tedavisinde başarıyla uygulanır.

Modern Tıpta; Hacamat, deneysel çalışmaların yetersiz olması ve tıbbi sakıncaları yüzünden modern tıpta kullanılmamaktadır. Kan vermenin de hacamat ile benzer etkide olduğu söylenebilir. Hacamatta kılcal damarlar üzerinden kan alınmaktadır. Kan verme işleminde ise venöz(toplardamara ait olan) kan verilmektedir.

### Tıbbi uyarılar:

Kansızlık, demir eksikliği, tansiyon düşüklüğü olan kişilerde, demir eksikliği ve beslenme problemleri nedeniyle dikkat eksikliği ve zihinsel yetersizlik yaşayanlarda akıtılan kan volümüne bağlı olarak durumu ağırlaştırabilir. Steril şartlarda yapılmayan uygulamalar hepatit B, HCV, HIV gibi tedavisi güç hastalıkların kişiye bulaştırılmasına yol açabilir. Çocuklarda, yaşlılarda, Hamile veya mensturasyon dönemindeki kadınlarda, metastatik kanser hastalarında, kemik ve kas problemleri olan kişilerde uygulanmamalıdır. Ayrıca DVT (kanın pıhtılaşarak beyne gitmemesi) rahatsızlığında da hacamatın uygulanmaması gerektiği bildirilmektedir.

Neticede hacamat da diğer tıbbi uygulamalar gibi sağlığımızı koruyan ve şifayı verenin yalnızca Allah olduğunu bilerek, yine O’nun ve hepimizin sevgilisi Hz. Muhammedin (sas) tavsiye ettiği vesileler ile O’nun Hafîz ve Şâfî isimlerine müracaat ederek şifa kapısına bir dokunuştur.

Devamını Oku

Biz, Ben, O (c.c.)

0

BEĞENDİM

Milli ve manevi duyguların yoğun yaşandığı bu günlerde İnsan, bazen şahsı adına bazen de milleti adına gurura kapılabilir.Bu sebeple,hem şahsi benlik hemde toplumsal benlikten sıyrılabilmemiz için,her şeyimizle borçlu olduğumuz O(cc) na yönelmemiz gerekiyor.

“Ben”lik, insanın Allah’ın karşısındaki aczini unutarak kibirlenmesi, diğer insanları kendinden aşağı görmesi ve büyüklük hissine kapılmasıdır. Halbuki İnsan; Allah’ın lütfetmesiyle görme, duyma, işitme vb. gibi birçok nimetlerle teçhiz edilmiş başkasının yaratmasına ihtiyaç duyan aciz bir varlıktır.

Benlik dünyada ve ahirette insanı büyük yıkıma sürükleyen kötü ahlak özelliklerinden biridir. Benlik duygusu kişiyi sevgisiz, egoist, zalim ve merhametsiz bir insan haline getirmektedir. Herkesten daha üstün olduğuna inanan bir kişi, herkesten çok kendisini sever ve kendisine saygı duyar.

Bir başka insanın kendisinden daha iyi, daha doğru ya da daha isabetli düşünebileceğine ihtimal vermez. Bu nedenle de kendisini daha iyiye yöneltmek isteyen insanlara karşı sevgi, şefkat ve saygı yerine, öfke ve kibirle karşılık verir. Bu bakış açısı nedeniyle de karşısındaki insanlardaki güzel ahlak özelliklerini göremez. Kendinden başkasına saygı ve sevgi duyamaz, takdir edemez, övgü sözleri söyleyemez. Bu ahlakından dolayı, başkalarından istifade edemez ve ahlakını geliştirip güzelleştiremez.

Diğer taraftan, üstün olma duygusu her zaman ferdî benlikten kaynaklanmaz. Bazen insan, enaniyetini besleyen yanlış his ve düşünceleri kendi içinde eritebilir.

Yani, bir milletin, bir cemiyetin ya da bir cemaatin mensubu olmak da insanı bambaşka bir enaniyete ve seçkinlik hissine itebilir. Bu his sebebiyle kimileri “Harika insanlar meydana getiren bir milletin fertleriyiz” der övünürler.

Aslında, insanın şahsî hayatı hesabına “benlik”ten sıyrılması çok büyük bir başarı ve şeytana karşı önemli bir savunmadır. Fakat, “ben” duygusunun yerine “biz”i koymak, başlangıç itibarıyla takdire şayan bir adım olsa bile, şayet “ben”nin yerini “biz” alır ve insan o noktaya takılıp kalırsa bu da çok ciddi bir tehlikedir. Zira, “biz”e geçiş bir mertebe ise de, orada da durmamak ve “O”na yürümek; her şeyi “O”na vermek esastır.

“O”nu işaret etmesi gereken kimseler, “Var mı benim gibisi!” türünden ifadelerle “benlik” hırıltıları çıkarırlarsa ya da “biz” duygusuna bağlı bir üstünlük düşüncesini seslendirirlerse, işte o zaman, ilahi ihsanları şahıslara yada guruplara bağlamak suretiyle nankörlük yapmış ve Allah korusun bir çeşit şirke düşmüş olurlar.

Dolayısıyla, bir insanın sürekli kendi istidat ve kabiliyetlerini nazara vermesi ve kendisinden bahsetmesi ne kadar çirkin ise, bir toplumun fertlerinin her fırsatta mensup oldukları toplumun faziletlerini, üstünlüklerini vurgulamaları da o denli çirkindir;

Din ve millet yolunda hizmete etmeye çalışan insanlar, Kârun gibi düşünüp Kârunca konuşacaklarına, gurur ve enaniyeti bırakmalı; aczinin, fakrının ve ihtiyaçlarının farkında olan kullar gibi tazarru ve duâ ile O(cc)na yönelmelidirler.

Dolayısıyla insan, Allah’a sığınarak ve iradesinin gereğini yerine getirerek nefsanî hislerin ve şeytanî fikirlerin üstesinden gelmeye çalışmalıdır

Nasıl ki, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “ İmanınızı Lâ ilâhe illâllah ile yenileyiniz.” (Müsned , 2:359) buyurmakta ve ümmetini sürekli iman yenilemeye davet etmektedir; aynen öyle de, insan kulluk anlayışına ters duygu ve düşüncelerle de sürekli mücadele içinde olmalıdır.

Efendiler Efendisi duasını ümmetine bir hedef olarak talim buyurmuştur.

“Yâ Hayyu, yâ Kayyûm! Rahmetin hürmetine Senden yardım diliyorum; her hâlimi ıslah buyur ve göz açıp kapayıncaya kadar olsun beni nefsimle baş başa bırakma!” (en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/147; el-Bezzâr, el-Müsned 13/49)

Devamını Oku

Peygamberimiz (s.a.s.) Doğarken

0

BEĞENDİM

Beş yüz yetmiş birde
Bir güneş doğdu:
Adı Muhammed’di
İlk sözü ümmet.

Zaman, ahir zaman öncesi en karanlık anlarını yaşıyor. Fakat gözler ufukta. Gelecek bir müjde, bir kurtarıcı beklemekte. Yaşlı dünyamız uzun, çok uzun zamandan beri bu cana can katacak, ruhları diriltecek; sabahı, gece durmaksızın bir yandan öbür yanına dönerek gün doğumunu bekleyen insan gibi bu kutlu doğumun sabahını bekliyordu.

Fakat bugünkü gün öyle bir gündür ki, ona kavuşmak için yıllardır müjde bekleyen, yol gözleyen sadece insan değil, bütün kainat o anı bekliyor. Gökyüzünün derinliklerindeki gezegenler bile bugünü görme özlemi ile gözlerini dikmiş, beklemekteydiler.

Kutlu doğumun sabahı, işte o cana can katan sabah, işte o mutlu ve kutlu saat, işte o mesut andır. Abdullah’ın yetimi, Âmine’nin ciğerparesi, Kâbe’nin sultanı, âlemin manevî sultanı, yeryüzünün imamı, iki cihan sultanı, kutsal âlemden geçici âleme şeref vererek, azamet ve ihtişamla geldi.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğumu, Rebiülevvel ayının 12. günü, (20 Nisan) Pazartesi gecesi tanyeri ağarırken olmuştur. Yeryüzünün en kutsal şehri olan Mekke’de güneşin ilk ışıkları dünyayı aydınlatmaya başladığı bir zamanda Risalet güneşi doğmuştur. Ve nuru ile bütün zamanlan ve mekanları aydınlatmıştı.

Kâinatın Medarı İftiharı Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s.) peygamberliği kâinat çapında bir icraat olduğundan dolayı, doğmadan önce ve doğumu esnasında birtakım harikulâde olaylar cereyan etmiştir.

Zaten her peygamber O’nu haber vermiş, Hz. Musa ve Hz. İsa (aleyhimüsselâm) kitaplarında O’na ait pek çok özellikten bahsetmişlerdir. O beklenen bir peygamberdir. Kâinat çapındaki bu önemli hadiseden dolayı, bazı önemli olayların olması hiç de yadırganmamalıdır.

Sevgili Peygamberimiz’in doğduğu gece meydana gelen olağanüstü olaylardan bazıları şöyledir:

1. İran hükümdarı Kisrâ’nın sarayı sallanmış ve l4 sütunu yıkılmıştır.

2. İstahrâbâd’da bin senedir yanması devam ettirilen ve söndürülmeyen, Mecusîlerin taptıkları ateş, Peygamberimizin (asm) doğduğu gece sönmüştür.[5]3. Kâbe’de bulunan putlar yüzüstü yere yıkılmıştır.

4. Sava (Taberiye) Gölü kurumuştur.

5. Semave Deresi taşmıştır.

6. O gece Kâbe’nin yakınında bulunan dedesi Abdulmuttalib’in kulağına gelen bir ses; “Şu anda oğlun Abdullah’dan bir çocuk dünyaya geldi. Onun varlığı âlemlere rahmettir. Çocuğun adını Muhammed koy” denilmiştir.

7. Hz. Muhammed (s.a.s.), göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş bir şekilde dünyaya gelmiştir.

8. O gecenin sabahında Medine’de bir Yahudi halka seslenerek: “Bu gece Ahmed’in yıldızı doğmuştur” demiştir.

9.Doğumu esnasında biz öyle bir nur gördük ki, o nur doğuyu ve batıyı bize aydınlattırdı.

Netice olarak deriz ki: Resulullah’ın (s.a.s.) peygamberliğinden evvel, O’nun davasını tasdik eden ve peygamber olacağını gösteren pek çok hadiseler olmuştur. Evet:

– Dünyaya mânen reis olacak
– Ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek
– Ve dünyayı âhirete mezraa yapacak
– Ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek
– Ve cinlere ve insanlara ebedi saadet için yol gösterecek
– Ve fâni varlıkları ebedî idam gibi görünen ölümün hakiki mahiyetini anlatarak onları kurtaracak
– Ve dünyanın yaratılışının hikmetini anlatacak.
– Ve Hâlık-ı Kâinatın maksatlarını bilip ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zât,
– Elbette daha gelmeden her şey, her tür varlık, her canlı O’nun (s.a.s.) geleceğini sevecek ve bekleyecek ve karşılamak isteyecek ve gelişini alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nitekim diğer bölümlerde naklettiğimiz rivayetlerde gördük ki, mahlûkatın herbir türü, onu en güzel bir karşılamayla mucizelerini gösteriyorlar, mucizeler lisanıyla peygamberlik davasını tasdik ediyorlar.

Devamını Oku

Efendimiz (sas)

0

BEĞENDİM

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107).

Necip Fazıl Kısakürek ‘O (sas) ki o yüzden varız’ der.

Her yıl Nisan ayının 20 sini içine alan hafta ‘Kutlu Doğum’ haftası olarak kutlanır. Hem okullarımızda hem de diyanet camiasında çok rağbet görür.Nasıl görmesin ki.Kainatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Zatı (sav) anmak, O (sav)’nun yakınlığını kazanmak ne büyük bir şeref ve payedir.

Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O (sav)’nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir.

Bununla beraber, O (sav)’nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O (sav)’nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.

Cenabı Hak, varlığını ve birliğini insanlara duyurmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin içerisinde O (sav)’nun müstesna bir yeri vardır. Bütün Nebiler ve Rasûller O (sav)’nu müjdelediler. Bütün semavi kitaplar ondan söz ettiler.

O (sav) imansızlığın, ahlaksızlığın, zulmün ve cehaletin insanlığı kapladığı bir zamanda, bir hidayet meş’alesi olarak geldi. Peygamberlik kapısı onunla kapandı ve mühürlendi. O (sav) insanlığın da, peygamberliğin de zirvesindedir.

Allah’a giden yol, O (sav)’ndan geçer.

Zatı ulûhiyeti tasdikle başlayan kelime-i tevhid; O (sav)’nu tasdikle son bulmaktadır. Bu demektir O (sav)’ nsuz muhabbet olmaz. Nitekim Kur’an-ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah’ta sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın…”[Ali İmran 31].

O (sav)’nun hayatı; edep, nezaket, iyilik, temizlik, sevgi, şefkat, merhamet, ihlas, samimiyet, vefa, doğruluk ve diğer faziletlerle dolu bir hayattır.

Beşeriyyetin ebedi huzur ve saadete kavuşması ancak O (sav) büyük insanı her zaman ve mekanda, her işte ve herhalde örnek almakla mümkündür. Peygamber Efendimiz (asm) :

•Mü’minlere karşı çok şefkatli, kâfirlere karşı ise çok heybetliydi.
•Hiçbir övgüyü kabul etmeyecek kadar mütevazı ,fakat bütün insanlardan daha vakurdu.
•Başkalarına karşı çok cömert, kendisine ise iktisat ederdi.
•O (sav) kadar cesurdu ki, savaşta düşmana en yakın çarpışan hep O (sav) olurdu. Fakat Allah’dan en çok korkan insan, yine O(sav)’ydu.
•Kendisine yapılan her kötülüğü affeder ama bir başkası zulme uğradığında kılı kırk yaran bir adâletle muamele ederdi.
•O (sav) öyle bir Zattı ki; cömertlik-iktisat, cesaret-korku gibi bir arada bulunması neredeyse imkânsız olan birbirine zıt hasletler, en yüksek derecede ve en güzel halleriyle Onda bulunabiliyor, bu da O (sav)’nun ahlâkını mucize yapıyordu.
•O (sav) “en kanatkâr”; “Rabbine en çok güvenen”; “en vakur” ; “en sabırlı” ; “en mütevazı”; “en cömert”; “en cesur, en yiğit”; “en halîm, en yumuşak huylu”; “en şefkatli” bir insan idi.
•O (sav) nun Nuruyla, bütün karanlıklar aydınlandı. Bir matemhâneyi andıran âlem, neşe ve sevinçle doldu. Onun öğrettikleriyle her şey birbirine dost, kardeş ve arkadaş oldu.
•O (sav), âlemlere rahmet olarak gönderildi. Varlıkların övünç kaynağı oldu.
•O (sav), içindeki ahlâk güzelliği yüzüne yansımış güzel bir Nurdu. O (sav) Nurla, âlemler Nur doldu.
•O (sav) Nerun güzelliği, nice bülbülleri kendine aşık eyledi.
•O (sav) Nurun asıl güzelliği, güzeli çok seven sonsuz bir Güzeli ve güzelliği göstermesiydi. O (sav) sonsuz Güzel de, bütün güzellikleri, o güzel Nur un üzerinde toplamıştı.

İşte biz, o güzeller güzeli Rabbimiz’in dergahında boynumuzu büküyor; elimizi açıp yalvarıyoruz. O (cc)’nun en çok sevdiği ve bütün güzellikleri üzerinde topladığı Habîbini, hakkıyla sevmeyi ve sadakatle bağlanmayı niyaz ediyoruz.

O (sav)’nun günlük hayatı çok değişik yönleriyle ele alınabilir. Ancak ne şekilde ele alınırsa alınsın, her yönüyle bütün insanlığa ışık olacak uygulama ve sözlerle karşılaşılacaktır.

Günlük hayatın adeta kâbusa dönüştüğü bir dönemde, O (sav)’nun günlük hayatını inceleyen ve kendisine dersler çıkaranlara ne mutlu.

Şefaat Ya Resulallah (sav).

Devamını Oku
porno porno izle porno doeda ramadabet girişsloticaleograndslotdayvenombetdeobetritzbetexonbet girişbetwildradissonbetpashagamingpalacebetmaxwinspinco girişbetsinbetsalvadorpalazzobetroyalbetgrandpashabetgrandpashabet güncel giriş

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.