38,6936$% -0.21
43,5488€% 0.39
51,7002£% 0.4
3.959,36%-0,03
3.188,14%0,35
9.624,87%-0,79
30 June 2016 Thursday
Ramazan ayının son on gününü idrak ediyoruz. Bu günlerde Sevgili Peygamberimizin zaten yoğun olarak yaşadığı ibadet ve kulluk hayatına yeni bir ibadet kattığını görüyoruz: İtikâf.
İtikaf, sözlükte “ibadet veya başka bir gaye için bir yerde kendini tutmak, kalmak; insanlardan tenha bir yere çekilmek, bir şeye bağlanmak” gibi anlamlara gelir. Dinî bir kavram olarak ise, ibadet niyetiyle ve kurallarına uyarak inzivaya çekilmek demektir.
İtikâf, Kur’an ve sünnetle sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de: “Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) buyrulur. Diğer bazı âyetlerde itikâf ibadetinin daha önceki ümmetlerde de yapıldığına işaret edilmektedir: “Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplanma ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim’i namazgâh edininiz! İbrahim ile İsmail’e de: ‘Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi (Kabe’yi) tertemiz bulundurun!’ diye emretmiştik.” (Bakara, 2/125).
İtikâf; vacip, sünnet ve nafile olmak üzere üçe ayrılır. Vacip olan itikâf, adakta bulunan kimse için geçerlidir. Bu, en az bir gün olur ve gündüz oruçla geçirilir. Bu konudaki bir hadîste Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ömer’in kendisine “Cahiliye devrinde Mescid-i Haram’da bir gece itikâfta bulunmayı adamıştım; ne yapayım?” diye sorması üzerine “Adağını yerine getir.” buyurmuştur (Buharî, İ’tikâf, 16).
Sünnet olan itikâfa gelince, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Hicret’in ikinci senesinde orucun farz kılınmasından itibaren Ramazan aylarının son on gününü itikâfta geçirmiştir. Mescitte bir bölme yaptırmış ve itikafa çekildiği günlerde geceleri çok az uykuyla iktifa ederek vaktinin çoğunu ibadetle ihyâ etmiştir. Gündüzlerinde ise ibadet, itâat, dua, Kur’an kıraati, namaz kılmak ve kıldırmakla geçirmiş, zamanınız az bir kısmını da istirahatle geçirmiştir.
Müstehab yahut mendub olan itikâf ise, vacip ve sünnet olan itikâfların dışında herhangi bir zamanda ve herhangi bir yerde itikâfa niyet etmektir ki, bunun belirli bir vakti ve mekânı yoktur. Bazı müçtehitlere göre nafile itikâfın süresi, birkaç dakika da olabilir. Hattâ mescide giren kimse, çıkıncaya kadar itikâfa niyet etse, orada kaldığı süre zarfında itikâfta sayılır. Nafile itikâfta oruç tutmak da şart değildir.
Hanefî mezhebinde göre Ramazan’ın son on gününde itikafa girmek, kifâî nitelikli müekket sünnet kabul edilmiştir. Kifaî sünnet olması farz-ı kifayede olduğu gibi cemaatten bir kısmının veya birinin itikafa girmesi ile bu sorumluluğun o mahalle veya yerleşim yerindeki diğer Müslümanlardan düşmesidir. Yine mensubu bulunduğumuz Hanefî mezhebine göre itikâfın makbul olması için, itikâfa girenin niyet etmesi, oruçlu olması, itikâfı beş vakit namaz kılınan camide yapması gerekir. Kadınlar, camide değil, evlerinde, namaz kıldıkları odada itikafa girerler; ancak ay halinde ve loğusa olmamaları gerekir. İtikâfa giren kimse, camide yer içer, uyur. Bunlar için camiden dışarı çıkamaz; çıkarsa itikaf bozulur. Tuvalete gitmek, abdest almak ve gerektiğinde gusletmek için camiden dışarı çıkabilir. İtikâfa giren kimse, bu süre içinde kendisini dünya işlerinden ayırarak Allâh’a yönelir; ibadetle meşgul olur, tefekkür eder, zikir yapar. İtikafta iken cinsî münasebette bulunmak itikafı bozar. Fakat, rüyada ihtilam olmak itikafa mani değildir.
İtikâfla kişi, yüksek bir maksat uğruna dünyevî zevklerden uzaklaşır, yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarına sınırlama getirir ve dünyevî meselelerle alâkalı konuşmayı bırakır. Kadı Muhammed Semerkandi’nin dediği gibi; “kalp bir ayna gibidir ve karşısına gelen şeyleri gösterir. Kalbden maddî âleme ait şeyler silinip atıldığı zaman kalb, tamamen Allah’a (celle celâluhu) yönelebilir.” İtikâfa giren insan, dünyaya ait işlerine ara vermiş ve bunları arkasında bırakmıştır. Artık dünyevî kazançtan ziyade uhrevî kazanca yönelmiştir.
Kaynak:
Dini Kavramlar Sözlüğü,
Peygamberimizin Hayatında İtikafın Yeri ve Önemi Doç Dr. Kadir PAKSOY,
İçimizdeki Derinliklere Yolculuk: İtikâf Prof Dr. İlhan YARGIÇ
Diğer ibadetlerde olduğu gibi orucun da hikmet ve maksadı insanı terbiye etmek, nefsinin tazyiklerine karşı onu güçlü kılmak, Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olmasını sağlamaktır. Fıkıh kitaplarımızda oruç yeme içme, cinsel ihtiyaçlarından uzak durma diye tarif edilir. Ancak oruçtan tam semere elde edebilmek için neler yapılacağı, hangi disiplin ve hassasiyet içinde olunacağı, nelere dikkat edileceği vb konular işlenerek orucun kalite ve keyfiyetinin nasıl yakalanacağı üzerinde durulmuştur.
Bu günkü yazımızda büyük düşünür, mutasavvıf ve din âlimi İmam-ı Gazali hazretlerinin oruçla ilgili tespit ve değerlendirmelerini sizlerle paylaşacağım:
İmam Gazali, orucu üç mertebede ele alır:
1- Avamın orucu: Kişinin yeme içmeden ve cinsi münasebetten uzak durmasından ibarettir.
2- Havassın orucu: Yeme, içme ve cinsi münasebetten uzak durmanın yanında kulağını, dilini, elini, ayağını ve diğer azalarını günahtan korumaktır.
3-Ahassü’l Havassın orucu: Avam ve havassın orucundaki hususlara riayetle beraber, kalbini, kötü emeller ve dünya düşüncelerinden sıyırarak, gönlünü Allah’tan başka her şeyden arındırıp bütün varlığıyla Allah’u Teâlâ’ya bağlanmak ve ondan başka hiçbir şeyi hatırına getirmemektir. Bu gibi yüce insanlar, Allah dostları, gönüllerini, kalplerini tamamıyla Allah sevgisi ve Allah aşkına adamışlardır. Bu büyük insanlar gönüllerine ve zihinlerine Allah’tan ve Ahiretten başka bir şey geldiğinde oruçlarının bozulacağını düşünmüşler böyle bir hassasiyet içinde olmuşlardır. Onların yegâne meşguliyetleri, Rableri’nin hoşnutluğunu, rızasını kazanmaktır. Bu yüzden gönüllerini her türlü dünyevi şeylerden uzak tutarlar. Bu mertebe peygamberler, sıddıklar ve mukarrebun (Allah’ın yakın dostları, dost olarak kendine Allah’ı seçen kullar) rütbesidir.
İmam Gazali Hazretleri orucu bu şekilde sınıflandırdıktan sonra havassın orucu olan bütün azaları günahtan koruma konusunu ele alır ve azalarımızın günahtan nasıl korunacağını açıklar:
1- Gözü korumak: Kalpleri meşgul edecek, kendisini Allah’ı hatırlamaktan alıkoyacak, dinen bakılması mekruh olan şeylerden gözünü korumasıdır. Burada mekruh olan şeylerden gözü korumak vurgusu dikkat çekicidir. Zira mü’min zaten haramlardan gözünü koruyacaktır. Sevgili Peygamberimiz; “Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla onu terk eder yani şehvet gözü ile bakmazsa Allah’u Teala ona imanın tadını tattırır da imanın zevkini kalbinde duyar.” buyurmuştur.
2) Dili korumak: Dilini yalan, gıybet, koğuculuk, kötü ve çirkin söz ve münakaşadan korumaktır. Peygamber Efendimiz de bu hususta, “Oruç bütün fenalıklara ve cehenneme karşı bir kalkandır. Sizden biriniz oruçluyken cahillik edip kötü söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı kötü söz söylemeye kalkışırsa ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin” buyurmuştur.
3) Kulağı korumak: Kulağı dinen dinlenmesi mekruh olan her şeyden muhafaza etmektir. Konuşulması yasak olan her şeyin dinlenmesi de yasaktır. Peygamber Efendimiz bu hususta da “Gıybet eden ve dinleyen günahta ortaktır” buyurarak kulaklarımızı da haram ve günahlara karşı korumamız gerektiğine işaret etmişlerdir.
Müslüman her zaman disiplinli ve hassas insandır. Bu disiplin ve hassasiyet neyi dinleyeceğimiz, neyi dinlemeyeceğimiz konusundaki tercihimize de yansır, yansımalıdır. Sözgelimi arabamızda yolculuk yaparken veya işyerinde çalışırken radyo dinliyorsak dinlediğimiz şeyin manevi yapımızı ve kalbî hayatımızı kirletmemesine özen göstermeli; faydalı, güzel programları tercih etmeliyiz.
4) Diğer uzuvları korumak: El ve ayak gibi diğer uzuvları her türlü fenalıktan korumak, iftar sofralarını yenilmesi ve içilmesi şüpheli olan şeylerden uzak tutmaktır. Çünkü oruç tutarak bir ibadeti yerine getirirken haram veya şüpheli şeylerle iftar etmek çok manasızdır. Burada sigaranın en azından mekruh olduğunu hatırlatmak gerekir. Böyle oruç tutanlar bir ev yapacağım diye bir şehri yıkanlara benzer. Peygamber Efendimiz, Nice oruç tutanlar var ki, yaptıkları sadece aç ve susuz kalmaktan ibarettir. (İbn-i Mâce, Sıyâm,21) hadisleri ile ibadetleri ve diğer sorumlulukları yerine getirirken o ibadetin ve sorumluluğun amacına, ruh ve manasına riayet edilmesi gerektiğini ifade buyurmuşlardır.
5) İftar vakti az yemek: İftar vakti helal olan rızıktan da tıka basa karnını doldurmayacak şekilde, ölçülü ve az yemektir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, “Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de aldığı nefese ayırmalıdır.” (Tirmizî, Zühd 47) buyurmuştur. Anlıyoruz ki aldığımız gıdalar helal ve temiz de olsa az yemek ve midemizi tıka basa doldurmamak durumundayız. Konunun uzmanları iftarda çok yememeyi, yemek ve diğer şeyleri iftar ile sahur arasına yaymayı öğütlüyorlar. Orucun ruhu ve sırrı, fenalığa başvurmakta şeytanın yolları olan şehvetleri zayıflatmak ve yok etmektir. Bu da ancak az yemek ile mümkündür. Bunun için iftarda da diğer akşam yemeklerinde olduğu gibi makul ölçüde yemek yenmelidir.
6) İftardan sonra korku ile ümit arasında olmak: Kişi, “Acaba ben orucu makbul olan Allah’ın hoşnut olduğu kullardan mıyım, yoksa orucu kabul olmayan Allah’ın yüz çevirdiği gazaba uğramış kimselerden miyim?” diye düşünmelidir. Hatta mü’min bütün hayatında böyle olmalıdır.
Oruç nasıl vücudumuzun işleyişini düzene sokuyor, metabolizmamızı dinlendirip rahatlatıyor, yani maddi olarak bize tesir ediyorsa; manevi olarak da tesir etmesi, bizleri ahlâken ve ruhen yüceltmesi gerekir. Allahu Teâlâ’nın sevdiği takva sahibi kullar olmamız için oruçlarımızı tutarken, özetlediğimiz bu altı hususa dikkat edelim. Bu vesile ile İmam Gazzali hazretlerini, diğer âlimlerimizi ve din büyüklerimizi rahmet ve minnetle analım.
Dualarımızda şöyle bir talebimiz olur Rabbimizden: Ya Rabbi bizleri kendine iyi bir kul peygamberimize de layık ümmet eyle. Rabbimiz de bizlere iyi bir kul olmanın, peygamberimize layık bir ümmet olmanın ölçülerini veriyor. Gelin beraber o ilahî ölçülere bir göz atalım:
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı yardım) isteyene ve (özgürlüklerini kazanmak için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. (Bakara 2/177)
Ayet-i kerime kıble değişikliğini dillerine dolayan Yahudi ve Hristiyanlara cevap mahiyetinde nazil olmuş, yapılan tartışmaların ve dedikoduların yersizliğine vurgu yapılmıştır. İslâmiyet açısından asıl iyiliğin ve Allah’a saygının ibadet esnasında sırf yüzünü doğuya, batıya veya herhangi bir yöne çevirmek olmadığı ifade edilerek içinde iman, ibadet ve ahlâkî erdemlerin bulunmadığı bir biçimselliğin ve şeklî ritüelin, din açısından temelde bir önem taşımadığı tespit edilmiştir. Ayet bütün muhataplara özden yoksun bir biçimsellikle dindarlığa ulaşılamayacağı mesajını vererek, aslolanın öz, muhteva ve keyfiyet olduğu ilkesini vurgulamıştır. (Kur’an Yolu Tefsiri Diyanet Yayınları) Burada gerecek dindarlığın ölçülerini de görüyoruz.
İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. (Fussilet 41/34)
Müfessir Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir… Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir.”
Ayette şu mesaj verilmiştir: Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da kötülükleri nedeniyle bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır… (Kur’an Yolu) Bu mesaj peygamberimizin şahsında biz Müslümanlara yöneliktir. Ayet-i kerime yapılan kötülüklere ve karşılaşılan eza ve cefalara karşı Müslümanlara nasıl hareket edeceklerini, maruz kaldıkları kötülükleri nasıl bertaraf edeceklerini, hatta o kötülük yapanları nasıl düzeltecekleri, kendilerine dost haline getirecekleri konusunda bir metot, bir yol ortaya koymaktadır. Fakat bu yol sabır, tahammül, çelik gibi bir irade ve güçlü bir maneviyat gerektirmektedir.
Burada şu vecizeyi de paylaşalım:
İyiliğe iyilik her kişinin kârı / İyiliğe kötülük şer kişinin kârı Kötülüğe iyilik er kişinin kârı
İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.
Kim bir iyilik gelirse ona bundan daha hayırlısı vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, bilsin ki, kötülük işleyenler ancak yapmakta olduklarının cezasına çarptırılırlar.(Kasas 28/83-84)
Bir hayrı açıklar veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki), Allah da çok affedicidir, her şeye hakkıyla gücü yetendir. (Nisa 4/149)
Eğer onları (kafirleri), doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onların sana (bön bön) baktıklarını görürsün, halbuki onlar görmezler. (Habibim yine de) sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. (A’raf 7/198-199)
### Televizyon, CD vb materyallerden mukabele dinlemekle hatim yapılmış olur mu?
Gerek televizyon, cd vb materyallerden gerekse Kur’an okuyan kimseden okunan Kur’an’ı takip etmek, takip edemiyorsa dinlemek sevaptır. Hatim ise Kur’an’ın başından sonuna kadar okunarak bitirilmesidir. Kişi okunan mukabeleyi takip etmek veya dinlemekle Kur’an dinlemiş olur. Hatim yapmış olmak için Kur’an’ın bizzat okunması gerekir. Ancak kişi mukabeleyi takip esnasında aynı zamanda okursa hem dinlemiş hem de hatim yapmış olur. Ancak başkasını hem takip edip hem de takip ederken okumaya çalışmak sağlıklı bir yöntem değildir.
### Ramazan ayında lokanta işletmek caiz midir?
Ramazan ayında hasta, yolcu vb. oruç tutmama ruhsatına sahip kimseler oruçlarını daha sonraki bir zamanda tutabilirler (Bakara 2/185; İbn Mâce, Sıyâm, 11-13). Mazereti sebebiyle oruç tutamayanların yeme-içme ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için Ramazan ayında lokantaların vb. yerlerin açık olmasında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Ayrıca lokanta sahibi, oruç tutmayanların niçin oruç tutmadıklarını bilmek zorunda değildir. Fakat hem oruç tutanlara saygı için hem de yeni yetişmekte olan çocuk ve gençlerin, ramazan gününde oruç tutulmayıp aleni yemek yenilmesinin olağan bir şey olduğu gibi bir izlenime kapılmamaları için mazeretli de olsa, yiyip içenlerin bunu açıktan yapmamaları gerekir.. Lokanta sahipleri de gerekli tedbirleri alarak böyle algılamalara fırsat vermemeye özen göstermelidirler.
### Ramazanda oruçlu iken gündüzü uyuyarak geçirmenin oruca zararı var mıdır?
Orucun geçerli olması için, “oruç tutmaya niyet etmiş ve orucu bozacak şeylerden kaçınmış olmak” şarttır. Gündüzleri az veya çok uyumak, orucun sıhhatine zarar vermez. Orucun vereceği sıkıntılardan uzak kalmak ve onları hissetmemek kastıyla, gerekli olmadığı halde ramazan günlerinde uzun süreli uyumanın, orucun hikmetiyle bağdaşmayacağı da unutulmamalıdır.
### Oruca niyetlenen bir kadın gün içinde adet görmeye başlarsa ne yapmalıdır?
Kadınlar ay hali (hayız) ve lohusalık (nifas) denilen özel hallerinde namaz kılmazlar, oruç tutmazlar. Daha sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler.
Oruca niyetlenen bir kadın, gün içerisinde âdet görmeye başlarsa orucunu bozar, temizlenince o günün orucunu da kaza eder. Akşama kadar sanki oruçlu imiş gibi davranıp yeme içmeyi terk etmesi doğru değildir.
### Aşı olmak veya iğne yaptırmak orucu bozar mı?
Oruç; yemek, içmek, cinsel ilişki ve bunların kapsamına giren şeylerle bozulur. Bu sebeple, besin değeri taşımayan aşılar orucu bozmaz.
Dinimiz, tedavi sürecinde olan hastaların oruç tutmamalarına ruhsat vermiştir. Bu nedenle, tedavisi devam eden hastalar, sağlıklarına kavuşup, tedavileri sona erinceye kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve oruç tutmalarına da başka bir engel yoksa iğnelerini iftardan sonra yaptırmaları yerinde olur. Bu imkana sahip olmayanlar, tedavi ve aşı amaçlı iğne yaptırabilirler. Ancak, oruçlu iken gıda ve vitamin iğneleri yaptırmak, damardan serum ve kan verilenlerin orucu bozulur. Daha sonra bu oruç kaza edilir.
Oruçlu bir kimsenin morfinli veya morfinsiz olarak dişlerini tedavi ettirmesi veya çektirmesi orucu bozmaz. Ancak tedavi esnasında, kan veya tedavide kullanılan maddelerden herhangi bir şeyin yutulması, orucu bozar.
### Alkol alan bir kimse oruç tutabilir mi?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, alkollü içkiler ve uyuşturucu maddeler haramdır. Ancak bu haramı işleyen kişi, bunun haramlığını inkâr etmediği müddetçe Müslümandır. Bu nedenle, ibadetleri yerine getirmekle mükelleftir. Ancak ne dediğini, ne yaptığını bilmeyecek kadar sarhoşken yapacağı ibadet makbul değildir. Sarhoş oluşu nedeniyle bu ibadetleri yerine getiremeyen kişi, hem içki içtiği için, hem de görevi olan ibadeti vaktinde yerine getirmediği için tövbe etmesi, Allah’tan af dilemesi ve daha sonra da bu ibadeti kaza etmesi gerekir. Alkol alan kişi, imsak vaktinde ne dediğini bilecek kadar ayık ise, orucu tutması gerekir ve tuttuğu oruç da geçerlidir.
Orucun hadis-i şerifte de açıklandığı üzere kişiyi günahlardan koruma özelliği göz önünde bulundurulduğunda oruç tutan bir mükellefin hem oruç tutup hem de bu tür haramları işlemeye devam etmesinin makul ve tutarlı bir davranış olmadığı açıktır. Alkol, sigara vb alışkanlıkları olan bir kimsenin Ramazan’ı fırsat bilerek bunlardan kurtulma iradesini göstermesi gerekir.
Kaynak: DİB Dini Soruları Cevaplandırma Platformu
Feyiz, bereket, rahmet ve mağfiret iklimi olan bir Ramazan ayına daha ulaşmış bulunmanın huzur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Bu vesile ile bizi insan olarak yaratan, bize kendini tanıttıran, kullukta başarıya ulaşabilmemiz için nefsimizi terbiye etmek üzere oruç gibi bir ibadeti bizlere farz kılan Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. O’nun Habib-i edibi sevgili Peygamberimiz Hz Muhammed(s.a.v)’e, onun âl ve ashabına da salat ve selam olsun.
Dünyevi ve uhrevi güzellikleri bize yaşatmak üzere gönderilmiş bulunan sevgili Peygamberimizin oruç ve ramazana dair müjde ve hikmet dolu beyanlarını siz değerli okurlarla paylaşmak istiyorum.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Aziz ve celîl olan Allah şöyle buyurmuştur: “İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim” Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.
Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.”(Buhârî, Savm 9)
“Cennette reyyân (suya kanmış demektir) denilen bir kapı vardır ki, kıyamet günü oradan ancak oruçlular girecek, onlardan başka kimse giremeyecektir. Oruçlular nerede diye çağrılır. Onlar da kalkıp girerler ve o kapıdan onlardan başkası asla giremez. Oruçlular girince o kapı kapanır ve bir daha oradan kimse girmez.” (Buhârî, Savm 4; Müslim, Sıyâm 166)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda çift sadaka veren kimse, cennetin muhtelif kapılarından, ‘Ey Allah’ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır’, diye çağırılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücahidler cihad kapısından, oruçlular reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından cennete davet edilirler.”(Buhârî, Savm 4; Müslim, Zekât 85)
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah rızâsı için bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” (Buhârî, Cihâd 36; Müslim, Sıyâm 167-168.)
“Kim, faziletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, Îmân 28, Savm 6; Müslim, Sıyâm 203)
Hadisimizdeki iki şarta uyarak yani inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek başladığı ramazan orucuna, hastalık vs. gibi meşrû bir sebeple devam edemeyenler, başlangıçtaki niyet ve davranışları sebebiyle bu müjdeye dahildirler. (Riyazıssalihin Terc. ve Şerhi)
“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.” (Buhârî, Savm 5)
Ramazanın rahmet, mağfiret ve bereket ikliminden hakkıyla istifade etmek dileği ile Hayırlı Ramazanlar…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.