38,4455$% 0.02
43,9008€% -0.18
51,5876£% -0.28
4.092,38%-0,96
3.309,67%-1,02
9.262,51%-0,48
28 July 2016 Thursday
islamın ilk dönemleriden günümüze kadar tüm İslam devletlerinde geniş yetkilerle donatılan imamlar, insanın bulunduğu hemen her yerde görev yapmışlardır. Önder, öne düşen, yol gösteren, kendisine uyulan, insanları hayra ve iyiliğe çağıran, insanların söz, hitap veya davranışlarına uyarak çevresinde toplandıkları kişi, anlamlarına gelen imam, vatandaşlar arasındaki sorunu çözmede etkin bulunmuş, yerine göre bulundukları yerde devletin tek görevlisi olması yönüyle de resmi belgelere devlet adına imza atmışlardır.
Geçmişte bu kadar ön planda olan imamlar günümüzde de aynı vazifeyi ifa ediyorlar. Yetki olarak tarihteki örneklerindeki kadar olmasa da imam sosyal hayatta çok etkin, hayatın içinde, mutlaka fikir danışılan ve sözüne itibar edilen bir rehber konumundadır.
Başarısızlıkla sonuçlanan 15 temmuz FETÖ darbesinden sonra, Cumhuriyetten sonra yaşanan sürecte bir çok özelliklerine şahit olduğumuz imamların bir başka kahramanlığınıda gördük.
Osmanlı imparatorluğu döneminde, savaşa giden kara ordularında alay imamları, denizlerde ise gemi imamları bulundurulmuştur. Bu imamlar namaz kıldırmanın yanı sıra, dualar edip ordunun motivasyonunu arttırmışlardır.
Malesef imamlarımız günümüzde özellikle ordu içinde biraz arka planda kalmışlardı. İmamların bu kadar geri planda kalması ordu da birçok problemi beraberinde getirmiştir. Peygamber ocağı ordumuz bizzat kendi milletine karşı defalarca darbe gerçekleştirmiş, millete adeta kan kusturmuştur.
Tarihte ilk defa Ordu içindeki hain bir gurubun alçakca darbe girişimine ise toplumun tamamına kısa zamanda ulaşabilme kabiliyeti olan imamların müthiş gayretleri ile durdurulmuştur. Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti, Reisül Diyanet Mehmet Görmez’in talimatlarıyla kalkışmanın ilk başladığı andan itibaren hemen camilerine koşup yıllarca cemaatlerini namaza çağırmak için kullandıkları mikrofonlarını bu sefer minarelerde okunan ezanlar kısılmasın diye kullandılar.
Salalarla cemaatlerini meydanlara davetederek imamın görevinin sadece namaz kıldırmak olmadığını, yeri geldiğinde vatanı hain bir darbeden kurtarmanında imamın görevi olduğunu adeta haykırdılar.
Yeri geldi sabahlara kadar sala okudular,
Yeri geldi milletin kanını dökmek için yola koyulan tankın üzerine çıktılar,
Yeri geldi ellerinde silahlarla terörist kovaladılar,
Yeri geldi sabahlara kadar camide duaya durarak ilahi desteğin davetçisi oldular,
Yeri geldi vaazlarda halkı bilinçlendirdiler.
Bu ve benzeri dabe girişimlerinin bir daha gerçekleşmemesi için şunlar yapılmalıdır.
Genelkurmay Başkanlığına, Kuvvet komutanlıklarına, Ordu merkezlerine ve tüm kışlalara imam atanmalıdır.
Askerlere din dersi konmalı, imamlar bu dersleri vermelidir.
Askeri okulların ders programları Peygamber ordusu ve Muhammedciklere uygun şekilde revize edilmelidir.
Onlarca savaşa katılmış ve hiç bir masuma zarar vermemiş Efendimizin (s.a.v) savaş metodu kışladan içeri adım atan tüm neferlere öğretilmelidir.
Başarısız FETÖ darbesi tüm ince ayrıntılarıyla ortaya çıkarılacak, olayda etkin olan herkes gerekirse idam edilecek ve milletimiz bu beledan kurtulacaktır.
Tarih bu günleri kaydederken imamların darbeyi engellemekteki muhteşem kahramanlıklarını ise kalın harflarle yazacak ve bu destan dilleden dillere anlatılacaktır.
Alvarlı efe hazretleri ve bir başka hoca arkadaşı hastalandığını işittikleri, çok sevdikleri bir dostlarının Horasan’daki köyüne ziyarete giderler. Köyün ağası olan arkadaşları 70 yaşını doldurmuş ölümle sonuçlanabilecek ağır bir hastalığa tutulmuştur.
Hocaefendi hem O’nu ömrü hayatında son bir kez görmek, hem de ölmeden önce telkinle vermek için ziyaret ederler. Biraz muhabbet ve hoş sohbetten sonra Alvarlı efe hazretleri ısrarla ne olur ne olmaz diyerek telkin getirelim der. Ağa ise “hocam ben daha 30 yıl yaşayacağım, boşuna şimdiden okutma” der. Efe hazretleri ölümün yaklaştığını düşünüp arkadaşının hayal kurduğunu zanneder. Onun hayatı ve sonsuzluğu düşündüğünü ve böyle söylediğini düşünür ve zorla da olsun telkin getirtir. Sonrasında köyden ayrılır. Aradan bir kaç hafta geçer. Dostlarının ölüm haberini almazlar. Aksine oralardan gelen bir tanıdıkları ağanın sağlığın yerine geldiğini, tekrar düzeldiğini söyleyince hoca efendiler çok şaşırırlar. Tekrar ziyaretine giderler. Telkin vermek için sıkıştırdıkları ağayı bu kez 30 yıl meselesini anlat diye sıkıştırırlar.
Köyün ağası dostlarını kırmaz ve anlatmaya başlar.
“Ramazan ayının son günlerinde bayram alışverişi yapmak üzere atıma binip çarşıya inmiştim. Terekemi çocuk kıyafetleri, bayram şekerleri ve bir dolu eşyayla doldurduktan sonra köyüme doğru dönüyordum.
Yolda iki eliyle, iki tane çocuğu tutmuş dağa doğru ilerleyen bir kadın gördüm. İkindi sonrasıydı. Akşama az kalmıştı. Kadın ilerlediği tarafta hiç bir yerleşim yeri yoktu. Çok şaşırmıştım. Bunlar bu saatte nereye gidiyorlar diye merak ettim. Atımı hemen onların bulunduğu yere doğru sürdüm. Kadın biraz korktu ve mahcup bir halde yüzünü kapattı.
Hanımefendi korkma sana bir zarar verecek değilim. Merak ettim bu saatte iki tane çocuğunu almış nereye gidiyorsun? Gittiğin yolun üzerinde de hiç bir köy yok. Üzüntüden perişan vaziyetteki kadıncağız bana yüreğimin bamteline dokunan şu cevabı verdi:
“Benim eşim vefat etti. Hiçbir gelirimiz yok. Yarın bayram herkes çoluğuna çocuğuna elbise kıyafet ve benzeri birçok şey aldılar. Evlerini misafirlere ikram edilmek üzere şekerler ve tatlılarla donattılar. Mutlu bir şekilde bayrama giriyorlar. Benim ise alacak hiçbir şeyim yok. Çocukların mahcup bir şekilde bayramı geçirecekler. Onların bayramı böyle geçirmesini istemediğimden dolayı dağa doğru çıkıyorum. Üç gün dağda kalacağım. Bayram bittikten sonra döneceğim”
Bu sözler yüreğime hançer gibi saplandı. Bohçan var mı diye sordum.
Kadın bohçasını açıp ve yere serdi. Bende terekeme doldurmuş olduğum tüm malzemeleri bohçaya doldurdum. Kadın çok şaşırdı. Sevinçten uçacak gibi oldu. Ellerini açıp bana epeyce dua etti.
Duanın hatırladığım kısmında “Allah sana 10 tane erkek evlat versin, 12 baş öküz nasip etsin, yüz yaşına kadar hayat nasip etsin” diye dua etti.
Bayram ihtiyaçlarımı farklı bir şekilde hallettim. Bana etmiş olduğu duaların iki tanesi sonradan gerçekleşti. 10 tane erkek evladım oldu. Hayvan çiftliğim doldu. Kadının iki duasını kabul eden Rabbim hoş üçüncüsünü reddetmez” Hikayeyi dinleyen Efe’nin dudaklarından kaside dökülür.
Derde dermendır bu dert, dertliyi sever Samet
Derde dermendır Ehad, fazlı seni bulmaz mı?
Avlarlı Efe
Ey derde mübtela dostlar; Duaların makbul olduğu Ramazan ayının bu son günlerinde, bayram arefesinde çok ızdırap ve sıkıntı çeken kadın gibi dertlenmek veya ağa gibi dertli birinin derdini, sıkıntılarını giderip duasını alma vakti. Ağa ne o hafta ne de sonraki haftalarda vefat eder. Tam yüz yaşına kadar yaşar. Rabbim sıkıntıda olan mümin kullarının sıkıntılarını giderip iki bayram yaşatsın.
Doğan Hattatoğlu 1953 yılında Erzurum’da dünyaya gelir. Maket sanatçısı olarak eğitimini 1979’da tamamlar. Devlet dairelerinde değişik vazifeler alır. Karayolları 12. Bölge müdürlüğünden 2007 yılında emekli olur.
Cami maketi yapmaya ilgisi ilginç bir olay sonucunda gerçekleşir. Erzurum’da yapılacak olan Müftü Solakzade Camii’sinin projesini incelemeye davet edilir. Cami projesinin çok küçük olduğunu şehrin girişine Müftü Solakzade’nin adına yakışır büyük bir cami yapılması gerektiğini ifade etse de kimseyi ikna edemez. Mahalleliden imza toplar dernek yönetimini değiştirir.
Sonrasında büyük bir cami projesiyle inşaata başlar. Hiç paraları yoktur. İnşaatın gecikmesi eski dernek yöneticilerinin homurdanmasına ve dedikodular çıkarmalarına neden olur. Doğan bey farklı bir yol aramaktadır. Bir gün Caminin maketini yapmaya ve maket üzerinden yardım toplamaya başlar. Erzurum’a bu kadar büyük bir cami yapılacağını duyan ve maketi gören herkes adeta yardıma koşar.
Cami biter ama Hattatoğlu’nda Cami maketlerini yapma duygusu yeni kamçılanmıştır. Vakit ve para isteyen bu iş için çocukları da teşvikkar olurlar. Çocuklarına verdiği “madem çok istiyorsunuz artık sigara içen ve kahvelere takılan birisi gibi davranıp para biriktireceğim der” Her ay sigara ve kahve parasını biriktirir bunlarla malzeme alır.
Erzurum Ulu Camii ve Lala Paşa camii ile işe başlar. Yaptığı maketlerle katıldığı şehir tanıtım fuarlarında Erzurum’un 1500 şehir içinde 2. olmasını sağlar.
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Tillo’aki medresesinin maketini yapar. Bu maketi TBMM’de sergilerken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a medresenin ışık sisteminin bozuk olduğunu söyler.
Dönemin Başbakanı Erdoğan hemen oranın yapılması talimatını verir. Televizyonda o mekanın aslına uygun restore edilip hizmete açıldığını duyunca dünyalar onun olmuş gibi sevinir.
Hattatoğu’nun en büyük hayali ise Kabe’nin maketini yapmaktır. Umreye gider ama ölçüleri alamaz. Bu onun içindeki arzuyu daha da kamçılar. Almanya üzerinden hacca gider. Kabe-i Muazzama’nın ölçüsünü karış karış alır. Çevresini adım adım ölçer. O dönemler fotoğraf çekmek yasaktır ama O, gizli saklı bir şekilde ihtiyacı olan tüm bölmelerin resimlerini çeker.
Döndükten sonra aldığı ölçüleri orjinalleri ile karşılaştırır. Sonuçlar tam istediği gibi aslına uygun çıkmıştır. Üstelik Kabe’deki bazı çıkıntıların ölçüsü hiçbir yerde yoktur ve o bunları hassas bir şekilde ölçmüştür.
Mescid-i Nebevi’nin ölçülerini de aynı usül ile alır. Bu eserin yapımı tam iki yıl sürer. Nedenini sorunca “2540 pencere var hepsini bire bir eserde gösterdim. Çok ciddi bir ince işçilik gerekiyordu” diyor. Mescidin her karesinin birebir fotoğrafını çeken Hattatoğlu bu alanda bulunma bir eseri ortaya koyar.
Yaptığı eserlerden çocukları ile yapmış olduğu anlaşma gereği hiç para almayan ve eserlerini asla satmayan Hattatoğlu İslam coğrafyasının güzide eserlerinin maketlerini yapmak ve onlar vakfetmek inanılmaz bir haz veriyor diyor.
### Hattatoğlu; “bazen iki gün üst üste çalışıyorum namaz dışında yeme için bile mola vermiyorum” diyerek bu eserlerin ortaya çıkmasının ardındaki emeğe işaret ediyor.
Mescid-i Nebevi ve Kabe- Muazzama’nın maketlerini gören hemen herkesin burada Mescid-i Aksa eksik diyerek kendisini teşvik ettiğini belirtir. Eserleri ziyaret eden dönemin Diyanet İşleri Başkan yardımcısı Necmettin Nursaçan Hocaefendi’nin 30 defa gittiğim Medine’de hissettim kendimi demesi ve bu eserlerin yanına Mescidi Aksa’nında konmasını istemesi ile Mescid-i Aksanın maketini yapmaya karar veriyor.
Gazze’ye gidiyor. Ölçüleri alıyor. Binlerce fotoğraf çekiyor. İsrail askerleri ellerinden gelen zorlukların tamamını çıkartıyorlar. Caminin bahçesinden toprak alırken arbede yaşanıyor. Tabi kazanan Hattatoğlu oluyor ve cami bahçesinden orijinal topraklarla eserini süslüyor.
Maketin açılışına Mirasımız derneğinin katkılarıyla Gazze’den misafirler davet ediliyor. Gelen uzmanların takdir ifadeleri ve kendimizi evimizde hissettik diyerek duygularını ifade etmeleri aldığı en büyük teşekkür oluyor.
Tam bir buçuk yıl süren çalışmanın ardından Efendimizin Miraca çıktığı caminin maketini, Miraç kandilinde açıyor. Büyük bir huzurla dolan Hattatoğlu Dünya’da bir ilki gerçekleştirmenin mutluluğunu iliklerine kadar hissediyor.
Yaptığı eserlerin tamamını vakfeden Hattatoğlu, fırsat buldukça namazlarını Ulu Cami’de kılıyor. Namaz öncesi ve sonrasında ziyaretçilere mekanları en ince detaylarına kadar anlatıyor.
Hattaoğlu “yapılan işleri para karşılığında yapsaydım bu kadar hassas olamazdım. Gönül vermeden yapılan bir işte mutlaka eksiklikler bulunur” diyor. Yaptıkları karşılığında kimseden madalya beklemediğini üç büyük mescide hizmetin en büyük onur olduğunu ifade ediyor.
Doğan Hattatoğlu son arzusunu şu şekilde ifade ediyor: “Eserleri yaparken Rabbime bu eserler bitmeden canımı alma diye çok dua ettim. Tamamlamama müsaade Rabbime çok teşekkür ediyorum. İnşallah eserler daha çok insana anlatılır ve insanlarda kutsal mekanları ziyaret arzusunu kamçılar”
Üç mübarek mescidin maketini yapıp sergileyen ve insanlarda ayrı bir heyecan oluşturan Doğan bey’e teşekkür ediyorum. Rabbim sayini meşkur eylesin.
Recep Seydi 1960 yılında Ordu Kabadüz, Dereköy mahallesinde dünyaya gelir. Yaşadığı köyde amcası teravih namazlarını kıldırmaktadır.
Babası köyde teravih namazını kıldıracak başka kimse olmadığından dolayı oğlunun teravih namazlarını kıldırması için onu 14 yaşında Kuran Kursuna verir. İmamı olmayan köyde böylece çekirdekten yetişme bir imam olacaktır.
Ordu merkez Kuran Kursu’na kaydı yapılır. Kursun hocası bu yeni talebedeki kabiliyeti keşfeder. Kuran-ı kerim öğrenmek ve kısa sureleri ezberlemek için girdiği kurstan hafız olarak çıkar.
Hafızlığını meşhur Mehmet Konak Hocaefendi’nin yanında tamamlaması onun için ayrıca bir güzellik olur.
Recep Hocaefendi “Hafızlık yaparken görev almak aklımızda yoktu, biz cemaat olamayız derken Allah bizi cemaatin önüne geçirdi” diyerek imam oluşunu özetliyor.
1978’de Fatsa Bozdağ köyünde imamlığa başlar. Zorlu bir imtihanla başlar göreve.
İlk ezanını okuyacakken cemaatten birisi “hoca erken ezan okuyorsun” diye çıkışır. “Biz burada asrı saniye göre okuyoruz” deyince meseleyi anlayan genç imam sorunu büyütmeden çözer.
18’inde Fatsa’da iken sağ sol davası vardır. Gelen cenazelerin namazını kıldırmak çok zor gelir. Hatta cenaze namazı esnasında cami silahla basılınca cenazeyi bırakıp kaçarlar. O anlarda kadınların ağlaması hala gözlerinin önünde ve sinesini yakan bir acı olarak tazeliğini korumaktadır.
Fatsa’da tüm yazını Kuran kursunda çocukları okutarak geçirir. O esnada camiye siyasi sloganlar yazanlara, O’nu korkutup bu işten vazgeçirmeye çalışanlara aldırış etmez.
Oradan Gülyalı merkez camiine müezzin olarak atanır. Üç ay görev yapıp askere gider. Dönüşte İmam Hatip camii’ne atanır. 10 yıl orada kalır.
Bu esnada İHL’yi de dışarıdan bitirir. Burada Görev yaptığı sürede yüzlerce öğrenci yetiştirir.
İmam hatip camiinde görev yaptığı esnada yetiştirdiği öğrenciler yıllar sonra Avusturya’ya yurt dışı görevine gittiğinde karşısına çıkar. Her biri bir mahallede imamlık yapmaktadır ve din görevlisi eksikliğini hissettirmemektedirler.
Recep hocaefendi bu durumu şöyle açıklıyor; “yapılan hiçbir fedakarlığın hatta en ufak gayretin bile boş olmadığını ortamını bulunca filizlenip, etrafını güzelleştiren çiçekler gibi açtığını orada müşahade ettim”
Recep hocaefendi, görev yaptığı Köprübaşı camiine tevafuken gelişini şöyle anlatıyor. “Camide mukabele okurken bunu gören bir imam hatimle de namaz kıldırabilir misin? dedi. Evet deyince hemen gidip müftüye söylemiş. Müftü beni çağırdı. Hiç bir şey demeden konuya girdi. “Bende Köprübaşı’nda hatimle namaz kıldıracak bir adam arıyordum, senin yapabileceğini söylediler” dedi.
Köprübaşı camiine babam beni çocukken getirmişti. Caminin karşısında el arabasının içinde babamın namaz kılmasını bekliyordum. Hutbede imamın mihrap’tan aşağı indiğini görünce imam kayıyor diye içimden geçirmiştim.
Şimdi 25 yıldır ben bu mihraptan kayıyorum.”
Recep Hocaefendi 25 yıldır aynı camide hatimle teravih kıldırarak büyük bir hayra vesile olur.
Hocaefendi genç din görevlerine tavsiyelerini ise şu şekilde sıralıyor; Öncelikle sağlam bir itikadı ve mesleki donanımı olsun gerisi gelir. Ayrıca “Din görevlilerinin sözü ve davranışları bir olmalı. Endişe etmesinler Kuran’a hizmet edenlere Kuran hizmet eder. Kimseye minnet etmeye gerek yok”
Diyalog ve diksiyon insanlarla pozitif iletişimin önemini şu esprili örnekle anlatıyor.
“Kooperatifte yönetim kurulu için diyalog divan başkanı seçiyorlardı. Aday oldum. Seçilince kendimi tanıttım. İmam olduğumu söyleyince bazıları “imamdan divan başkanı mı olur” dercesine dudak büktü. Program güzel geçti. Çıkışta dudak bükenler özür dilemeye geldiler. Ben de bakın dedim; günde beş defa, haftada bir gün, yılda iki kez ve cenazelerde divan başkanıyım. Rahat olun bizim işimiz divan yönetmektedir” dedim.
İmamlık hayatı boyunca Kuran Kursundaki hocasının “ siz Kuran’a hizmet edin, Kuran size hizmet eder” sözünün hayatına rehberlik ettiğini ifade ediyor.
Yaptığı hizmetleri ve duruşuyla imamlık müessesesini Hakkı ile temsil eden Recep Seydi Hocaefendiden Allah razı olsun çalışmaları gençlere örnek olsun.
Fazlı KIRICI Hocaefendi; 1966 yılında Erzurum Pasinler ilçesinde doğar. Çiftçi bir ailenin oğludur. Bir çok meslektaşının aksine O babasından ders alarak değil annesinin arzusuyla bu mesleğe ilgi duyar. Annesi her sabah namazında ezanla kalkar ve “Yarab benim çocuklarıma da bu mesleği nasip et” diye dua edermiş.
Anne duasıyla beş çocuğun dördü imamlık yapmaya başlamış. Sabah namazında babasıyla birlikte camiye gider. Camide okunan Yasin’i dinleyerek ezberler. Bir hocasının Kuran-ı Kerim hediyesiyle Kuran-ı Kerim’e ilgisi daha da artar. İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra askere gider. 1989’da da kadrolu olarak ilk görev yeri olan Erzincan İliç beldesi Kuruçay köyünde göreve başlar.
İlk göreve cuma günü başlar ve kıldıracağı ilk namaz cuma namazı olur. Cuma sonrası eve gidip atletini çıkartır. Atletin suyunu sıkacak kadar terlemiş olduğunu görür. İlk namazından ve Cumasından anlının akıyla çıkması sonraki hayatında da onu epeyce rahatlatır.
Erzincan’da yaşanan 92 depreminde camisi yıkıldığı için oradan ayrılır. Tabi eni görevlendirildiği köyde de lojman ve cami yoktur. Cami ve ardından da lojman yapar. Kalan vaktini genç imam hatip öğrencilerini yetiştirmeye ayırır. Küçük köyde ancak dört tane öğrenci vardır. İlgilenip yrtiştirdiği bu 4 öğrencide şuan imamlık yapmaktadırlar.
Tayin olduğu Aydoğdu köyüne gider. İlk iş camiyi onarıp güzelleştirir. Köyde farklı sorunlar O’nu beklemektedir. Samimi bir şekilde çocuklarla ilgilenir ve onlara Kuran-ı Kerim öğretir. Aralarında husumet olan Alevi ve Sünni aileler ise çocuklarının camiye gitmesini istemezler. Hatta babaları çocukları camideyken ayakkabılarını çalarlarmış. Hocaefendi belli yaşın üzerindeki bu problemli cemaat ile başa çıkamayacağını anlar ve sadece çocuklarla ilgilenir. Hepsinin gönlüne Kuran-ı Kerimi adeta nakşeder.
Köyde görev bitince yeni vazifesi için merkeze Akşemsettin camii ne gelir. Bodrum’daki camiden başlar, fakat iki iki katlı bir cami yapar. Sabah kızlara öğleden sonrada erkeklere Kuran-ı Kerim okutur. Caminin bodrumunu çocuklar için okuma ve ders salonu yapar. Fakat o alanın çay ocağına çevrilmesini isteyen ihtiyarlarla başa çıkamaz. Cenab-ı Hakkın kendisini başka bir mekana sevk ettiğine inanarak ihtiyarlara kızmadan oradan ayrılır.
1998 yılının sonunda farklı bir camiye aynı hizmet enerjisi ile geçer. Öncelikle camii elden geçirir. Damlayan çatıyı onarır. Kalorifer tesisatını gözden geçirir. Camiye güzel bir bahçe yapar. Halılarını değiştirir. Fiziki ortam düzelince orada akşam dersleri başlatır. Akşam dersleri o kadar çok rağbet görür ki, etkinliği işiten Vali bey de ara sıra akşam derslerine katılır.
Akşam dersleri ile ilde meşhur olur. Maddi manevi imar ve inşa çalışmaları belli seviyeye gelince Ersevenler Camine geçer. Gittiği yerde aslında ne doğru dürüst bir cami vardır, ne cemaat. Yıkılmaya yüz tutmuş prefabrik bir yapıdır yeni nasibi. Çatısından sürekli su damlar, içi pislik dolu, penceresiz, aynı zamanda odunluk olarak kullanılmakta olan bir mekandır burası. Buu mekanı görünce imamlık hayatının en bereketli hizmetlerini gerçekleştireceği mekandan habersiz, en zorlu görev yerine geldiğini düşünür.
Öğlen ve ikindi namazını tek kılmak onu üzünce kendisine cemaat bulmaya çalışır. Önce çocuklarla ilgilenir, onlara şeker ve çikolata dağıtır. Onları camiye çeker, çocuklardan sonra büyüklerle, ailelerle tanışır. Hepsinin evini tek tek gezer. Bir yıl sonra camii cemaati artar ve camii ihtiyaca cevap vermeyecek duruma gelir. Müftülük ve belediyenin desteğiyle camii yıkarlar. Üç buçuk ayda 240 metre² alana iki katlı camii bitirirler. Alt tarafa iki tane Kuran Kursu sınıfı ve bir kreş yaparlar, bir tane çok amaçlı salon, mutfak ve banyo yerleştirirler. Yaz aylarında ortalama yüz yetmiş çocuk bu kurslara gelir gider. Sınıf sayısını beşe çıkarırlar. 2015’te bu kurstan il ikincisi, üçüncüsü çıkarır. Caminin alt tarafında 15 günde bir sabah kahvaltısı yapar. Şehrin kenarında varoş bir semtte yer alan camideki ekinlikler şehrin ileri gelenlerinin dikkatini çeker.
Bu kahvaltılara zaman zaman Vali bey, Belediye Başkanı ve müftüler katılırlar. Camiye gelen öğrencilerden futbol takımı ve voleybol takımı kurar. Cami bahçesine futbol sahası, voleybol sahası, kamelya vb. şeyler yapar. Çocukların vakitlerini boşuna harcamamalarını ve camide değerlendirmelerini sağlar. Eğitim başarısı düşük olan mahallenin çocuklarını şubat tatilinde yatılı programa alır. Ders çalışmalarını sağlar. Duha’dan aşağısını ezberletir. Gerekli tüm duaları öğretir. Halen Cumartesi, Pazar günleri ayarladığı Matematik ve Türkçe öğretmenlerine ders verdirerek okuldaki derslerinde başarılı olmalarını sağlar.
Büyük bir enerji ile yılmadan sorunların üzerine giderek muhataplarının dünyasını ve ahretini aydınlatan, hayatlarına ruh ve mana yükleyen Fazlı KIRICI hocamızdan Allah razı olsun. Hizmet heyecanını arttırsın dünyasını cennete çevirdiği insanların hürmetine ahretini cennete çevirsin.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.