38,4720$% 0.07
43,9071€% -0.21
51,6777£% -0.16
4.092,61%-0,95
3.309,30%-1,02
9.306,96%-1,33
29 March 2025 Saturday
Ben sanırdım âlem içre bana hîç yâr kalmadı
Ben beni terk eyledim baktım ağyâr kalmadı(Niyazi Mısri)
Aziz Müminler!
Allah’ın rahmet, af ve ibadet ayı olan Ramazan-ı Şerif’e veda ediyoruz. Bir taraftan bir sel gibi hızla akıp giden Ramazan günlerinden ayrılmanın hüznü, bir yandan gözlerimizin önünde cereyan eden savaşlar, terör eylemleri, şiddet olayları, baskılar ve tahakkümler ve insanlığı derin bir şiddet sarmalına sürükleyen zulümlerin ateşi içimizi yakıyor. Anadolu’da Gazze’de Yemen’de Ukrayna’da Asya’da savaşların kıskacında masum insanlar istibdat ve zulüm altında inliyor, kanı akıtılan masum ve mazlumların sayısı her geçen gün artıyor… Merhametin giderek azaldığı bir dünyada, zalimler zulme doymuyor ve bizler böyle bir iklimde Ramazan-ı Şerif’e hüzünle veda ediyoruz.
Değerli kardeşlerim,
İnsan, özünde şefkat ve merhameti barındıran bir varlıktır. Dünyaya geldiği ilk andan itibaren anne sütü kadar şefkate ve merhamete muhtaçtır. Ne yazık ki insanlık günümüzde ahlaki değerlerden giderek uzaklaşıyor ve yaratılış gayesine yabancılaşıyor.
Yaşanan acı tablolar, sekülerleşmenin yaygınlaşması ve insanların sadece Allaha kul olma bilincinden uzaklaşması karşısında, yeniden bir hizmet aşkı ve yaratılanlara karşı da bir şefkat ve merhamet zırhı kuşanmamız elzem hale geliyor. Özümüzde var olan iyilik, güzellik ve Allah’tan başkasına kulluk yapmamayı bir kez daha yeniden keşfetmemiz gerekiyor.
Ramazan ayı bize, insanın açlık gibi maddi ve manevi ihtiyacı olan ibadetin, maddi yardımlarla merhametin, şefkatin ve kardeşliğin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bayram ise yılın yeni gelen kısmında bu kazandığımız maneviyat ve bilinçle, hayatımızın her anını bir ibadet şuuruyla yaşamaya niyet zamanıdır.
Aziz Müminler!
Cenâb-ı Hak, Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ﴿٢٧﴾ ارْجِعِي إِلَىٰ رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً ﴿٢٨﴾ فَادْخُلِي فِي عِبَادِي ﴿٢٩﴾ وَادْخُلِي جَنَّتِي”
“Ey huzura eren nefis! Sen Allah’tan ve O da senden razı olarak Rabb’ine dön! (Seçkin) kullarım arasına gir! Cennetime gir!” (Fecr, 27-30).
Bu ayet, nefsini tezkiye eden, kötülüklerden arındıran ve Allah’ın rızasına ulaşan kullar için bir müjdedir. Ancak insanın nefsini tam anlamıyla tezkiye etmesi, yani kötülüklerden temizlenmiş, arınmış bir hale getirmesi uzun ve meşakkatli bir yolculuktur. Bu sebeple, her müminin daima nefsini gözden geçirmesi, onun hilelerine ve tuzaklarına karşı uyanık olması gerekmektedir.
Ben, dünyada bana hiç dost kalmadı sanırdım.
Kendimi terk edince gördüm ki, yabancı da kalmamış.(Niyâzî-i Mısrî)
Kardeşlerim!
İnsanın en büyük imtihanlarından biri, yaptığı ibadetleri ve hayırlı amelleri kendi nefsi için bir üstünlük vesilesi olarak görmesidir. Nefis, insana kendi iyiliklerini büyüterek gösterir ve onu ucba, yani kendini beğenmişlik hastalığına sürükler. Oysa Rabbimiz bizleri uyararak şöyle buyurur:
“فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَىٰ”
“Nefislerinizi temize çıkarmayın. O, kimin sakındığını(ne yaptığını) en iyi bilendir.” (Necm, 32). Bu ilahi emir bizlere, kendimizi her zaman eksik ve kusurlu görmemiz gerektiğini öğütlemektedir. Kendi ibadetlerimiz gururlanmak yerine, hizmetlerimizi Allah’ın bir nimeti olarak kabul etmeli ve şükür vesilesi kılmalıyız. Unutmayalım ki, amellerimiz ne kadar çok olursa olsun, ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle ve ihlasla değer kazanır ve devam eder.
Değerli Müminler!
İnsan, nefsiyle mücadele ederken zaman zaman hatalar işleyebilir. Ancak bu durum, kişinin kulluktan vazgeçmesine sebep olmamalıdır. Şeytan, müminleri günahlarıyla meşgul ederek onları ümitsizliğe sevk etmek ve Allah yolunda çalışmalarına engel olmak ister. Oysa asıl olan, tövbe ve istiğfar ile hatalardan arınmak ve Allah’ın rızası için mücadeleye devam etmektir. Efendimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurur:
كُلُّ بَنِي آدَمَ خَطَّاءٌ، وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ “Âdemoğlu hata yapmaya meyillidir, ancak hata işleyenlerin en hayırlıları tövbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâmet, 49) Bu hadis-i şerif, insanın fıtraten hata yapabileceğini, ancak samimi hatadan dönüşün, tövbenin kişiyi erdemli kıldığını vurgulamaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri bizlere şu önemli dersi verir: “Müzekkâ olmadığın için(yani ak sütten çıkmış kaşık gibi olmadığın için), belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. (Yani Allah isterse kafir veya münafık biriyle günah işlemekte olan fasık birilerine de dinine hizmet ettirebilir) Hizmetini, ubudiyetini, kulluk vazifeni sana meccanen karşılıksız verilen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucub ve riyadan kurtul.”
Yani, kul, daima kendini kusurlu bilmeli, başkalarının kusurlarına karşı büyüklerin deyimiyle kusur körü olmalı; hizmetini, yaptığı hayır hasenatları Allah’a bir şükür ve kulluğun gereği olarak görmelidir. Aksi halde insan, yaptığı iyiliklerle gurura kapılır ve büyük bir manevi tehlikeye sürüklenir.
Bazılarının hataları veya eksiklikleri, dini hizmetlerde gevşeklik göstermek için bir mazeret olmamalıdır. Çünkü başkalarının hataları veya eksiklikleri, bireyin kendi sorumluluklarını ihmal etmesini haklı çıkarmaz. Dine hizmet etmek, kişinin kendi manevi gelişimi ve topluma karşı görevidir. Başkalarının davranışlarına odaklanıp kendi üzerine düşenleri yapmamak, kişinin kendine zarar vermesinden başka bir sonuç doğurmaz. Bu nedenle, her birerlerimiz öncelikle kendi yapıp ettiklerimizden sorumluyuz. Başkalarının eksikliklerini bahane ederek kendimizi geri çekmek sadece kendimize zarar verir. Bu yüzden büyükler zaman zaman Hizmeti kurtarmayı bırakın hizmet ederek kendinizi kurtarmaya bakın diye tavsiyede bulunurdu.
Değerli kardeşlerim
Unutulmamalıdır ki, Allah yolunda hizmet edenler her zaman çeşitli zorluklarla karşılaşabilirler. Ancak bu zorluklar, hizmetin terk edilmesi için bir gerekçe olamaz. Üstat Bediüzzaman: ’Mesleğimiz meşakkattir meşakkat ise alameti makuliyettir. ‘’ der. Evet Hak uğrunda çekilenler Allah’ın bizi makbul kullarından saydığına bir işarettir. Dini görevlerde samimiyet ve süreklilik, kişinin hem kendisi hem de çevresi için en hayırlı olan davranış biçimidir.
Aziz Müminler!
Kendimizi her zaman eksik ve kusurlu görmeli, nefis terbiyesi konusunda gaflete düşmemeliyiz. İbadetlerimizi ve hizmetlerimizi bir üstünlük sebebi olarak değil, Allah’ın bir lütfu olarak kabul etmeli ve bu konuda şükretmeliyiz. Günahlarımız sebebiyle veya başımıza gelen hadiselerin ağırlığından dolayı asla ümitsizliğe düşmemeli, tövbe ve istiğfar ile Allah’a yönelmeli ve hizmetten geri durmamalıyız. Allah bizleri nefsinin hilelerinden muhafaza eylesin ve kendini tezkiye eden, arınmış kullar zümresine ilhak eylesin. Amin!
Aziz müminler! وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَمًا كَث۪يرًا وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِرًا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ’’ Kim (başka bir gaye için değil de sadece) Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne kavuşma (ve onların rızası istikametinde) hicret için evinden çıkar da daha yolda iken ecel gelip kendini yakalarsa, hiç şüphesiz onun (geçmiş günahlarını affetmek ve) mükâfatını vermek Allah’a aittir. Allah, (kullarının hata ve günahlarını) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’min ve itaatkâr kullarına karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.’’(Nisa, 100)
Hicret, yepyeni bir hayattır ve tarihte bunun birçok örneği vardır. Orta Asya da, Türkistan topraklarında doğan ve yetişen büyük mutasavvıf “Pîr-i Türkistan” olarak anılan Hoca Ahmed Yesevî ve Onun talebeleri, İslam’ı ve tasavvufi öğretileri yaymak için büyük bir azimle çalışmışlardır.
Hoca Ahmed Yesevî, 63 yaşına geldiğinde, “Peygamber Efendimiz bu yaşından sonra toprağa ayak basmadı” diyerek bu yaştan sonra medresesinin bir köşesinde bir kuyu kazdırdı ve geri kalan hayatını orada ibadetle geçirdi. Adeta 73 yaşında ölünceye kadar toprağın altında yaşadı.
Hacı Ahmet Yesevi, 11. yüzyılda bugünkü Kazakistan topraklarında yer alan Yesi şehrinde dünyaya gelmiş, tasavvufi öğretileriyle gönülleri aydınlatan, insanları hakikate çağıran bir rehberdir. Onun talebeleri de, sabırla ve özveriyle çalışarak binlerce insanın hidayetine vesile olmuşlardır. Onlar, İslam’ın güzelliklerini anlatmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmamış, binlerce talebesi dünyaya dağılmış, insanlara doğru yolu göstermek için gece gündüz demeden çabalamışlardır. Bu çabaları neticesinde, toplumlar üzerinde derin bir manevi etki bırakmış, binlerce kişi ve milletlerin İslam’ı benimsemesine öncülük etmişlerdir. Özellikle Anadolu ve Balkanların İslam’la tanışmasında ve bu coğrafyaların manevi ikliminin şekillenmesinde büyük bir rol oynamışlardır. Bu hizmetlerinin bir bereketi olarak da asırlardır inananlar arasında hayırla anılmaktadırlar.
Kardeşlerim, dini tebliğ etmek, yaşamak, sabır, azim ve samimiyet gerektirir. Hacı Ahmet Yesevi ve talebeleri, bu yolda bize rehberlik eden birer kandildir. Onlar, tıpkı akan su gibiydiler; çünkü “akan su kir tutmaz, duran su kokuşur.” İslam’ın hakikatlerini yaşayrak yaymak için sürekli hareket halinde oldular, durmadılar, duraksamadılar. Bizler de onların izinden giderek, insanlara hakikati ulaştırmak için maddi manevi çaba göstermeliyiz. Unutmayalım ki, bir insanın hidayetine veya istikamet üzere kalmasına vesile olmak, en büyük sevaplardan biridir.
Gönlümüz gözümüz senin ile açılır
Geçilmezler senin ile geçilir
Adın anılınca nurlar saçılır
Doğ ruhumuza bizi hasretle yakma
Hak aşkına ümmetin yalnız bırakma
Rabbim, bizleri hicret edenlerin, akan sular gibi bereketli ve temiz bir ömür sürenlerin yolundan ayırmasın. Amin.
Aziz Müslümanlar!
Rabbimiz Kur’an’da şöyle buyuruyor: “فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ”
“Madem öyle (ey Resulüm), aldırma onlara, (söylediklerini duymazdan, yaptıklarını görmezden gel) ve kendilerine selâmet dileyerek yoluna devam et. Gün gelecek, elbette bileceklerdir.” (Zuhruf, 89). Bu ayet, bize hakikat yolunda karşılaştığımız tüm zorluklar karşısında sabırlı olmayı, affediciliği ve güzel bir tutum sergilemeyi öğütlüyor.
Tarihimizde bu ilahi öğüdü en güzel şekilde hayata geçirenlerden biri de 13. Yüzyılda yaşayan Mevlâna Celaleddin-i Rumi’dir. O, yaşadığı asırda Anadolu’da akla hayale gelmedik iftiralara maruz kalmış, yerilmiş ve dışlanmıştı. Ancak o, her şeye rağmen inandığı yolda sabırla yürüdü, inandığı gibi yaşadı. Çünkü o, sadık bir mümin, Allah’a gönülden bağlı bir kuldu. Bugün, asırlar geçmesine rağmen Mevlana’nın gönüllerdeki yeri hiç değişmedi. Onun türbesi, milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen mukaddes bir mekân haline geldi.
Mevlâna bir beytinde şöyle buyurur: “İtâat ve ibâdet ile meşgûl ol.
Tâ son nefesine kadar bu yoldan ayrılma.
Zîrâ sana Hakk’ın ihsan ve keremi erişir de son nefesin bir başka nefes olur. ”
Bu sözler, artık olduğunu zannedip amel ve mücahededen vazgeçenlere, sağa sola çatıp hep eleştirel ve yıkıcı davranan gayri memnun tiplere bir uyarıdır. Çünkü biz kullar ecel vakti gelene kadar ibadet, itaat ve hakikat yolunda çaba göstermekle sorumluyuz.
Kardeşlerim, Mevlana’nın hayatı ve öğütleri bize şunu öğretiyor: Hakikat yolunda yürürken karşılaştığımız zorluklar, nefsin kötü istekleri, atılan iftiralar bizi Hak olan yolumuzdan alıkoymamalı. İmanımızı samimiyetle yaşadığımızda, Allah’ın izniyle, bizim de izimiz,sözümüz, sevgi ve şefkatimiz gelecek nesillere ışık olacaktır. Rabbim, bizleri de sadık kullarından eylesin, hakikat yolunda sabırla yürüyenlerden kılsın ve karşılaştığımız zorluklarda bize affedicilik ve metanet nasip eylesin. Amin.
Aziz Kardeşlerim!
Üstat Bediüzzaman, yalnızca Risale-i Nurlar’ı yazmakla kalmamış, aynı zamanda bu eserlerin ruhunu hayatına yansıtarak, iman hizmetinde sabırla, müsbet hareketle ve ihlâsla yol almış zulme zalimlere karşı dik durmuş bir rehberdir. Onun hayatı, sadece okunacak bir hikâye değil, örnek alınacak bir metod ve yol haritasıdır.
Bediüzzaman, İslam’ın kalelerinin birbir yıkıldığı karanlık bir zamanda iman hakikatlerini asrın insanına ulaştırma vazifesini üstlenmiş, bu uğurda her türlü zorluğa göğüs germiştir. Onun hayatı, sabrın, müsbet hareketin canlı bir timsalidir. O, hizmetlerinde, asla kızgınlık, kırgınlık, ümitsizlik, intikam gibi nefsani duygulara kapılmamış, tamamen Allah rızasını hedeflemiştir.
Kardeşlerim,
Bediüzzaman’ın hayatı bize şunu öğretiyor: İman hizmeti, sadece kitapları okumakla değil, onun gösterdiği sabır, ihlâs ve müsbet hareket metodunu hayatımıza tatbik etmekle gerçekleşir. O, zulme karşı zulümle değil, sabır ve müsbet hareketle mukabele etmiş; her türlü sıkıntı, hapis, sürgün ve işkenceye rağmen, hizmetten bir an olsun geri durmamıştır.
İman hizmeti, aksiyon ister, sabır ister, ihlâs ister, fedakârlık ister.
Kardeşlerim, Bediüzzaman’ın hayatını örnek alarak, iman hizmetinde sabırla, müsbet hareketle ve ihlâsla yol almak gerekir. Onun gösterdiği metod, bize her türlü zorluğa rağmen hizmete devam etmenin yolunu açıyor. Rabbim, bizleri de bu kutlu hizmette istikamet üzere olanlardan eylesin.
Aziz Cemaat!
Bir ömür insanlık ve ümmetin derdiyle dertlenen, iyilik ve sulhu soluklayan, insanlığa hizmeti teşvik eden, anarşi ve teröre hayır diyen, Müslüman terörist terörist de Müslüman olamaz sözünü İslam dünyasından dünyaya haykıran; eğitim, sevgi, kardeşlik, hoşgörü,diyalog ve yardım diyen bir büyük dava insanı olan hocamız da, tüm insanlığın gözü önünde yıllarca hakaret ve zulme maruz kaldı. Ancak artık bu fani dünyada yok; sanki de hiç var olmamış gibi… Zalimlerin ve küfürbazların sözleri yanlarına kâr kaldı şimdilik, ama bu işin bir de öbür tarafı var. Ne var ki, tüm kötülüklere rağmen, O, geriye bir nefret tohumu bırakmadan gitti. O, sevgiyi esas aldı, nefretten nefret etti ve bizlere şu nasihatleri ve vasiyetleri bıraktı: Şahıslara değil, onların kötü sıfatlarına karşı tavır alınmalıdır. Gerçek sevgi, aynı dili konuşanlar arasında değil, aynı duyguyu paylaşanlar arasında olur. Meslek itibarıyla, sevgiyi sevmek ve nefretten nefret etmek şiarımız olmalıdır. Kimseye kin ve garaz duymamak, insanları aşağılamamak, tehdit ve tahkir yoluna gitmemek, başkalarını yok etme düşüncesine kapılmamak gerekir. Çünkü bu şeytanî bir bakış açısıdır.
Hayata mal olmayan, amel ve aksiyona dönüşmeyen bilgi, sahibinin sırtında ağır bir yüktür. İnsanı Allah’a yaklaştırmayan ilim, ilim değil, cehaletten daha büyük bir beladır. Ruha mâl edilmemiş ilimler, sahibini ulvî hedeflere yönlendirmezse, yalnızca bir hamallık olur. Bu sebeple, her meselede müşterek akla danışmak, yumuşak üsluptan ayrılmamak, dengeli ve makul olmaya gayret etmek elzemdir. Her şeye rağmen sabır ve tahammül göstermek, faydasız tartışmalardan uzak durmak ve gereksiz işlerle meşgul olmamak gerekir. Karşılaşılan amansız, içten ve dıştan tenkitlere bile itidalli ve hikmetli mukabelede bulunmak, kalbî ve zihnî istikameti muhafaza etmek esastır. Unutmayalım ki, en önemli görevimiz, önce kendi kalbimizi, ahlakımızı ve niyetlerimizi ıslah etmektir. Allah bizleri nefretten uzak, sevgi ve merhametle dolu kullarından eylesin. Amin!
Aziz Kardeşim,
Unutma ki, hayat kısa ve bir imtihandan ibarettir.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Şafak vakti doğar kimi,
Gün batmadan solar gider.
Ömür bir rüya gibi,
Akar, geçer, izleri de siler gider.
Bir misafir gibi gelir insan,
Geldiği gibi de göçer gider.
Ne mal kalır ne de mülk,
Sadece bir hoş sada, Onu da bırakabilirse!
Ömür de tıpkı Ramazan gibi,
Göz açıp kapayıncaya dek biter.
Sayılı günler hızla,
Akıp gider, fark ettirmez bile…
Değerli genç Kardeşim!
Şimdilik Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, söz söylemeyi de bilirsin.
Ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, sözün de sen de değerini kaybedersin,
Öfken ve nefsin birleşir, aklını yener. Onun için aklını iyi şeylerle doyurmaya uğraş,
Yoksa bir rüzgârla savrulur gidersin.
Sabır ve şükür kahramanı olma yolundaki aziz Kardeşim,
Mümin nefsinin esiri değil, iradesinin efendisi olmalıdır. Allah sabredenleri müjdeleyerek şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”(Bakara, 153)
Kardeşim!
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olmaya çalış,
Dünya, gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Görmediğin nice hakikatler, ancak erdeminle gün ışığına çıkacaktır.
Anne-babanın büyüklerinin duasını ve rızasını al, onları saygıyla an.
Zira dinimizce bereket, büyüklerle birliktedir.
İnancını ve itibarını kaybedersen, yeşilken çorak olursun,
Ruhun çöllere döner, kalbin susuz kalır ve yaşayan bir ölü olursun…
Kardeşim!
Açık sözlü ol, fakat her söze de alınma.
Gördüğünü hemen söyleme, bildiğini herkese anlatma. Zira “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir.” Çünkü Her doğru her yerde söylenmez, her söz için bir makam, her makam için de bir söz vardır…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ”Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır konuşsun ya da sussun.” (Buhârî, Edeb, 31)
Düşenin elinden tutmaya çalışan yüce gönüllü Kardeşim!
Dilinle gönül yıkma, sözünle hayat yap.
Şu fani dünyada her sözün bir hesabı, her suskunluğun bir hikmeti vardır.
İlmiyle amel etmeyen âlim, servetiyle şımaran zengin ve makamıyla gururlanan hatırlı kimse, en büyük imtihanlara düşmüş demektir.
Şu üç kişiye acı ve yardım et:
Cahiller arasındaki âlime,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlıyken itibarını kaybedene.
Ve şunu: Unutma ki, yüksekte yer tutanlar,
Aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Onun için yükseldikçe tevazu kanatlarını aç, alçaldıkça sabırla yeniden doğrul.
Çünkü gerçek izzet, Allah’ın rızasındadır; gerçek dostluk, düşene el uzatmaktır.
Öyleyse, ‘kul’ olmanın şerefini taşı!
Merhameti kuşan, edebi zırh bil, hikmeti yol edin. Kimseyi küçük görme, kendini de büyük sanma…
Onun için haddini bil, nefsine hakim ol, insanlardan bir insan olmak için mücadele et. İnsanlık, ancak böyle güzelleşir.
“Hakikî mümin, güneş gibi ısıtırken rahatlatan, toprak gibi alçak gönüllü, su gibi ferahlatandır.”
“Aziz kardeşim! Bil ki, Hak katında yücelmenin yolu, halk içinde alçak gönüllü olmaktan geçer. Tevazu, bir tohum gibidir; toprakta ne kadar derine düşerse, o kadar yükseğe boy atar. Kibir ise, rüzgârın savurduğu saman çöpü gibidir; bir an gökte görünür, sonra yok olup gider. Şu hakikati asla unutma:”Allah, kendini büyük görenleri dağıtır, mütevazı olanları ise yüceltir.” (Hadis)
Öyleyse, gönlünü tevazu ile doldur ki, Rahman’ın rahmeti üzerine dolsun. İnsanlara karşı alçak gönüllü ol ki, hem dünyada hürmet göresin, hem de ahirette şeref bulasın. Unutma, “Yeryüzünde tevazu ile yürüyen kimse, sanki peygamberlerle aynı makamdadır.” (Beyhakî)
Kibirden sakın! Çünkü o, şeytanın Allah’a isyanının ilk sebebidir.
Tevazuya sarıl! Çünkü o, Âdem (a.s.)’ın tövbesinin ve affolunmasının sırrıdır.
“İnsan, tevazu ettikçe yükselir; kibirlendikçe alçalır.” hikmetini dilinden düşürme.
Hz. Ali ne güzel der: “Tevazu, insanın izzetidir; kibir ise zilletinin başlangıcıdır.”
Rabbim, bizi kendini beğenmişlerden değil, ‘kul’ olduğunu bilenlerden eylesin.
Dualarımız, hakiki kulluk yolundaki samimiyetimize ve güzel ahlâkımıza vesile, insan olma yolundaki gayretimize bereket olsun…
Rabbim bizleri nefsine hâkim, ahlakı üstün, imanı kavi, iradesi sağlam kullarından eylesin. Bizleri sabırla, hikmetle ve izzetle yürüyenlerden kılsın.
Hutbemi şu ayetle bitirmek istiyorum:
“قَدْ أَفْلَحَ مَنْ تَزَكَّىٰ”
“Gerçekten temizlenen (nefsini tezkiye eden yani günahlardan arındıran)kurtulmuştur.” (A’lâ, 87/14).
Bediüzzaman’ın hayatı, iman hizmetinde sabırla, müsbet hareketle ve ihlâsla yol almanın canlı bir örneğidir.
“Risale-i Nurlar’ı okumak yetmez, onun ruhunu hayatımıza yansıtmak gerekir” diyerek Bediüzzaman’ın metodunu anlamak ve yaşamak lazımdır.
Müsbet hareket, her şart altında hizmete devam etmektir.
Derleyen
Erdal ATAK
Muhterem Müslümanlar! Mübarek Ramazan ayının son dokuz gününe girmiş bulunuyoruz. Önümüzdeki ilk çarşambaya perşembeye bağlayan 26 Mart 2025 Çarşamba Kadir Gecesini idrak etmekle müşerref olacağız inşallah. إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ (1) وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ (2) لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ Biz Kur’ân’ı indirdik kadir gecesi. Bilir misin nedir kadir gecesi?Bin aydan daha hayırlıdır kadir gecesi! (Kadir Suresi, 1-3) اللّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي Hazreti Aişe validemiz (r.a) şöyle diyor: Dedim ki: Ya Resullullah, Kadir Gecesi’ni bilirsem onda ne şekilde dua edeyim? Şöyle buyurdu: “Allahım! Sen çok affedicisin, cömertsin, affetmeyi seversin. Beni de bağışla!” (Tirmizi, deavât 84) Kadir: “Mevki, şeref, değer, azamet” manalarına gelir. Kadir Gecesi de şerefli, değerli, azametli gece anlamında-dır. Kur’an’ın ifadesiyle, Kadir Gecesini ihyâ eden bir insan, bin ayı ihyâ etmiş gibi sevap alır. Bu tür gecelerde Allah’ın bize fazlından lütuf olarak verdiği sevaplar, çok değerlidir ve dokunulmazlıkları vardır. Onları bizden hiç kimse alamaz. Kur’ân-ı Kerim; Ramazan’da Kadir Gecesinde Levh–i Mahfuz’dan dünya semasına topyekün olarak indirilmiş ve bu geceden itibaren de Resul-ı Ekrem Efendimize bölüm -bölüm indirilmeye başlamıştır. Cebrail (as), Peygamberimiz’e ilk vahyi bu gece getirmiş ve Kur’ân’ın ilk parçası olan Ikra (Alak) sûresinin ilk âyetleri de kadir gecesinde nâzil olmuştur. Kıyamete kadar gelecek yüz milyarlarca insana, dünya ve ahirette rehberlik edecek olan bir Kitab’ın, yeryüzüne iniş günü ve yıldönümü olması nedeniyle, Kadir gecesin
Derleyen
Erdal ATAK
Muhterem Müminler!
Yüce dinimiz İslam’ın gönderiliş gayelerinden biri iyiliğin yeryüzüne hâkim olması, kötülüğün ortadan kaldırılmasıdır. Müslüman, hayatını iyiliğe adayan ve ömrünü iyiliklerle anlamlandıran kişidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s);اللهُمَّ اجْعَلْ الحَيَاةَ زِيَادَةً لِيْ فِي كُلِّ خَيْرٍ وَالمَوْتَ رَاحَةً لِيْ مِنْ كُلِّ شَرّٝ”Allah’ım! Yaşamayı benim için her türlü iyiliği artırma vesilesi yap. Ölümü de benim için her türlü kötülükten kurtuluş sebebi yap!” (Müslim, Zikir, 2682) duasıyla iyilik için yaşamayı bir varoluş sebebi olarak takdim etmiştir.Kıymetli Müminler!Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim, iyiliğin merkezine, imanı, ibadetleri ve güzel ahlakı yerleştirmiştir. İnancımıza göre bir fiilin iyilik olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle onu yapan kişinin mümin, samimi ve karşılığını sadece Yüce Allah’tan bekleyen biri olması gerekir.İyilik kavramı Kur’an-ı Kerim ve hadislerde birr, hayır, hasenat, salihat, maruf, ihsan, infak, cûd, ikram ve îsar kavramları ile etraflıca anlatılmıştır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) iyiliği şöyle tarif eder:البِرُّ مَا اطْمَأَنَّتْ إِلَيْهِ النَّفْسُ وَاطْمَأَنَ إِلَيْهِ القَلْبُ، وَالإِثْمُ مَا حَاكَ فِي النَّفْسِ وَتَرَدَّدَ فِي الصَّدْرِ وَإِنْ أَفْتَاكَ النَّاسُ وَأَفْتَوْكَİyilik, insanın ruhu ve kalbiyle rahatlık duyduğu şeydir. Günah ise, insanın ruhunda şüphe uyandıran ve göğsünde tereddüt yaratan şeydir. Velev ki insanlar sana başka şeyler söylesin.” (Müsned, 4/194) Bu hadis, insanın gönlünün ve kalbinin rahat ettiği, doğru olduğuna emin olduğu şeyin iyilik olduğunu, şüphe ve tereddüt doğuran şeyin ise günah olduğunu vurgulamaktadır.Vicdanlarımız, karar vermemiz gereken her noktada bizi iyiliğe doğru yönlendiren sağlam bir pusuladır. Yeter ki biz onu köreltmeyelim! Vicdanlar köreldi mi ortada ne iyilik kalır, ne hayır, ne hasenat.Değerli Kardeşlerim!İyiliğe niyet etmek dahi bir iyiliktir. Nitekim Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:مَنْ هَمَّ بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبَ اللهُ لَهُ عِندَهُ حَسَنَةٍ كَامِلَةٍ”Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de yapamazsa, Allah ona tam bir iyilik (işlemiş gibi sevap) yazdırır; iyiliğe niyet eder de işlerse, Allah ona 10 iyilikten 700 iyiliğe kadar hatta daha da fazla iyilik sevabı yazdırır.” (Buhârî, Rikak, 31)Kur’an-ı Kerim’de iyiliğe teşvik eden birçok ayet vardır. Rabbimiz buyuruyor ki:وَمِمَّا رَزَقْنَاهُم يُنفِقُونَ”Onlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” (Bakara, 2/3)Aziz Müminler!İyilik deyince sadece maddi yardım anlaşılmamalıdır. Güzel söz söylemek, tebessüm etmek, bir hüznü paylaşmak yahut bir sevince ortak olmak da iyiliktir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s): – كلُّ معروفٍ صدقةٌ وإن من المعروفِ أن تَلْقَى أخاك بوجهٍ طَلْقٍ وأن تُفْرِغَ من دَلْوِكَ في إناءِ أَخِيكَ “Her iyilik bir sadakadır. İyiliklerden biri de, kardeşini güler yüzle karşılaman ve kovandan kardeşinin kasesine su dökmenin ta kendisidir.” (Müslim, Zekât, 55)Ramazan ayı, bizler için bir rahmet ve bereket mevsimidir. Bu mübarek ayda yapacağımız ibadetler, infak ve yardımlaşma, Allah katında daha da kıymetlidir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bizleri şöyle uyarıyor:يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فِيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ“Ey iman edenler! Ne alışverişin ne bir dosttan yardım beklemenin ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden harcayın. Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara 2/254)Efendimiz (s.a.s) de cömertliğin faziletine şöyle işaret etmektedir:«السَّخِيُّ قَرِيبٌ مِنَ اللَّهِ قَرِيبٌ مِنَ الجَنَّةِ قَرِيبٌ مِنَ النَّاسِ بَعِيدٌ مِنَ النَّارِ، وَالبَخِيلُ بَعِيدٌ مِنَ اللَّهِ بَعِيدٌ مِنَ الجَنَّةِ بَعِيدٌ مِنَ النَّاسِ قَرِيبٌ مِنَ النَّارِ، وَالْجَاهِلُ السَّخِيُّ أَحَبُّ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ مِنْ عَابِدٍ بَخِيلٍ»”Cömert insan, Allah’a, cennete ve insanlara yakın; cehenneme uzaktır. Cimri ise Allah’a, cennete ve insanlara uzak; cehenneme yakındır. Cahil bir cömert, cimri bir âbidden daha sevimlidir.” (Tirmizî, Birr 40; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 3/27)Ramazan, cömertliğin ve paylaşmanın en güzel şekilde yaşandığı bir aydır. Efendimiz (s.a.s), Ramazan ayında adeta cömertliğin zirvesine ulaşır, elinde ne varsa dağıtırdı. İbn Abbas (r.a) şöyle anlatıyor:“Rasûlullah (s.a.s), insanların en cömerdi idi. Hele Ramazan’da Cebrâil (a.s) ile buluştuğu zaman cömertliği daha da artardı. O günlerde Rasûlullah (s.a.s), rahmet getiren rüzgârdan daha cömert olurdu.” (Buhârî, Bedü’l–vahy 5, 6; Savm 7; Müslim, Fezâil 48, 50)Kıymetli Müminler,İnfak, sadece genişlik zamanlarında değil, darlık zamanlarında da yapılmalıdır. Kur’an-ı Kerim bizleri bu konuda şöyle yönlendiriyor:يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ“Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun! O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar…” (Âl-i İmran 133-134)Efendimiz (s.a.s), en faziletli sadakanın fakirin cömertliğinden kaynaklanan sadaka olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:أَفْضَلُ الصَّدَقَةِ أَنْ تَصَدَّقَ وَأَنْتَ صَحِيحٌ شَحِيحٌ تَأْمُلُ الْغِنَى وَتَخْشَى الْفَقْرَ “Sağlıklıyken, mala karşı tamahkârken, zenginliği umarken ve fakirlikten korkarken verdiğin sadaka en faziletli sadakadır.” (Buhârî, Zekât 11)Bu hadis, en faziletli sadakanın hangi şartlarda verildiğini açıklamaktadır. Efendimiz (s.a.s), sağlıklı ve mala düşkün olunan bir dönemde, zenginliği umut ederken ve fakirlik korkusu taşırken verilen sadakanın en makbul olduğunu bildirmiştir. Bu, kişinin gerçekten malına ihtiyaç duyduğu bir anda yaptığı fedakârlığın, Allah katında daha büyük bir değer taşıdığını gösterir. Yani sadaka, sadece fazla olanı vermek değil, kişinin kendisi için önemli olanı paylaşmasıyla daha faziletli hâle gelir.Ramazan’da infak ve yardımlaşma, kardeşlik ve dostluk bağlarımızı güçlendiren bir vesiledir. İnsanın oruçlu iken açlığı hissetmesi, muhtaçların hâlini daha iyi anlamasına vesile olur. Bu bilinçle, özellikle Ramazan’da daha fazla hayır ve hasenatta bulunmalıyız.Değerli Kardeşlerim,Fıtır sadakası da Ramazan ayının önemli bir ibadetidir. Fitre, fakirlerin bayram sevincine ortak olmalarını sağlamak için verilmesi gereken bir sadakadır. Fitre, hicretin ikinci yılında farz kılınmış olup, Efendimiz (s.a.s) şu hadisiyle bunun önemini vurgulamıştır:İbn Ömer (r.a) şöyle rivayet etmiştir: “Rasûlullah (s.a.s), fitre sadakasını bir sa’ hurma veya bir sa’ arpa olarak farz kıldı. Hür olsun, köle olsun, erkek olsun, kadın olsun, küçük olsun, büyük olsun her Müslüman adına verilmesini emretti ve insanların bayram namazına çıkmadan önce verilmesini söyledi.” (Müslim, Zekât 12)Hanefi mezhebine göre fitre, vacip bir ibadet olup zekâtın verildiği yerlere verilebilir. Fitrenin temel amacı, toplumda bulunan yoksul ve muhtaç kişilerin bayrama sevinçle girebilmesini sağlamaktır. Bu nedenle, fitrenin bayramdan önce verilmesi büyük önem taşır. Fitrenin erkenden verilmesi, ihtiyaç sahiplerinin zamanında gerekli olan gıda, giysi veya diğer temel ihtiyaçlarını karşılamalarına vesile olur. Bayram gününe bırakılması durumunda, bu yardımların etkisi azalabilir ve muhtaç kişiler bayram gününe hazırlıksız girebilirler. Dolayısıyla fitreyi vakitlice vermek, hem ibadetin ruhuna uygun hem de ihtiyaç sahipleri açısından daha faydalı olacaktır. Aziz Müminler,Unutmayalım ki, yardımları geciktirmemeli ve ihtiyaç sahiplerine bir an önce ulaştırmalıyız. “Kadir gecesinde verelim daha çok sevap kazanalım” düşüncesi, bir açıdan yanlış olabilir. Çünkü ihtiyaç sahipleri hemen yardım beklemektedir. Özellikle zulme uğrayan, yetim kalan ve ailelerinden ayrılmak zorunda kalan insanların durumları göz önüne alındığında, infak ve sadakanın zamanında ulaştırılması çok daha büyük bir önem taşımaktadır. İslam’da sadaka ve infakın en makbul şekillerinden biri de, ihtiyaç anında verilen yardımlardır. Dolayısıyla yardımları ertelemek yerine, mümkün olan en kısa sürede yerine ulaştırmak, hem insanlara fayda sağlamak hem de ibadetin ruhuna uygun hareket etmek anlamına gelir.Unutulmamalıdır ki, yapılan her yardım, ne zaman olursa olsun Allah katında makbul olup, büyük bir ecir ve sevap vesilesi olacaktır.Rabbimiz yaptığımız hayırları kabul eylesin, bizleri bağışlayarak cennetiyle mükâfatlandırsın.Allah hepimizi Ramazan ayının rahmetinden ve bereketinden en iyi şekilde istifade edenlerden eylesin. Amin!
Derleyen
Erdal ATAK
Aziz Müminler!
Oruç tutana gelir rahmet Ramazan’da,
Oruçlu kişi, Hz. Muhammed’e ümmet olur Ramazan’da.
Melekler, canı gönülden istiğfar eder oruçluya,
Hak’tan erişir mü’mine mutluluk, saadet Ramazan’da.
Bu rahmet ayını bize bağışladı Rabbimiz,
Rahmeti bulur kullara bollukla Ramazan’da.
Melekler, bu ayda mümin için istiğfar eder,
Kalplere güneş gibi doğar bilgi, anlayış Ramazan’da. (Alvarlı efe hazretleri)
Bugün, İslam’ın beş temel esasından biri olan orucun farz kılındığı, Kur’an-ı Kerim’in indirildiği, rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş ayı olan Ramazan-ı Şerif hakkında konuşacağız. Ramazan, sadece bir oruç ayı değil, aynı zamanda insanın iç dünyasını inşa etme, nefsini terbiye etme ve toplumsal dayanışmayı güçlendirme ayıdır.
Bu mübarek ay, hayatımızın her alanına nüfuz eder ve bizi yeniden inşa eder. Yeme-içme gibi en temel ihtiyaçlarımıza bile bir düzen getiren Ramazan, ruhumuzu, aklımızı ve kalbimizi de terbiye eder. Bu ay, sadece bedenimizi değil, iç dünyamızı da aç bırakarak bizi manevi bir arınmaya davet eder.
Ramazan, Müslüman toplumların hayatında öyle derin bir iz bırakır ki, dinden uzak olanlar bile bu ayda bir şekilde manevi bir atmosferin içine girerler. Ramazan gelir ve adeta “Ben geldim!” diyerek kendini hayatın her yerinde her şeyinde hissettirir. Peki, biz Ramazan’dan ne bekleriz? Ramazan’a nasıl bir gözle bakarız?
Değerli Kardeşlerim!
Ramazan’dan ne bekliyorsanız, onu alırsınız. Kimileri Ramazan’ı bir festival, bir eğlence ayı olarak görür. Onlar için Ramazan, sadece iftar sofralarının zenginliği, teravih namazlarının coşkusu ve gece eğlencelerinin neşesidir. Ancak bu bakış açısı, Ramazan’ın gerçek ruhunu kaçırmak demektir. Ramazan, bir eğlence ayı değil, bir arınma ayıdır. Ramazan’a Kur’an vahyinin indiği, ilahi bir zaman dilimi olarak bakanlar ise, bu ayı bir fırsat bilirler. Onlar için Ramazan, yüreklerinin yıkılan yerlerini tamir etmek, akıllarının tahrip olan kısımlarını onarmak, iç dünyalarının hava kaçıran yerlerini tıkamak için bir imkandır. Ramazan, insanın kendini yeniden inşa etme sürecidir.
Aziz Müminler!
İnsan, unutkan bir varlıktır. Kendini, sorumluluklarını, nereden geldiğini ve nereye gideceğini unutur. İşte Ramazan, bu unutkanlığa karşı ilahi bir tedbirdir. Bu ay, bize iç dünyamıza dönme, ruhumuzu besleme ve manevi açlığımızı giderme fırsatı sunar. Kur’an’ın ifadesiyle, “giydirilmiş kalaslar” gibi olmaktan bizi korur. Yani, dışımız süslü ama içimiz boş olmaktan bizi kurtarır. Kur’an’da şöyle buyurulur:
وَاِذَا رَاَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ اَجْسَامُهُمْۜ وَاِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْۜ كَاَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌۜ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْۜ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْۜ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
“Onları gördüğünde kalıpları hoşuna gider; konuşacak olsalar sözlerine kulak verirsin: oysaki elbise giydirilmiş kalas gibidir onlar. Her çığlığı kendi aleyhlerine sanırlar; onlar kökten düşmandırlar: artık onlara karşı dikkatli ol! Allah kahretsin onları: Nasıl da savruluyorlar!” (Münafikun, 4)
Bu ayet, dış görünüşü itibariyle göz alıcı, ancak iç dünyası boş, maneviyattan yoksun insanları tasvir ediyor. Onlar, sessiz kaldıklarında göze hoş gözüken kalıplardır. Ancak konuşmaya başladıklarında, her türlü anlamdan, duygudan ve heyecandan yoksun oldukları ortaya çıkar. Sanki bir yere dayandırılmış kütük gibidirler. Hiçbir canlılık belirtisi yoktur onlarda; bir duvarın dibine atılmış gibi hareketsiz dururlar.
Bu donukluk, bu soğukluk ve bu hareketsizlik, onların ruhsal kavrayıştan yoksun olduklarını gösterir. Aynı zamanda sürekli bir tedirginlik, korku ve sarsıntı içindedirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Çünkü münafık olduklarını bilirler. Dış görünüş, yeminler, sahte sevgi gösterisi ve kaypaklıktan oluşan ince bir perdenin arkasına gizlenmişlerdir. Her an gerçek durumlarının ortaya çıkmasından korkarlar.
Ramazan, tam da bu noktada bize iç dünyamızı inşa etme fırsatı sunar. Dışımız ne kadar güzel olursa olsun, eğer içimiz boşsa, biz de ayette bahsedilen “giydirilmiş kalaslar” gibi oluruz. Ramazan, bu boşluğu doldurmak, ruhumuzu beslemek ve iç dünyamızı zenginleştirmek için bir fırsattır.
Rabbimiz, onlar hakkında, “Allah onları kahretsin! Nasıl da Hak’tan döndürülüyorlar?” buyuruyor. Ne tarafa kaçarlarsa kaçsınlar, Allah’ın hükmü mutlaka gerçekleşecektir. Bizlere düşen ise, bu tür insanlardan sakınmak ve iç dünyamızı iman, ihlas ve takva ile doldurmaktır. Ramazan, bu manevi yolculuğu gerçekleştirmek için en güzel vesiledir.
Değerli Kardeşlerim!
Ramazan, sadece bireysel bir arınma değil, aynı zamanda toplumsal bir dayanışma ayıdır. Zekât, fitre, sadaka ve kumanyalarla, sadece muhtaçların değil, manen fakirleşenlerin de yardımına koşarız. Çünkü inanç yoksulluğu, maddi yoksulluktan çok daha tehlikelidir. Ramazan, bu yoksulluğu gidermek için bir fırsattır.
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
«مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ”Kim yalan sözü ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8)
Bu hadis, orucun sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret olmadığını, aynı zamanda dilimizi, davranışlarımızı ve kalbimizi kötülüklerden arındırmamız gerektiğini hatırlatıyor. Ramazan, bize sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da terbiye etme imkanı sunar. Oruç, bir nefis terbiyesidir; yalan, gıybet, kötü söz ve davranışlardan uzak durmakla tamamlanır.
Aziz Müminler!
Oruç, sadece aç kalmak değildir. Oruç, tutmaya değer olanı tutmak ve bırakılması gerekeni bırakmaktır. Oruç, nefsimizi terbiye etmek, haramlardan uzak durmak ve helal olanla yetinmektir. Oruç, yüreğimizi paylaşmak, soframızı açmak ve muhtaç olanlara el uzatmaktır.
Ramazan, ruhun beslenmesi için bedenin aç bırakıldığı bir aydır. Bu ay, yüreğimizin çeperlerine tutunarak kendimize doğru tırmanmak için bir fırsattır. Ramazan, umutların tükendiği, geleceğin belirsizleştiği bir dünyada, bize yeniden diriliş imkanı sunar.
Değerli Kardeşlerim!
Ramazan, ruhun beslenmesi için bedenin aç bırakıldığı aydır. Yüreğinin çeperlerine tutunarak kendine doğru tırmanmak isteyenler için bulunmaz bir fırsattır Ramazan. Umutların kuşlar gibi göç ettiği, geleceğin tüm baharlarının gıyabında ölüme mahkûm edildiği,
gül yüzlü “YÂRİN”in güzel kokusuna kurşunlar sıkıldığı,
ak saçlı sevdaların intihar eden yunuslar gibi kıyılara vurduğu,
ihanet kasırgalarının mamur yürekleri harabeye çevirdiği,
güneşe karşı uluyanların terör estirdiği bir zaman ve mekanda, Ramazan sadece bir imkân değil, bin imkândır, bir kurtuluştur.
Ramazan, tarassut için dolaşıp gönül kıranların değil; mukabele, muavenet, kumanya, teravih ve iftarı ile gönül yapanların ayıdır. Ramazan’ı “beslenme festivaline” dönüştürmek, bu imkânı israf etmekten başka bir şey değildir. Ramazan’ı festivale dönüştürenler, orucu diyete, ibadeti âdete dönüştürürler. İbadeti âdete dönüştürenlerin kaçınılmaz olarak yaptıkları ikinci yanlış ise “âdeti ibadete” dönüştürmektir.
Toplumsal çürüme ve sosyal çözülmeden rahatsız olanlar, sorunun bir parçası olmaktan çıkıp çözümün bir parçası olmak istiyorlarsa, tıpkı Hz. Peygamber’in yaptığı gibi, önce kendileriyle tanış olacakları, biliş olacakları bir hizmete “hicret” etmek durumundadırlar. İşte Ramazan, kalbi ölmemiş, selim akıl sahiplerine böyle bir “hicret” için adeta bulunmaz bir “Hira”dır.
Kendi şahsiyetini yeniden yoğuracak ve doğuracak bir varlık sancısının gül yüzlü meyvelerine en güzel ebeliği ancak Ramazan yapabilir. Oruç tutmakla iş bitmemektedir; asıl yapılması gereken, orucun başını dik tutmaktır. Orucun başı, haram yiyerek beslenen haramzadelere ve haramilere inat, helalin, hakkın, adaletin, hakka hizmetin ısrarlı temsilcisi olmakla dik tutulur. Haramilerin gasp ettiği öz kaynaklarının, gasıp edenlerin elinden alınarak mazlumlara iade etme azminin, hizmet, hizmet diye koşturarak, orucun tamamlayıcı bir boyutu olduğuna inanarak dik tutulur.
Orucun başı, yüreğinizi paylaştığınız gibi sofranızı ve ekmeğinizi; mağdurlarla, yoksullarla, evsiz, işsiz ve aşsızlarla, muavenetle paylaşarak dik tutulur. Ramazan, yalnızca kendi nefsimizi terbiye etme ayı değil, aynı zamanda başkalarının açlığını, yoksulluğunu ve acısını hissetme ayıdır. İftar sofralarımızı, sadece kendi midemizi doyurmak için değil, başkalarının da yüzünü güldürmek için kurmalıyız. Bir lokma ekmeği paylaşmanın, bir yudum suyu ikram etmenin, bir mağdurun başını okşamanın, bir muhtacın duasını almanın ne büyük bir ibadet olduğunu unutmamalıyız.
Her gün iftarda ve sahurda yemeyi düşündüğünüz çeşitli yiyeceklerin bedelini, iman ve özgürlük mücadelesi veren gönül coğrafyamızın sakinlerine ayırıp, “kumanyaya ayırdım” diyerek, orta sınıf bir insanın standardına razı olmakla dik tutulur. Ramazan, bize israftan uzak durmayı, kanaatkâr olmayı ve paylaşmayı öğretir. İftar sofralarımızda lüks ve gösterişten uzak durup, ihtiyaç sahiplerini hatırlamak, orucun manevi derinliğini artırır. Bir yandan kendi nefsimizi terbiye ederken, diğer yandan dünyanın dört bir yanında gaybda, zulüm ve savaşla mücadele eden kardeşlerimize destek olmak, orucun ruhunu tamamlar.
Orucun başı, yeryüzünün tüm açıklarını, mazlumlarını, mağdurlarını yüreğinize alıp, onlara donattığınız gönül sofranızı iç geçirerek izlerken açlığınızı unuttuğunuz zaman dik tutulur. Bir yetimin gözyaşını silmek, bir yoksulun yüzünü güldürmek, bir mazluma umut olmak, orucun manevi boyutunu tamamlar. İftar vakti, sadece kendi midemizi değil, gönül coğrafyamızı da doyurma vaktidir.
Siz orucun başını dik tutarsanız, elbet oruç da sizin başınızı dik tutacaktır. Oruç, sadece aç kalmak değil, insan olmanın erdemini yaşamaktır. Oruç, sadece yemekten uzak durmak değil, haramlardan, kötülüklerden ve zulümden uzak durmaktır. Oruç, sadece nefsimizi terbiye etmek değil, başkalarının derdiyle dertlenmek, onların acısını paylaşmaktır.
Ramazan, bize bu erdemleri yaşama fırsatı sunar. Orucun başını dik tutanlar, hem kendi nefislerini terbiye eder hem de toplumun yaralarını sarmaya çalışır. Orucun başını dik tutanlar, hem kendi ruhlarını besler hem de başkalarının hayatına dokunur.
Orucun başını dik tutanların ve başını oruçla dik tutanların Ramazan’ı bereketli olsun. Rabbimiz, bu mübarek ay vesilesiyle bizleri, kendi nefsimizi terbiye eden, başkalarının derdiyle dertlenen ve topluma faydalı olan kullarından eylesin.
Bu vesileyle, Rabbimizden hep hoş gelen Ramazan’ın bizleri hoş bulmasını, dolu bırakmasını temenni ederiz.
Rabbim, bu mübarek ay vesilesiyle iç dünyamızı nurlandırsın, ruhumuzu maneviyatla doldursun ve bizi “giydirilmiş kalaslar” gibi olmaktan korusun.
Rabbimiz, bu Ramazan’ı bizim için bir arınma, bir diriliş ve bir yeniden doğuş ayı kılsın. Oruçlarımızı kabul etsin, dualarımızı geri çevirmesin. Amin.
Derleyen
Erdal ATAK
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Astronomu Hümeyra Nur İşlek, ramazanın başladığını bildiren hilalin, hicri takvime göre Asya, Afrika, Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’da görüleceğini söyledi.
İşlek, Hicri takvimdeki 12 ayı ifade eden “kameri ay”ları belirlemek için yapılan hesaplamada, Ay’ın Dünya etrafında döndüğü sürenin esas alındığını ve “içtima ile rüyet” kriterlerinin kullanıldığını belirtti.
“İçtima”nın Dünya, Ay ve Güneş üçlüsünün aynı doğrultu üzerinde bulunmasını, “rüyet”in ise Ay’ın Dünya etrafındaki hareketini sürdürürken içtima konumundan 8 derece açılmasını ifade ettiğini anlatan İşlek, ramazan hilalinin de bu hesaplamaya göre belirlendiğini söyledi.
Ramazan ayının hilali için içtimanın, Greenwich saatiyle 28 Şubat günü saat 00.45’te, rüyetin ise aynı gün saat 14.43’te olacağını açıklayan İşlek, içtima ve rüyet gerçekleşeceği için ramazanın 1 Mart Cumartesi günü başlayacağını ifade etti.
– Ramazan hilali ilk olarak Asya ve Afrika kıtalarında görülecek
Ramazan hilalinin ilk olarak Asya kıtasının güneybatısı ve Afrika kıtasından itibaren görülmeye başlanacağını bildiren İşlek, daha sonra aynı gün Avrupa, Kuzey Amerika ve Güney Amerika’da da görüleceğini dile getirdi.
İşlek, “Ramazan hilali dünya genelinde 5 kıtayı kapsayacak şekilde görülecektir. Havanın bulutlu, karlı veya yağmurlu olmaması durumunda hesapladığımız içtima ve rüyet kriterlerine göre akşam güneş battıkça vakti gelen yerler hilali görecektir.” dedi.
Şevval (Ramazan Bayramı) hilalinin ise 30 Mart’ta Kuzey Amerika’dan itibaren görüleceği bilgisini paylaşan İşlek, “Ramazan ve şevval rüyeti arasındaki gün sayısı nedeniyle ramazan ayı bu sene 29 gün çekecek yani iki hilal arasında 29 gün olacaktır.” açıklamasını yaptı.
– 200’den fazla ülkenin 18 bin 643 noktasının imsakiye bilgileri yayımlandı
Diyanetin ramazan ayıyla imsakiye çalışmalarına değinen İşlek, “İki ay öncesinden imsakiyelerin programını yapıp Başkanlığımızın web sitesinde yayımlamaya başladık. Yayımladığımız imsakiye veri tabanında 200’den fazla ülkenin 18 bin 643 noktasının veri ve koordinatları bulunuyor.” bilgisini verdi.
Diyanetin vakit hesaplama bölümünde 2035’e kadar olan dini günlerin listesinin de yayımlandığını belirten İşlek, vakit hesaplama sayfasında dünyanın tüm yerleşim yerlerinin verilerine yer vermeye çalıştıklarını kaydetti.
– Yurt içinde 41, yurt dışında 50 şehirde hilal gözlem çalışması yapılacak
Dünyanın birçok bölgesinde bulunan hilal gözlem noktalarının yıl boyunca çalıştığını dile getiren İşlek, “Ramazanda yurt içinde 41 şehirde, yurt dışında ise 50 şehirde hilal gözlem çalışması yapılacak.” dedi.
Diyanetin Avustralya’dan Amerika’ya kadar çok geniş çalışma alanına sahip olduğunu söyleyen İşlek, “Türkiye’de astronomların hesapladığı verilerle müftülükler koordinesinde hilal gözlemleri yapılırken yurt dışında ise müşavirlikler, ataşelikler ve din hizmetleri koordinatörlerinin başkanlığında gözlemlerimiz yapılıyor. Hilal görüldüğü anda hocalarımız bize ulaşarak hemen fotoğrafları gönderiyorlar. Biz de bunları hemen Din İşleri Yüksek Kurulu sayfasında yayımlıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.