38,5038$% 0.04
43,9810€% 0.19
51,5903£% -0.23
4.093,13%-0,29
3.306,34%-0,32
%
18 June 2016 Saturday
Neredeyse yarıladık… On bir aydır yolunu gözlediğimiz kutlu misafir otağını kuralı çok oldu hanelerimize.
Her şey her şeyle hasret giderme telaşında. Teheccüdler sahurla, günler Kur’anla, akşamlar iftarla, yatsılar teravihle sarmaş dolaş.
Her biri her gün yenilenerek Allah’ın kullarından da aynı tatlı telaşı beklemekte. Sahurlar her gece özlemle uykuların en tatlı yerinden kesilip teheccüde kalkılmasını izlemekte. Sonrasında nasibi olan nimetlere şükür babında lezzetlenen kulların gözlerindeki mahmur besteyi hecelemekle mutlu. Sahur ömürlere, sahurda yenen nimetler rızka bereket sunmakta.
Kur’an her gün Allah katında misklere değişilmeyen oruçlu nefesleri sayfalarında istemekte. Her günün cüzü, ayetlerine karışan duaları bu nefeslerden duymanın hazzını yaşamakta. Her gün ayrı bir cüz, her gün ayrı bir deryanın sırlı kapıları aralanmakta.
İkindi meltemleri kurumuş dudaklara esenlik olmanın telaşında. “İftara ne kadar kaldı? “sorusuna “ az kaldı, ikindiden sonra çabuk geçiyor” müjdesini sunmanın huzurunu tattırmakta.
Her akşam, iftar sofralarının sıcak pide kokularıyla coşmakta. Oruçlunun sevabından nasiplenmek isteyen paylaşımlar, ölümsüz hatıralar bırakmakta dimağlarda. Evvabinler akşamlara daha bir yakışıyor şimdilerde.
Ve yatsı namazı kollarını açıp teravihi kucaklamakta. Vitr-i vacip gecenin son lezzeti olsun yine ama arada yirmi rekâtlık bir misafirlik bambaşka… Her bir selamdan sonra okunan salât-u selamlar kul olmanın doruklarına ulaşmak için enerji kaynağı…
Allah dostları namazı gökçek gözlü güzellere benzetir, onların incitilmemesini tembihlermiş. Şeytanın namazda hırsızlık yapmasına izin vermemek gerektiğini, kıyamet günü nasıl bir namazın şefaatçi olması isteniyorsa ona göre hassas olunmasını öğütlermiş.
Öyle ya; her ibadet kendi cinsinden sevaplarla dolu, her ibadetin şefaat hakkı olduğu müjdesi var. O halde sahurlar, oruçlar, Kur’anlar, teravihler… Her biri ayrı ayrı burada gördükleri ihtimamın karşılığını verecekler ümidi müthiş…
Kur’an, onu okuyanı kimseye bırakmayacak, oruç nefeslerin gerçekten miskler gibi olduğunu tüm âleme gösterecek.
Sahur, uykuların en tatlı kısmından bölündüğünü teheccüdü şahit tutarak ispatlayacak.
Akşamlar geniş gönül sofralarındaki iftarlık paylaşımları evvabin ile süsleyerek anlatacak.
Yatsılar, yirmi rekâtlık rükûları, secdeleri dualara katarak ballandıracak.
Herkesin herkesten kaçtığı o büyük günde hiç olmazsa bu on bir aydır hasretle beklenen kutlu misafirler yalnız bırakmayacak.
Neredeyse yarıladık. Belki şimdiye kadar aklımıza gelmedi ama olsun. Henüz ölmemişsek, hala her gece sahura, her gün oruca yeniden başlıyorsak şansımız devam ediyor demektir.
O halde hemen, bu gün bir göz atmalı; bu mübarek buluşmanın neresindeyiz? En son sahuru ne halde bıraktık?
Kur’anda en güzel kıssaya kavuştuk mu?
İftara gelecek misafirlere dualar edip oruçlarının kabul edilmesi temennisinde bulunduk mu?
Teravih için hangi camiye gideceğiz hep beraber?
Her gelen gider, her konan göçer. Kubbede kalan hoş sadalar kullara kalacak tek hazine.
Zaten dünya ve içindekilerden daha hayırlı olan sabah namazını bir de oruçlu nefesle kılmanın kazancı ve bereketi eldeki sermaye.
Şeytanların zincire vurulduğu bir zaman diliminde nefislere gem vurmak işten bile değil.
Seneye kavuşur muyuz bilinmez, şimdilik elimizdeki fırsat tek kurtuluşumuz belki de.
Geçen geçti, gelecek tam bir muamma; gün bu gündür. Sahurların gözü saatlerde, Kur’anların kulağı nefeslerde, iftarların neşesi misk-i amber kokulu akşamlarda, teravihlerin heyecanı bir çay içimlik salalarda kalmasın.
İbadetlerimiz makbul, dualarımız kabul olsun inşallah.
İbadete ve itaate en layık olan Allah… Bütün yarattıklarının hikmetinin görünmesini istedi. Hikmetlerinin en önemlisi ise itaatte ve ibadette en önde olan, en sevgili olmaya en layık olandı. Kıymeti anlaşılsın istedi.
Âlemlerin yaratılışındaki sonsuz mükemmellik mutlaka görülmeliydi. En mükemmel bir surette gösterebilecek olan, tam mükemmel olandı. Hem görsün, hem göstersin, hem görülsün istedi.
Sanatlar içre sanat yaratmıştı Allah. En harika sanatının teşhir edilmesini arzuladı. En yüksek sada ile dellallık yapan, en harika sanat eseri olandı. Âlemler, Nuru hürmetine yaratılmış olan sanat eserini tüm âlem tanısın, bilsin istedi.
Âlemlerin Rabbi, binlerle, milyonlarla ifade eden âlemler içindeki vahdaniyetini, birliğini bildirmek muradındaydı. En azami ölçüde tevhidin bütün mertebelerini ifade edebilecek olan, tevhid inancında zirvede olandı. Âlemler içinde âlemler yaşayana inancının meyvelerini, lezzetlerini tattırmak istedi.
Âlemlerin sahibinin sonsuz eserlerindeki güzelliklerin işaretleriyle kendi güzelliği, kendi nuru görünsün, bilinsin istedi. En parlak bir şekilde cemaline aynadarlık yapacak olan, bakabilen herkeslere sevdiren nur cemali olandı. Nur yüzlünün yükünü hafifletmek, yüzünü aydınlatmak muradındaydı. Harika mucizelerle dolu yaşamları, envai çeşit ziynetlerle süslü eserlerini tanıtmak bu gecenin nasibiydi.
Hükmünü hikmetlice gerçekleştiren Hâkim-i Hakim, kainattaki olan biten değişikliklerin sırlarını, gayelerini, sebeplerini, sonuçlarını… En önemlisi: “Necisin? Nerden geldin? Nereye gidiyorsun?” suallerinin cevaplarını hikmetle öğretmek murad buyurdu. Bu suallerin cevabını en iyi bileni de cevaplandırmak diledi.
Âlemlerin Rabbi, âlemlerin meyvesi olan insana, âlemi de içine alacak geniş bir kabiliyet verdi. Bunu en geniş ubudiyet sırrı ile süsledi. Dağınıklılardan düzene, kalabalıklardan birliğe, fanilerden bakiye giden yolları öğretecek bir rehber tayin etti.
Varlık âleminin en şereflisi olmaya layık hayat sahipleri… Bunların da içinde en şerefli bilinen şuur sahipleri. Şuur sahipleri içinde en şerefli olan ise hakiki anlamda insan olsun istedi. İnsanlardan bir insan olan ama vazifesinde en mükemmel olan en şerefli insana da en büyük mucizeyi tattırdı: Mirac-ı azam ile Kab-ı Kavseyn’e çıkardı, ebedi saadet kapısını çaldırdı, rahmet hazinelerini aralattı, imanın bilinmeyen, görülemeyen hakikatlarını gösterdi.
Sidret-ül müntehadan Arşa… Arştan katman katman ötelere pervaz eyletti. Melekleri gerilerde bırakıp ince perdeler arkasında yalnız O’nunla hasbihal eyledi; “iste vereyim” dedi. “Ümmeti..ümmeti..” dedi, istedi; ümmetine ferah, ümmetine huzur, ümmetine kurtuluş istedi.
Âlemlerin Rahman ve Rahim olan Rabbi, en merhametli kulunun duasına hem icabet etti, hem kabul etti. “Seni seyre doyamam ey en güzel Cemal sahibi Cemil olan Allah’ım! Ey aşkına doyamadığım Maşukum! Bana bir fırsat ver, hem bir hediye ver de ümmetim de bu lezzeti tatsın” dedi, diledi.
Yeryüzüne dönerken bir ettahiyyat, beş vakit namaz, kabul olmuş şefaat hakkı ile doluydu heybesi.
Kâinatın bütün sırlarının gözlendiği, bütün hazinelerin cömertçe sunulduğu, bilinmeyenin öğretildiği bir geceydi. Günde kırk defa o huzura girme fırsatı ise müjdesi.
Bir dahakine ulaşılır mı bilinmez. Belirgin olan içinde bulunulan an. Miracı anlama, miracı yaşama, miraçla insan olma fırsatını yakalama zamanı zaman.
İbadetlerin makbul, duaların ve tövbelerin kabul olması dileğiyle.
“Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz vardı?” Hitabına mazhar oldu insan. Kulluğun büyük bir sırrı, hatta ruhuydu dua. Yaradanın şanına layık kulluk talebinde bulunmanın adıydı dua.
Gördü ki kâinatta her ne varsa kendine göre duada bulunmakta;
Tüm nebatat kendi kabiliyetiyle İlahi isimlerin nakışlarını göstermek için topraktan çıkıp boy göstermeyi diliyor…
Tüm mahlûkat kendine has üslubuyla, şuursuzcasına fıtri ihtiyacının karşılanmasını yine ihtiyaç diliyle talep ediyor…
Tüm şuur sahibi de çaresizlik lisanıyla, haliyle, yana yakıla ellerinin boş çevrilmemesini diliyor…
İnsan… En kıymetli şuur sahibi olarak önce kendi üzerine düşeni yaptı, sonra her fırsatı değerlendirip dillendirdi taleplerini.
Bildi ki dua kulluğun ruhu ve katışıksız bir imanın neticesiydi…
Bildi ki istediği ya aynıyla ya misliyle ellerindeydi. Yahut çok daha memnun olacağı surette verilecekti.
Bildi ki sesini işiten, derdine derman yetiştiren, ona merhamet edecek biri var; o Zatın eli her şeye yetişir hatta kendi aklına gelmeyenlere bile…
Bildi ki ihtiyacı sonsuz; öyleyse ona cevap verecek sonsuz hazinesi olan lazım…
Bildi ki ona yönelmek bile kabul olunmuşluğun işaretidir, ona kabul edecek lazım…
Bildi ki kapısının tokmağına elini uzatan “gir içeri” cevabını duyacak, ona bahane lazım…
Bildi ki bahanelerinden biri de hemen yanı başında; akın akın rağbet edilen kutlu bir dilimde. Baktı ki etrafında her ne varsa ;“ Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” nidalarında.
Kul olmaya namzet, kul olmaya gönüllü, kul olmaya razı insan tek O “kulum” desin diye aç yüreğini, dök içini:
“İlahi! İki dünya hayatı elimden kaçıp gitse ya da bütün kainat bana düşman kesilse, benim yine gam çekmemem gerekir; çünkü Sen benim Rabbim, Halıkım, ve İlahımsın.
Yine benim, nihayetsiz isyanım ve iftihar vesilesi sayılan vasıflara gayet derecede uzaklığımla beraber, Senin mahlûkun ve masnun olmam hasebiyle, Sana bir alaka ve intisabım var. İşte, ben de Senin mahlûkun lisanıyla Sana tazarru ve niyazda bulunuyorum ey Halıkım, ey Rabbim, ey Razıkım ve ey Musavvirim!
Beni merhametinle kuşat ya Allah, ya Rahman, Ya Hannan, ya Mennan, ya Deyyan!
Beni bağışla, beni affet ya Gaffar, ya Settar, ya Tevvab, ya Vehhab!
Bana lütufta bulun Ya Latif! Günahlarımı sil ya Halim, ya Âlim, ya Kerim, ya Rahim!
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ım!
Kuran’daki ism-i azamın hatırına ve kitab-ı âlemdeki sırr-ı azamın Muhammed (alehissalatu vesselam) hürmetine…
Bu esma-i hüsnadan bedenimdeki kalbim ile kabrimdeki ruhuma ism-i azam nurları boşaltan bir pencere açmanı ve böylece bu sayfanın, kabrimin çatısı ve bu isimlerin ruhuma hakikat güneşinin huzmelerini akıtan pencereler olmasını niyaz ediyorum.
Allah’ım! Efendiler Efendisi Hz Muhammed Mustafa’ya salât ü selam eyle ve o salatü selamla bizi bütün korku ve afetlerden koru… Bütün ihtiyaçlarımızı gider… Bizi bütün günahlardan temizle ve topyekûn kusur ve hatalarımızı bağışla.
Ey bütün yakarışlarımı işiten ve dualarıma icabet eden Allah’ım! Yaşadığım müddetçe ve vefatımdan sonra da bu dileklerime kat katıyla icabet eyle!
Binler salât ve selam, bir o kadar da çarpımından çıkan netice ve bunun kat katı, Efendimiz Hz Muhammed’e, O’nun ehl-i beytine, ashabına, yardımına koşanlara, O’na itaat ve ittiba edenlere olsun.”
Kul olmaya namzet, kul olmaya gönüllü, kul olmaya razı insanlardan olmak, duaları icabet bulanlardan olmak, rağbet edenlerin gecesinde rağbet edilen kullardan olmak temennisiyle…
Kabrin timsali gecede. Kışı anımsatan vakitlerde. Karanlıklar arasında, rüzgarın ıslıklarıyla ürperilen zaman dilimlerinde…
Hani, nurlu nidanın çok yakından duyulduğu vakitlerde.
Hani, gecenin son raddesine kadar karardığı hengamede…
Hani, sebeplerin sükut ettiği, şah damarından daha yakın olana yakınlaşıldığı çizgide… Anlamını yitirmiş seccade boyu mesafelerde…
Şaşkın beşerin Rahmanın rahmetine ne derece muhtaç olduğunu farkettiği acizlikte…
Hani, ” yok mu isteyen? ” nidasına cevap verende…
Sıcak yatağını uğruna terkettiğinde… Hani, gözyaşlarının abdest sularına karışıp damla damla günahları döktüğünde.. Her bir damlanın yüreğinin bamteline dokunup şükran çekirdeklerini filizlendirdiğinde..
Huzura kabul edilişi beklerken, dillere dualar düşende…
Gece… Kendiyle ve Rabbiyle başbaşa kalmanın sırlı örtüsü. İçe doğru çıktığı yolculuğun aydınlık koridoru.
Teheccüd… Kabir gecesinin aydınlığı. Berzah karanlığının ışığı. Bekleme salonlarının siracı.
Gece yolculuğu.
Gecede teheccüd ise; sanki altıncı bir vakitmiş gibi beş vakte eklenende… Belki bundan dolayı ezanlar okunur bu vakitlerde. Kabede.
Uyku tutmamış aşıklar, yanık sesli müezzinlerin çağrısına kulak kabartıp koşarlar Kabeye.
Hareme o koşuş… Kabeyi seyrederek yudumlanan huzur… Arkasından başlayan tavaf;
“Bismillah, Allahu ekber!”
“Onun ismiyle başlarım… Allah en büyüktür!”
Geceye O’nun adıyla uyanmak… Hayata O’nu yücelterek başlamak… Şükran hisleriyle dopdolu olarak, bitmez tükenmez hazinesindeki nimetlerine talip olmak. “Vermek istemeseydim, istemeyi vermezdim” diyor ya, istemek… Neler istediğine dikkat kesilip, neler istettiğini fark etmek; neler vereceğini ümit etmek…
Zaten hayatın kendisi bir tavaf değil midir? Arkasından koştuklarımız, etrafında döndüklerimiz, bıkmadan, usanmadan, yorulmadan şavtlarını tamamlamaya çalıştıklarımız… Hayata başlarken zikrimiz olmalı bu kelime öyleyse; ” Bismillah, Allahu ekber!” Geceden başlayarak hem de;
Gecenin karanlığını bir küçük ışıkla aydınlatmaya çalıştım Allahım!
Yeryüzü semalarına kadar indiğin için sana yakınlığını hissetmek istedim Allahım!
Sonsuz hazinelerinden bana da lütfedeceğin nasibimi talep etmeye geldim Allahım!
Ta fecre kadar seninle olmak, seninle dolmak muradındayım Allahım!
Cürmüm ile, hatalarım ile, eksiklerim ile de kabul edersen şanına bu yakışır. Beni böylece kabul eder misin Allahım?
Az sonra gün ışıdığında, yeni bir sayfa yazılmaya başladığında, bana benden razı olacağın kelimeleri yazdır Allahım!
Rızan istikametinde nefeslerimi kullanmayı nasip et Allahım!
Beni benden al ama, beni Senden, sevginden, rızandan mahrum etme Allahım!
Her kapının anahtarı değil midir bu cümle? İşte ben de bu anahtarla geldim kapına Allah’ım!
“Bismillah, Allahu ekber!”
Hayatın kendisi bir çeşit tavafsa, Kabemiz nerde?
Elbette ki hayatın merkezinde. İnsanın sol yanında, gecenin derin karanlıklarının arasındaki aydınlık menfezlerde. Ancak aramak gerek. Arayan bulur, bulan ona vasıl olur.
Ve gecede teheccüd; bir gecelik olsa bir mum aydınlığı, üç gecelik olsa şamdan aydınlığı, her gecelik olsa güneş aydınlığı gibidir derler. Sabahından ümitli olduğumuz dünya gecesinin karanlığına tahammül edemezken, sabahının vaktini bilemediğimiz kabir karanlığında nasıl bekleyeceğiz ışıksız ve nursuz? Geceleri teheccüd feneriyle aydınlananların berzah hayatları aydınlık ve ışıl ışıl olacaktır. Her bir namaz nasıl ki berzahtaki bir belaya zırh ve koruyucu olacaksa, gecede teheccüd ise berzah aleminin, kabir denen bekleme salonunun sıkıntılarına, zorluklarına karşı bir kalkan olacaktır.
Azıcık gelecek endişesi varsa insanın, geceleri bu yolculuğu çekmeye değer. Çünkü gece yolculuğuna çıkanlar, mutlaka menzile ulaşırlar.
Ümmetin en şereflileri, Kuran’ı belleyip onunla amel edenler ve geceleri ibadetle geçirenler ise – ki kesinlikle O dediyse doğrudur- öyleyse hangi gece karanlığını devam ettirebilir?
Hayat yolculuğunun belki de en tatlı, en lezzetli, en kıymetli dilimi; en bereketli buluşmaların, affın, mağfiretin hazzının dimağlarda bıraktığı neş’e; akibet endişesinin en sade, en yahşi, en alımlı güzeli. Gece yolculuğu. Gecede teheccüd. Kabir aydınlığı. Gönül ferahı. Sünnet-i Resulullah’ın ihyası. Şah damarından daha yakın olanın yakınlığı.
O’nun ismiyle başlayan yeni başlangıçlar, O’nun ismiyle tamamlanacak nurlu hayatlar. Ömrün bereketi hakiki hazinelerin sırlı anahtarı;
“Bismillah, Allahu ekber!”
Kalben, manen ve de niyeten, iki cihandan geçip kendini maddeden tecrit ederek, huzurun akışına kapılmak. Bir nevi huzura kabul ediliş, mahlukatın en şereflisi olmanın ayrıcalığını, “kulum ” hitabına mazhariyetle müşerref olmanın şanını duyuş, ” iyyake na’budu” hitabına mahzar oluşuyla kendi kabiliyeti ölçüsünde aldığı mesafe ve büyük mazhariyet ile kavuştuğu aydınlık akibet.
Rahmeti Sonsuz’un Rahmaniyetinden ve Rahimiyetinden nasiplenmek bu olsa gerek.
Gece, üçte birlik dilimi ancak doldurmuş. Saatin tik-takları tın tın… Dışarda derin bir sessizlik. İçerde kulaklardan yüreklere tınlayan saat. Eşya pür dikkat. Duvarlar el pençe divan, kapılar açılmak için heyecanlı. Ara sıra pencereleri yokluyor ruzigar… Gözler uykuda, gönül kuşu çırpınışta. Kafes aralansın, özgürlüğün tadına varılsın umudunda.
Ay, buluttan perdesini yüzüne sütre yapmış; ara sıra nur yüzünü gösteriyor, o kadar..
En sevimli nida duyuluyor sessizliği bozmadan, bir ışık hüzmesi halinde; ” yok mu isteyen?”
Rüzgar susuyor, saat öylece kalıyor, bütün eşya bu tatlı nidaya kulak kesiliyor;” yok mu isteyen?”
“Yok mu derdine derman isteyen? ”
“Yok mu rızkına bereket isteyen?”
“Yok mu hastalığına şifa isteyen?”
“Yok mu ömrüne bereket isteyen?”
“Yok mu günahlarına bağışlanma isteyen?”
“Yok mu tövbe kapılarından geçmek isteyen?”
Sesi bekleyen dertliler, hastalar, günahına bağışlanma arayanlar kımıldanıyor. Uyku tutmamış kalpler göz kapaklarını uyarıyor. Gecenin üçte birine yayılmış nur hüzmesi gözlerden içeri akarken bakışlar aydınlanıyor. Sıcak yatağında üşüyen insan, kalbini titreten sesin sıcaklığına doğru yöneliyor.
Musluktan akmaya başlayan sular ta yüreğine işliyor. Her bir su damlasıyla birlikte dökülen ağırlıklardan kurtulma vaktidir. Soğuk da yakar hesabı, soğuk su susamış bedeni aşk ile adeta yakıyor.
Ellerini yıkarken ;” tut elimden Allah’ım, tut ki edemem sensiz!” yakarışı duyuluyor dudaklarından.
“Bana yanlış bir şey söyletme, ağzımı sevmediğin şeylerle kirletmeme müsade etme, ya hakkı konuştur ya da sustur” diyerek ağzını yıkıyor. Cennet kokularını dünyadayken de duymak muradıyla burnuna su alıyor. En derinlerden lenf bezleri uyanıyor bu çağrıya.
Parmaklarının arasından sızan buz gibi suları yüzüne sürerken ” Cemaline talibim, yüzümü nurunla aydınlat Allah’ım” istirhamındadır. Yaratıldığı gündeki bakışın nurunu aramaktır muradı. Kollarını yıkarken ” eli kolu uzun olmaktan sana sığınırım. Hakkım olmayana uzattırma ellerimi” diye yalvarıyor. Dirseklere kadar değen suyun soğukluğu, sığındıklarının soğukluğunu hissettiriyor bir anda.
Başını meshederken emirlerini başı üstüne aldığını vadediyor, kulakları hep o nur sesi duysun arzu ediyor, boynunu meshederken kul hakkından korunmayı talep ediyor; öyle ya ” neyle gelirseniz gelin ama kul hakkıyla gelmeyin!” ikazı boşa değil.
Dünya yolculuğundan da, sırat köprüsünden de kaymamak için yıkadığı ayaklarıyla bütün bedeni uyanmıştır artık. Yüzünden sızan sular gözlerinden süzülen yaşlara karışıp öyle damlıyor çenesinden aşağı. Huzura giden yolun ilk basamağı geçilmiş oluyor böylelikle.
Derken gecenin karanlıklarını aydınlatan nur sese cevap verme vaktini bekleme heyecanı sarıyor. Soğuk suyla temizlenen ağzın içinde dil hareketleniyor, dudaklar kıpır kıpır duaya başlıyor:
“Geldim Allah’ım! Sen yeryüzü semalarına kadar gelmişken, ben sana nasıl gelmem? Geldim Allah’ım! Dertlerimin dermanı sendedir. Hastalıklarımın şifası sendedir! Ömrümü namazlandır, namazla bereketlendir Allah’ım!
Günahlarımın çokluğu senden umudumu kesmeme sebep değil, ben kulunum, sen benim yegane İlahımsın Allah’ım!
Gecenin karanlıkları nasıl her şeyi örtmüşse, nurlu Settar isminle setret günahlarımı. Kabul et tövbelerimi.
Aç rahmet kucağını. Beni bana bırakma Allah’ım! Beni sensiz bırakma Allah’ım!
Gecenin bu vaktinde her halimle huzuruna kabul ettiğin için şükürler olsun. Sensiz geçen saniyelerimin utancıyla seninle dopdolu gecelerim için sana sonsuz şükürler olsun Allah’ım!”
Gece, üçte birlik dilimini ancak doldurmuş. Saatin tik takları kalplerin “Hakk-hakk” larına karışmış.
Dışarının sessizliği içerinin coşkusuna kapılmış. Ruzigar pencereye yapışmış. Duvarlar el pençe divan, tüm eşya pür dikkat… Çünkü tövbe kapıları ardına kadar açılmış . Ay buluttan perdesini mahreme açmış, gönül kuşu kafesin aralık kapısından maşukuna kavuşmuş bu saatte.
Gecenin loş karanlığına ” lebbeyk” yıldızları saçılmış. “Yok mu isteyen?” nidasına kulak verenlerin ıstırapları, ıztırarları nurlu müjdelerle fecre kavuşmuş.
Nurlu gecelerin yüzü suyu hürmetine, nadide buluşmalar, kabul olmuş dualar temennisiyle…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.