39,5620$% 0.11
45,5802€% 0.42
53,3321£% 0.51
4.285,21%0,11
3.369,36%0,02
9.102,02%-1,02
25 February 2016 Thursday
Yaşadığımız ahir zamanda günahların çoğaldığı, küfrün arttığı, hatta günahların peşimizde dolaştığı bir dönemde yaşıyoruz. İman bir kor gibidir, elimizde tuttuğumuzda elimiz yanıyor. Yere bırakınca ise imanımız elden gidiyor. Böylesi zor bir dönemden geçiyoruz. Hele ki gençliğin ahlaken çöküntüde olduğu bir zaman olduğunu düşünecek olursak,gerçekten günahlardan kaçmak daha da zor hale geliyor. Çünkü attığımız her adımda yeni bir günah, peşimizden kovalarcasına bizi takip ediyor. Bazen peşimizdeki o günah bizi o kadar çok sıkıştırıyor ki, ondan kurtulmak imkansız hale geliyor. Ama asıl mesele, bu günahlar karşısındaki tavrımız ve sonrasındaki davranışımızdır. Bu davranışlar bizim günahlara karşı sevgi veya nefretimizi ortaya koyuyor. Bazen işlediğimiz bir günah karşısında vicdanen o kadar rahatsız oluruz ki, keşke bu günahı işlemeseydim deriz. Ama bazende işlediğimiz bu günahlar sanki normal bir şey yapmış gibi davrandığımız olabilir. Oysa her günah kalpte siyah bir nokta oluşturur. Biz bu siyah noktayı tövbe ile anında silmezsek bu noktaların birleşimlerinde, daha büyük bir hale gelecek ve bütün kalbimizi bu noktalar kaplayacaktır. Daha sonrada Allah muhafaza, küfre kadar gidebilecek bir yola girmiş oluruz. Ama daha ilk noktanın kalbe girmesiyle onun panzehiri olan tövbe ile silinmez ise normal bir şeymiş gibi hayatımızı devam edip hem dünyamızı hemde ahiret hayatımızı berbat ederiz. Hele ki günahların kolay ulaşılabildiği teknolojik çağımızı düşünecek olursak, insanın kendini bu siyah noktalara karşı muhafaza etmesi daha da zor olacaktır. Ama imkansız değildir. Eğer dilimizde sürekli tevbe ve istiğfar olursa, Allah’ta bizi günahlara gidebilecek yollardan alıkoyar. Ama biz Allah’a bir adım gitmezken, onun bize gelmesini beklememiz yanlış olur. Çünkü kul, Allah’a bir adım atmalı ki Allah ta kuluna on adım atacağını kutsi hadislerde vaad ediyor. Bizi bu kadar çok seven bir rabbe karşı nankörlük etmemek ve hayatımız boyunca hal ve hareketlerimize dikkat etmemiz gerekiyor. Bu durum en çok gündelik hayatta normal konuşmalarımızda bile ağzımızdan gayri ihtiyari günah olan sözler telaffuz edebiliyoruz.
Mesela İnsanlar kendi aralarında konuşurken bile yalan beyan ve günah olacak her türlü şeyleri konuşabiliyor. Bazen şaka yaparız ama bu şaklarımız içinde yalan ifadeler olabiliyor.Oysa ’’ Şaka dahi olsa yalan söylemeyin’ diyen bir peygambere sahibiz. Şakalarımız içinde dahi yalanın yeri olmaması gerekiyor. Aksi taktirde bizde dil alışkanlığı yapar ve ondan sonraki hayatımızıda yalan söyleyerek devam edebiliriz. Çünkü yalanın küçüğü veya büyüğü olmaz.
Eğer insan küçük zannetiği bir yalan söylediği vakit, onun ortaya çıkmaması için başka bir yalan söyleyerek üzerini kapatmaya çalışır ama o yalanı da ortaya çıkacağı vakit bu sefer başka bir yalana ihtiyaç duyacaktır. Böylelikle içinden çıkılmaz bir hal alıp akabinda küfre gidecek ifadeler kullanır. Bu yüzden en başta doğrulardan konuşmalı ve şüphe uyandıracak ifadelerden kaçınmalıyız.
İslamda tek kurtuluş doğruluktadır. Allah’ında en sevmediği şeylerden biri yalan olduğunu düşünecek olursak, bu yalan ve günahlardan akrepten veya yılandan kaçar gibi kaçmalıyız.
Diğer en büyük hatalarımızdan birisi de ‘herkes yapıyor ‘ cümlesidir. Çoğunlukla başkalarından gördüğümüz bir davranışı normalmiş gibi kendimizin de yapmasıdır. Bu bazen faizli bir eşya olduğu gibi bazen de bir ticarette yapılan aldatma olabiliyor. Başkasında gördüğümüz yanlış bir durumu islamda mubah gibi yanlış bir algı içine girip kendimizde o yanlışlık bataklığında ilerleyebiliyoruz. Onun için başkası yapıyor değil de kuran ve sünnete bunun yeri nedir? diye bakmamız lazım. Eğer gündelik işlerimizi de kuran ve sünnet endeksli yapmazsak yanlış davranışlardan kurtulamayız. Bu durumda da küfre bir basamak daha atmış oluruz. O yüzden şüpheli her türlü işten kaçınmak lazım ve yaptığımız her işimizde vicdanan rahat olmamız gerekiyor.
İnsanoğlu o kadar mucizevi bir şekilde yaratılmıştır ki; Tıp dünyası, günümüzde en üst seviyeye gelmesine rağmen halen insan aklının,davranışlarının ve fiziksel özelliklerinin mucizevi yönünü çözümleyememiştir. Uludağ Üniversitesi’nde ‘NBeyin’ adlı sunumda öğrencilere beynin çalışma sistemleri hakkında bilgi veren Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyaloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Sinan Canan, beynin 2.5 milyon gigabayt hafızası bulunduğunu belirterek, bunun 300 yıl süren HD filmin kaydedilmesi anlamına geldiğini söyledi. Yani bu kadar kapasiteye sahip olan beynimiz bir ömür boyu gördüğü her şeyi kamera gibi kaydedip hafızasında biriktiriyor. Yeri geldiği zamanda ihtiyaca göre neler gerekiyorsa onu kullanıyor.
Yüce yaratan insana sürekli bir arayış ve öğrenme programı yüklemiş ve insan daha doğar doğmaz eğitim ve öğrenme ile hayata başlıyor. Bebek olarak Dünya’ya gözümüzü açarız ve o andan itibaren bir arayış içine gireriz. Karnımız acıktığı için ağzımızla meme arar ve onu Allah’ın (c.c) verdiği bir lütufla öğrenip her acıktığımızda da aynı hareketi tekrar ederiz. Yaptığımız her arayış sonucu ödülümüzü alıp yeni bir şeyi öğrenmenin mutluluğunda susar ve bekleriz. Tabi ki bu arayış karşısında elde ettiğimiz başarı, bizi daha çok kamçılar ve sürekli yeni şeyler öğrenmeye zemin hazırlar. Bizim ihtiyacımız olabilecek şeylere merak duyar,onları öğrenmek için de çaba harcarız. Mesela emekleme,yürüme ve konuşma bunlardan bazılarıdır.
Bebeklik çağında bir çok şey öğrenip yavaş yavaş dış dünyaya açılmanın zamanı gelir. Yeni bilgiler öğrenme ve yeni çevreler keşfetme ihtiyacı hissedilir. İlkokul çağına gelince, bu dönem daha sorgulayıcı ve daha da öğrenme hevesli bir şekil olarak ortaya çıkar. Gördüğümüz ve duyduğumuz her şey bize garip gelse de, hayat basamağının ilki ve en önemli zamanı bu dönem diyebiliriz. Çünkü okul hayatı, yeni gördüğümüz bir sistem olduğu için alışmak bayağı zaman alır fakat buralarda çok şey öğreniriz. Çünkü beynimiz, dediğimiz gibi 2.5 milyon gigabayt hafızaya sahip olduğu için bunu bir şekilde doldurmanın yolunu bulmalıyız. Onun için ilkokul,ortaokul, lise ve üniversite derken hala birçok şey öğrenemediğimizin farkına varırız. Bu eğitim süreci tamamlandıktan sonra kendimize tam da güvenip her şey tamam dediğimiz anda bir bakmışız ki hala yolun yarısına bile varmadığımızı görürüz. Çünkü 15-20 yılda öğrendiklerimiz o kapasiteyi dolduramayacak kadar azdır. Bazen çevremizde bizle dalga geçilse de yani; ‘’50 yaşına geldin hala okul mu okuyorsun?’’ gibi sözler duysak da aldırış etmemeli ve öğrenmenin ölünceye kadar devam edebileceğini göstermeliyiz. Çünkü öğrenmek, insan için bir ihtiyaçtır.İnsan öğrendiği şeyleri hayata geçiremeden öleceğini bilse de muhakkak eğitiminden geri kalmamalıdır. Zaten okuma ve öğrenme zevkine varan insan onu asla bırakamaz. Bazen haber bültenlerinde 70 yaşındaki bir insanın üniversiteden mezun olduğu görürüz ya da 70 yaşında doktora eğitimini tamamlamış olanları görürüz. ‘’Bu insanlar bu yaştan sonra okuyup,öğrenip ne yapacaklar ki?’’ denilebilir. Aslında insan okudukça ve yeni şeyler keşfettikçe beyin daha da tazelenir ve ‘’alzheimer’’ hastalığı daha az görülür. Aksi halde beyin kendi kendini sürekli yanilemez ve format atmazsa, en başta unutkanlık ve çeşitli beyin hastalıkları kendini göstermeye başlar. Tıpkı ilk çocukluk dönemlerimizdeki basit ve düşüncesizce yapılan hareketlerimizi yapmaya başlarız. Bu davranışlar da hiç bir yaşlının yapmak istemeyip istem dışı yaptığı hareketlerdir. İşte bunlardan korunmak için, beyin sürekli hareket halinde olmalıdır. Her gün yeni bilgiler peşinde koşmalıdır ki hem bir uğraş alanı olmuş olsun hem de beynimizi tazeleyip yeni bilgiler depolayarak bilgi hazinemize biraz daha değer katılmış olsun. Akademik kariyerimiz ne olursa olsun onunla yetinmemeli ve bir üst kariyer neyse ona göz dikip ulaşmak için çaba gösterilmeliyiz. İşlerimizde gereken konuma ulaşsak, hatta emekli olsakta vaz geçmemeli ‘’beşikten mezara kadar ilim’’ öğrenmeliyiz.
Hiçbir bilginin bize zararı olmaz fakat hayatta o öğrendiklerimizin birçok faydasını görürüz. Aslında bilgi sadece okuyarak da elde edilmez okumadan da hayatı çok güzel öğrenen ve kendini yenileyen bir çok insan vardır. Fakat bize daha iyi bir yol gösterici olması adına bir yerlerden eğitim almamız daha sistemli ve pratik olacağından okul eğitimimizi daha ön planda tutmamız lazım. Bu eğitimimizi de açıköğretim ve uzaktan eğitim olarak da devam ettirebiliriz. Aksi halde atalarımızın şu sözü ömür buyu peşimizi bırakmaz ‘insan bilmediğinin düşmanıdır.’ Evet insan bir konu hakkında yeterince malumat sahibi olmazsa ona en büyük düşmanlığı kendisi yapar. Bundan dolayı kendimize düşman seçmemeli ve bilgiyi küçümsemeden onu almanın yollarını araştırıp bulmalıyız.
Hiç şüphe yok ki, yüce Allah kullarını halk edip dünya’ya gönderince beraberinde de bir çok imtihan çeşidi vermiştir.Kimimiz ailesiyle, kimimiz para ile ve kimimiz de sağlık ile imtihana tabi tutulabiliyoruz. Eğer imani duygularımız ve yaşantı halimiz Allah’a yakın bir çerçevede geçiyorsa biz bunları lütuf olarak görür ve asla halimizden şikayetçi olmayız. Ama yok eğer imanımız zayıf ve İslami çerçevede yaşam tarzı sürdürmüyorsak Allah muhafaza şikayetler ve ardından da isyanlar gelecektir. Oysa bizler her türlü belaya karşı sabır göstermeli ve derdimizi, dermanını elinde bulunduran zatta havele etmeliyiz. Zaten başka çaremizin de olmadığını biliyoruz. Ama Allah muhafaza isyan edip şirke girerek kendimizi mahf edebiliriz. Bazen elimize, bir toplu ine batınca dahi acısından kıvranıp üzülürken, acaba bu dünyada imtihanı kaybedersek ahiret azabına nasıl dayana biliriz diye hiç düşündük mü?
Çünkü bizler için önemli olan, asıl yerin ahiret yurdu olduğunu asla unutmamız lazım. Ve başımıza, bize göre dayanamayacağımız bir imtihan gelince hemen Efendimizin (s.a.s.) çektiği sıkıntılar aklımıza getirip kendimizi teselli etmeliyiz. Ve bulunduğumuz halimize şükür etmeliyiz. Örneğin Eyüp (a.s.) kıssasından bahs edilince; Bütün vücudu yara bere içinde kalmış, adeta yaralarından kurtlar meydana gelmiş ve bu haliyle bile asla şikayetçi olmamıştır. İbadetlerini tas tamam yapıp en ufak bir eksiklik göstermemiştir. Rabbine el açıp “Ya rabi! Bana şifa ver.” dahi dememiştir. Çünkü biliyor ki o derdi veren dermanını da yine o verecektir. Ve bu sabrıyla imtihanı kazanmış bütün vücudu iyileşmiştir. İsyan etmeyerek ve halinden şikayetçi olmayarak ta Allah’ın rızasını kazanmıştır. Mesela, Hz.Yusuf (a.s) kendisine iftira etılmış ve yıllarca zindanda mahküm hayatı yaşamıştır. Ama o asla ‘’yarabbi ben suçsuzum beni neden bu hale soktun’’ diye şikayet etmemiştir. Ama akabinde bakıldığı zaman zindana atıldığı ülkede, hükümdar olacak kadar lütuflara mazhar olmuştur. İşte bizler zayıf ve aciz kullarız eğer Allah’tan gelen bir müsibet olunca ona karşı aktif sabır göstermeliyiz. Çünkü o imtihanın akabinde bizleri nelerin beklediğini bilemeyiz. Mesela Üstad Bediüzzaman hazretleri yıllarca hapishanelerde yatmış, yetmezmiş gibi sürekli sürgüne gönderilmiş,bunun yanında defalarca zehirletilmiş ama o asla pes etmemiş ve Allah’tan ümidini kesmemiştir. Bu kadar sabrına karşılık eğitim almadan Allah tarafından bir çok ilme vakıf olmuştur. Şu anda da Dünya’da milyonlarca insan onun eserlerinden faydalanır hale geldi.
Bazen de eşimiz çocuklarımız ve parayla imtihan olabiliyoruz. Aslında düşünüldüğü zaman hiç bir sıkıntı, hal edilmeyecek kadar zor değildir. Bazen isyankar bir eş olabiliyor. Bazen hayırsız bir evlat başımıza musallat olabiliyor. Ama bizler her iki durumda da elimizden geleni yaptıktan sonra gereğini Allah’a havale edip sabırlı olursak, hem onlardaki değişimi görürüz hemde sevabımızın katlanarak çoğaldığını his ederiz. Ama bazen durum böyle olmuyor ve bardağı taşıran son nokta diyerek ya boşanma yolları arıyoruz ya da şiddete baş vuruyoruz. Kazanmamız gereken bir imtihanı daha fazla günaha girerek külliyen kayıp edebiliyoruz. Örneğin bir koyun sürüsü ve çobanı düşünelim; çoban,koyunları otlatırken koyunlarından birisi uçuruma doğru ilerleyince onu geri çevirmek için bir taş alıp koyuna fırlatır ve o taş koyuna belki isabet edip acı verebilir. Peki bu duruma bakınca çoban koyunu sevmediği için mi acı veriyor. Bilakis çok seviyor ve uçuruma gitmesini engellemek için uyarıyor. İşte bizlerde bazen Allah’ı unutabiliyoruz buna karşılık rabbim kendini bize hatırlatmak için bazen küçük bazende büyük musibetler verebilir. Bize düşen ise bu verilen uyarıya karşı sabırla beklemektir. Bizi sevmediğini düşünmeden ve haşşa bizi unuttu ifadeleri kullanıp şirke girmeden beklemek lazım unutmayalım ki sabrın sonu selamettir. Kazanma kuşağında kaybedenlerden olmamak için de Allah’ı asla unutmamalıyız.
Ya Resülullah! Seni çok özledik. Sen bizleri terk edeli çok şeyler değişti ama bir türlü taşlaşan kalbimiz yumuşamadı. Senin hayalin ile yaşıyor, seni görme ümidiyle uyuyoruz. Ama nafile, seni ne görebiliyor ne de sıcaklığını his edebiliyoruz. Kırgınsın biliyoruz, ama taşlaşan kalbimiz bir türlü yumuşamıyor ve doğru yolda sabit kalamıyoruz. Ebu Cehiller öldü ama yerine torunlarını bıraktı. Bizde takat yok ki onları alt edelim. Ne Ömerlerimiz ne de Ebu Bekirlerimiz var. Sana muhtacız Efendim, sen olmayınca bizler hiçiz elimizden bir şey gelmiyor. Ne olur bizleri bırakma yine gel.
Ya Habib Allah! Sen ki elinde bulunan bir hurmayı bile paylaşmadan yemezdin. Borçlu birini görünce onun borcunu ödemeden de rahat etmezdin. Hele savaşta esir düşmüş insanlara bile en iyi muameleyi sen yapardın. Ama yok efendim yok, kalmadı onlar. Dünya malı artık en büyük değer oldu. Kardeşler bile düşmanca davranıyor. Dünya hırsı arttı. Hatta o varsa başka bir şeye gerek yok deniliyor. İman zayıfladı,kuran okunmaz oldu, sünnet yaşanmıyor zaten. Biçareyiz Efendim, derdimiz çok dermanımız sensin. Yine gel sana her zamankinden daha çok muhtacız. Ümmetin darma dağın oldu her biri bir tarafta oyalanıyor. Ne mazluma el uzatıyorlar, ne de yetimi kolluyorlar. Artık, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyorlar. Kardeşin, kardeşe yardım etmesi unutuldu. Her şeyin önceliğini rahatlık ve makam aldı efendim. Yalan, iftira ve zulüm mubah sayıldı. Ama cennet ve cehennem halen yerinde duruyor. Ama bizler ebedi bir ahiretin varlığından haberlerimiz yokmuş gibi yaşıyoruz. O yüzden seni çok özledik efendim ne olur kendini bize bir kez daha hatırlat.
Ya Nebi Allah! Sen ki kız çocuklarını diri diri toprağa gömülmesini Allah’ın emriyle yasakladın ve yine sen ki cenneti annelerin ayaklarının altına serdin. Ama şimdi ne kızlarımız hak eden değerleri görüyor ne de annelerimiz. Bu devirde huzurlu! denen evler türedi, anneler ve babalar artık oralara yerleştiriliyorlar. Üstelik senin ‘annesi- babası yanında yaşlanınca onların bakım ve görümünü yapmayıp cenneti kazanamayanların burnu yerde sürtsün.’ Hadisi şeriflerini bilerek onları aşağılıyorlar. Ah! Efendim, gel ki ümmetin şefkat görsün. Gel ki uyuyan vicdanlarımız tekrar uyansın. Sen yoksun bizler hem öksüz hem yetimiz. Günler gelip geçiyor ama bizler bu derin uykudan uyanamıyoruz. Sensiz birer ölüyüz Efendim, her gün yeni bir gün geliyor ve bizler halen uyuyoruz. Üç aylar gelip geçiyor ama bizler uyanamıyoruz ramazan gelip geçiyor ama idrak edemiyoruz. Gel efendim gel bu ölü ruhlara can gelsin. Sen gel ki ümmetin dirilsin. Ömür bitti ama biz halen dirilemedik efendim.sana verdiğimiz sözleri de tutamadık. Her gün yeni bir günah ve her gün yeni bir kul hakkı…
Ey Efendim! Mekke sokaklarında nerede bir çocuk görsen tebessüm edip başını okşardın ya. İşte şimdi başımızı okşaman için nelerimizi vermezdik ki. Başımızın okşanmasına o kadar çok ihtiyacımız var efendim. Gel, saçlarımızı okşa ki mis kokunu duyalım. Çünkü hiç bir gül senin kokunu veremiyor ve hiç kimse senin şefkatine ulaşamıyor. Saçlarımızı okşayan ellerine kurban olayım. Ne olur bizleri tek başımıza bırakma.Ellerini başımızdan çekme, çekme ki yalnız kalmayalım. Çünkü bu kapkaranlık dünyada sen olmadan yolumuzu bulamıyoruz. Nurunu esirgeme bizden. Bak bir gün daha geldi ve geçiyor ama sensiz kapkara ve soğuk. Ne olur bizleri karanlıkta bırakma. Bir kez olsun gel ve yine bizleri sımsıkı sar. Yüreklerimiz yanıyor, içimiz kavruluyor. Yangınımız her gün daha da artıyor efendim. Ama o ateşi söndürecek hiç bir şey bulamıyoruz. Yüreklerimize senin aşkını düşür ki senin ateşinle yanalım. Seni görmeyi bize nasip et ki kendimizden geçelim. Ama sen yoksun efendim, kapkara olan ruhlarımıza gelmiyorsun, seninle temizlenemiyoruz. Haklısın Efendim çünkü seni hak etmiyoruz. Çünkü sana layık olamıyoruz. Ama senden başka kapımızda olmadığını biliyorsun yolumuz yanlış olsa da, seni hatırlamamış olsak da, ne olur bizleri bırakma tut elimizden ve sıkıca sar Efendim…
İnsanlar yer yüzünün en şerefli mahlukatları olarak yaratılmışlardır. Dünya’da sayısız canlı türü olsa da, insan tüm canlıların hem efendisi hemde kullanıcısıdır. Yani yer yüzünde sayısız canlı, insan oğluna yardımcı olsunlar diye istifadelerine sunulmuştur. Nasıl ki insanın bir görevi olan Allah’a kulluk ve şükür ise diğer canlıların da Allah’a (c.c.) şükür görevleri yanında bir de insanoğluna yararlı olmak için elinden geleni gayri ihtiyari yapmaktadırlar.
Bediüzzaman’nın ifadeleriyle, sivri sinek insan vücudundan kirli kanı emerek bir nebze doğal hacamat görevi yapıyor. Bunun yanında kartal, kurt ve karınca gibi hayvanlar her gün yeryüzünü ve denizi pisliklerden temizlemektedirler. Onlar Allah tarafından görevlendirilmiş temizlik ve sıhhiye memurlarıdır. Eğer onlar temizlemeseydiler, yeryüzü ve denizler pislikten geçilmez ve yaşanmaz bir hale gelirdi. Bu faydalarından dolayı insanın dışındaki canlılar da en az insan hayatı kadar önem taşır ve Allah katında onlara değer verilir. Çünkü bizlerin temiz bir atmosferde ve temiz bir ortamda yaşamamız için hayvanların varlığına ihtiyacımız vardır. Sadece etinden ve sütünden faydalandığımız hayvanların olmasını istersek, o zaman da zararlı haşerat ve çevremizdeki leşlerden, yaşanmaz bir ortamımız olurdu. Ama onlar rızıklarını yedikleri gibi, insanlara da temiz bir çevre bırakmış oluyorlar.
Kedi, köpek ve yılanı dahi bu cevreci hayvanlar olarak görmeli ve onlara merhamet göstermeliyiz. Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde de ‘Her kim ki haksız bir yere bir serçe dahi öldürür ise onun hesabını Allah sorar.’ Diyerek islamın hayvanlara ne kadar büyük bir önem verdiğini gösterir. Zaten o yüzden kur-an da hayvanlar alemi, ümmet olarak tanımlanır. Yani onlar da bir ümettir. Bunun yanında said-i nursi karıncalar için ‘bunlar millettir’ ifadeleri kullanıyor. Ve kendisine ikram edilen çorbayı dahi tanelerini karıncalara ikram edip kendisi ise ekmeğini çorbanın suyuna bandırarak yetindiğini görüyoruz. İşte bu yapılanların hepsi yüce Allah’ın insanalara verdiği merhametten kaynaklanıyor. Zaten olması gereken de fıtratten böyle olmasıdır. Yaratılanı yaratandan dolayı hoş görmek lazım. Hele bahar ayının gelmesiyle çevremizde bir çok hayvan görmemiz mümkündür. Bunların zararsızı olduğu gibi zararlısı da olabilir. Belki bizi rahatsız da edebilirler. Ama bütün bunlar, bize o hayvanları öldürme veya zarar verme yetkisi vermez.
Mümkün mertebe yürüdüğümüz, oturduğumuz ve piknik yaptığımız alanlara dikkat etmeli, kendi keyfimiz için başka canlıların yaşam haklarını elinden almamalıyız.Yukarıda söylediğimiz hadis-i şerifte de olduğu gibi insanlar haksız bir yere aldıkları bir canın hesabını verecekler. Bu bilinçle davranmalı ve hassasiyetimizi ona göre gözstermeliyiz.
Bir misal verecek olursak;Bir gün adamın biri, yolda yürürken pislik böceğini görüyor. Hayvancağız, Kendinden büyük bir pisliği yuvarlayıp yuvarlayıp duruyor. Hani belgesellerde ve bahçelerde bazan rastalamışızdır. Kendinden büyük bir gübreyi gün boyu yuvarlaya yuvarlaya sürekli onun peşinden gider. İşte adam da bu hayvanı görünce ‘ya Rabbi bu pis, işe yaramaz, hiç bir faydası olmayan hayvanı ne diye yarattın ki’ der. Ve günler geçer adam hastalanır, yatağa düşer. Hangi doktora gitse çare bulamazlar. Bir gün şehrin önde gelen doktoruna gider ve doktor teşhisi koyar. Çare olarak da; “o gübre böceğini iyice ezecen ve aç karna bir hafta boyunca her sabah yiyeceksin’’ der. Adam şaşırır ama yapacak bir şey de yoktur. Hemen doktorun dediğini yapar ve gerçekten de bir haftanın sonucunda bir şeyi kalmaz iyileşir. Bir gün bu adamın uzak bir yerde işi çıkar ve gemi ile gitmesi lazım. Adam gemiye biner ve yola koyulurlar bir süre gittikten sonra şiddetli fırtına çıkar ve insanlar dua etmeye ağlamaya başlar ama ne hikmetse bizim adamda hiç ses seda yok ve bir köşede oturmuş bekliyor. Bunu gören insanlar; “Gel dua edelim. Allah’a yalvaralım da bu fırtına dinsin derler.” Adam hiç istifini bozmadan ‘yok arkadaş ben Allah’ın işlerine karışmam. Bir kez o gaflete düşüp karıştım, onda da gübre böceği yedirdi şimdi karışırsam kim bilir neler yapar. O yüzden o her şeyin en güzelini bilir.’der.
Evet değerli dostlar onun hikmetinden sual olunmaz. O neyi yaratmışsa muhakkak bir sebebi vardır onun için çevremizde bize zararları var diye onların boşuna yaratıldığını düşünmeyelim muhakkak bir hikmeti vardır. Nasıl ki bir karıncanın lavaboya düştüğünü görünce bir kaç saat onun çıkarılması için uğraşan zat,o merhmeti o canlıya gösteriyorsa bizlerde bırakın lavaboya düşen karıncayı kurtarmayı, hatta bilerek karınca yuvasını tarumar eden bir insan haline dönüşebiliriz. O yüzden Allah’ın yarattığı canlılara merhamet göstermeliyiz ki Allah’ın da merhametini bekleyelim.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.