40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
29 August 2015 Saturday
Daha Önceki yazılarımda Türkiye’de imam olmak, Türkiye’de imam eşi olmak ve Türkiye’de imam çocuğu olmak konulu yazılarımın olacağını yazmıştım. Türkiye’de imam olmak konulu yazımdan sonra diğer konulara değinemeden tırnak kesmenin usulü konusuna öncelik vermeyi uygun gördüm. İnşallah önümüzdeki aylarda yukarıda bahsettiğim diğer iki konu hakkında yazılarım olacaktır.
Cuma günleri Cuma namazından önce veya sonra saçları tıraş etmek ve tırnak kesmek sünnettir. Namazdan sonra kesilmesi daha faziletlidir. Cuma günü kesemeyen bunları başka günde kesmelidir. Sonraki cuma gününü beklememelidirler.(Reddü’l-muhtar)
Bir gün Peygamber Efendimiz Sallâllâhu Aleyhi Vesellem tırnaklarını sırasıyla keserken, bir yahudi çocuğu O’nu görmüş ve“Tırnaklarını aynı benim babam gibi kesiyorsun” demişti.
Bunun üzerine Allah Resûlü Sallâllâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz yahudilere benzememek için, tırnaklarını karışık olarak kesmeye başladı…
[Kaynak: İmâm-ı Gazalî, İhyâ-u Ulûmiddin]
Ellerin tırnaklarını ayakların tırnaklarından önce kesmek müstehabtır. Tırnak kesmenin usulü ise şöyledir:
Önce sağ elin şehadet parmağından başlayıp sonra sırasıyla orta parmağın, adsız parmağın, serçe parmağın sonra da baş parmağın tırnaklarını kesmelidir.
Sonra sol elin serçe parmağından başlayıp sırası ile baş parmağın tırnaklarını kesmelidir.
Sonra sağ ayağın serçe parmağından başlayıp baş parmakta bitirilmelidir. Sol ayağı ise baş parmağından başlayıp serçe parmakta bitirilmelidir.(İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Gazalı böyle buyurmuşlardır.)
Kesilen tırnaklar ayak yoluna ya da yıkanacak mahalle atmak mekruhtur. Zira, fukaha o mahallere atmaktan hastalık meydana gelebileceği söylenilmiştir.
“Şir’a” kitabında denilir ki :
“Kesilen tırnakları gömmelidir ya da gömülmeden atılmalıdır. Zira, sihirbazlar onlara sihir yapabilirler. Şeytan o kesilen şeylerin üstüne oturur.
Tırnağı dişlerle koparmayıp makasla kesmelidir. Zira, dişlerle koparmak baras (abras) hastalığını meydana getirir.
Hadiste buyurulur ki:
“Cuma günü tırnaklarını kesen kimsenin parmaklarının uçları kabirde dağılmaz”.
“Hulasa” ve “Kadıhan” kitaplarında da şöyle denilir:
Bir kimse tırnaklarını kesmek yahut saç tıraşı etmekte Cuma gününü tayin etse, fukaha bu hususta demişlerdir ki :
“Eğer o kimse Cuma gününden başka günlerde caiz olduğunu bildiği halde uzun müddette Cuma gününü tehir etse mekruktur. Zira, tırnağı uzun olan kimsenin rızkı az olur. Eğer haddini tecavüz etmiyerek yani tırnağı pek uzamıyarak sahih haberlere dayanarak ve teberrüken tehir ederse müstehabdır. Zira Aleyhisselatü vesselam Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse Cuma gününde tırnaklarını kesse Cenab-ı Hak o kimseyi gelecek Cumaya kadar ve ondan üç gün fazla olarak bütün belalardan korur.
Çevremizde ve dostlarımızdan hepimizin etrafında köyde, kasabada ve şehirlerde **cami**lerin ve **mescit**lerin görevlisi günde beş defa cemaati olduğumuz, arkalarında namaz kıldığımız, tertemiz cübbesi ve beyaz sarığı ile **Efendimiz** (s.a.v)’in mihrabında görev yapan çocuklarımızın dünyaya gelişinde isimlerini koyan **sünnet**lerinde askere uğurlarken nişan yüzüklerini takarken düğünlerinde kız çıkarmasında dua eden cenazelerimizde velhasıl hayatımızın her safhasında mutlu günümüzde acı günümüzde beraber iç içe olduğumuz **imam**larımızın yaşantılarından yaşadıklarından hizmetlerinden acı tatlı hatıralarından hatta gördükleri enteresan rüyalarından bahsetmeye çalışacağız.
Çünkü** imam**lar hakkında bazı konulara kimse ya hiç değinmek istemiyor değinenler de Yeşilçam sinemalarında veya bazı televizyon dizilerinde olduğu gibi rencide edici onur kırıcı kasıtlı rollerle küçümsemeye çalışıyorlar. Hepimizin çok iyi bildiği dünyaca meşhur halen Kabe’nin baş imamlığını yapan Sudeysi’nin ‘Ben anamın bedduasıyım, anam bana ne zaman öfkelense **Allah** seni **Kabe**’ye imam yapsın’ sözü ve bir imam dostumun ‘Ben de acaba kimin **dua**sını aldım ki **Rabbim** bana **Hz. Peygamber**in (s.a.v) postunu ihsan etti.’ Sözü bende Türkiye’de **imam** olmak başlıklı yazımı peyderpey bölüm bölüm yazmaya teşvik etti. Bu yazılarımı yazarken tarihe damgasını vurmuş bazı alimlerin **Allah** dostlarının, cemaat, kanaat ve tarikat önderlerinin hayatlarından yazılarından örnekler verirken sizlerin önyargıyla okumayacağınızı temenni ediyorum. Çünkü bazı konularda **müftü**lerimizi bazı konularda **imam**larımızı eleştirebilir ama bu eleştirimiz yapıcı ve seviyeli olacaktır. Asla rencide etmek ithamda bulunmak düşünce ve gayesi bizim haddimize değildir.
**İmam**larla ilgili bu yazılarımı yazarken bu görevi yapan kardeşlerimizin düşünce ve hissiyatlarına yanlış ve hatalara da yanlış demek şartıyla bir nebze tercüman olmak istedik. Çünkü hayatta **peygamber**ler hariç hiç kimse masum yani günahsız, hatasız değildir. Kutsal olan **İslam dini** ve onun kutsal kitabı **Kuranı Kerim**’dir. Eğer **imam**ları masum (yani günah ve hata işlemez) kabul edersek şiadan ve İranlılardan bir farkımız olmaz. İran mollaları gibi peygamberler gibi günah işlemezler günahsızdırlar demiş olur masum kategorisine sokar, bu da **İslam**’a ve **Kuran**’a en büyük kötülük olur. Önümüzdeki haftalarda **imam**ların başından geçen bazı olayları imamlardan dinlediğim kadarıyla yer mekan ve şahıs belirtmeden bölüm bölüm yazmaya çalışacağım. Çünkü bu dostlarımdan bu acı-tatlı hatıralarını yazmak için müsaade almadım. İsim belirtirsem onların hatıralarına haksızlık yapmış olurum. 22 şubat 2015 tarihinde imamların **MBSTS** (merkezi belirleme seviye tespit sınavı) olduğu için yoğun sınav hazırlığı sebebiyle imam dostlarımı meşgul etmek istemedim. Şimdilik önceden görüşüp dinlediğim hatıralarını yazmayı uygun buldum. Sonraki haftalarda Türkiye’de imam eşi olmak, Türkiye’de imam çocuğu olmak, Türkiye’de **Diyanet** mensubu olmak başlıklı yazılar yazmaya çalışacam inşallah.
**İmam**lar geçmiş tarihlerde birtakım süreçlerden geçmişler ve bu süreç hala devam etmekte. İmam dostlarımın söyledikleri ‘bizler daima her dönemde geçmişte 28 şubat olsun, günümüzde olsun amirlerimiz (yani müftülerimiz)‘ arkadaşlar hassas bir dönemden geçiyoruz.’ Cümlesine muhatabız. Ne hikmetse bu hassas dönem bizim için hiç bitmedi biteceğe de benzemiyor.’ diyorlar. Eğer bu hassas dönemler bitmezse akademik manada bilimsel manada hiçbir çalışma ve ilerleme olamaz. Daima günlük plan ve programla görev yapmaya çalışılır bir mesafe kat edilemez.
Tarihe bakıldığında **Diyanet İşleri Başkanlığı**nın kuruluşunun 3 Mart 1924’ten bu tarafa **ilahiyatçı**lardan tarihe ve zamana damgasını vurmuş bir alim zat çıkmamıştır. Eğer **Diyanet** özerkleşirse birçok alimin cevherin çıkacağından eminim. Hassa dönemlerin birinde (28 şubat döneminde) bir emekli müftü bey şöyle bir hatırasını aktarıyor. ‘İlçe mülki amirleri ile kaymakam beyle bir toplantıdan çıktık. Diğer mülki amirler sözde irtica söylemleri yüzünden bırakın hal hatır sormayı benimle tokalaşmaktan bile çekinerek uzak durdular. Bu durumu fark eden ilçe belediye başkanı bana doğru yönelerek ‘**müftü** bey nasılsınız iyi misiniz’ diye hal hatır sorup tokalaştı. Aynı mülki amirler o gün **Cuma namazı** saatinde personelin **Cuma** namazı kılmaması için kendi birimlerini teftişe giderken bugün Cuma ezanından önce cami şadırvanının baş köşesine oturup **abdest** alıp Cuma namazına koşuyorlar. Bu durumun yorumunu sizlere bırakıyorum. Bir **imam** dostumun cami dışında yaptığı güzelliğe ve hayra vesile olan bir faaliyetini sizlerle paylaşmak istiyorum. Her hafta Cuma geceleri bütün camilerde yatsı namazından önce Yasin suresi okunur, Hakka yürüyen geçmişlerinin ruhlarına bağışlanır. Küçük bir ilçede görev yapan bir **imam** dostum bunu biraz farklılaştırarak cemaatine şöyle bir teklifte bulunmuş. ‘Her hafta **Cuma** gecesi yatsı namazından sonra bir apartman dairesinde veya evde sıra ile Yasin okuyalım. Hakkın rahmetine kavuşan geçmişlerimize bağışlayalım. Ama bir şartım var. Hangi apartmanda veya evde okursak o apartman sakinlerini ve ev komşularını davet etmek şartıyla’ diye şart koşuyor. Bu program böyle aylarca devan ediyor. Tabii ki davet sırası gönüllülüğe dayanıyor. İsteyen istediği tarihte imam efendiyi ve komşularını davet ediyor. Karınca kararınca ikramda da bulunuluyor. Aynı apartmanda oturan iki kardeş yıllardır birbirine küsmüşler. Daha önce defalarca komşularının ve **imam** efendinin araya girmesine rağmen iki kardeşi bir türlü barıştıramamışlar. Bir Cuma gecesi Yasin okuma sırası kardeşine küs olan bu cemaate geliyor. Davet şartında komşularını çağırma zorunluluğu olduğu için kardeşini de evine davet etmek zorunda kalıyor. Komşular toplanmış imam efendi yasini okuyacak diğer kardeşi kapıdan giriyor ve davete icabet ediyor. Yasin bitip dualar yapılıyor çay ikramı yapılırken misafir olan küs kardeş çay tepsisini alıp kardeşi ile misafirlere hizmete ve ikrama başlıyor. Cemaat ve **imam** efendi bu durumdan o kadar memnun oluyorlar ki hiç kimsenin başaramadığı barıştırmayı Cuma gecesi okunan **Yasin-i şerif** ve davet başarıyor. Zaten imam efendinin amacı küs olan apartman ve mahalle komşularını bu vesile ile bir araya getirip barıştırmak, birlik ve beraberliği, muhabbeti sağlamakmış. İmam efendi bu güzel düşüncesi ile amacına ulaşmış oldu. Aynı güzellikler inşallah diğer imamlarda da olur, olduğuna da eminim.
Dil ile sözle ve konuşmakla işlenen, dilin manevi hastalıklarından olan insanı arkadan çekiştiren, Allah’ın haram kıldığı büyük günahlardan birisidir gıybet. Kuran-ı kerim’de yüce Allah’ın bu konudaki büyük ikazı; “Biriniz diğerini gıybet etmesin, sizden biri ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Elbette bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkunuz, Allah tövbeleri kabul edendir. Çok esirgeyendir.” Hucurat-12
Dikkat edilirse gıybet hastalığına müptela olan bir insanın bundan çıkış yolu olduğu da belirtiliyor. Kuran: “Allah tövbeleri kabul eder, çok esirgeyendir.” buyururken bu günahı işleyen (Toplumun büyük çoğunluğunun bu hastalığa müptela olduğunu, kadını ile erkeği ile toplumsal bir hastalık olduğunu söyleyebiliriz.) Allah’tan af dilesin, yani tövbe etsin ve yüce Allah’ın da tövbe edenleri esirgeyeceğini belirtiyor. Burada şu hususu da unutmamak lazım: Ben gıybet etsem de sonra af dilesem nasıl olsa yüce Allah bağışlayacağını ayette vaat ediyor. Ama kul hakkı olan bir günahta sadece tövbe yeterli değil. Gıybeti edilen, çekiştirilen, kusurları ile meşgul olunan kişi ile mutlaka helalleşmek gerekir. Kul hakkı kul ile helalleşerek ödenir.
Bu konu ile ilgili Ebu Hureyre (r.a) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v) ashaba “Gıybet nedir bilir misiniz?” diye sordu. Ashab “Allah ve peygamberi daha iyi bilir.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) “Kardeşini gıyabında onun hoşlanmadığı bir şey ile anmandır.” buyurdu. Ashab “Kardeşimde söylediğim şey varsa ne buyurursunuz?” dediler. Peygamberimiz (s.a.v) “Eğer dediğin ayıp kardeşinde varsa o zaman gıybet olur, yoksa ona bühtan ve iftira etmiş olursun.” Buyurdu. (Müslim, Birr 20/ Ebu Davud, Edeb 40)
Bugün toplumun çoğu gıybete başlarken söze Allah affetsin, günahı boynuna diye başlar. Sonra da gıybet etmediğini zannederek “Ben olanı konuşuyorum, bu gıybet değil” diye kendini teselli eder. Yine bu konu ile ilgili bir hadis-i şerifte Allah Resulü (s.a.v) buyuruyorlar ki: “Ben Mi’rac ettirildiğimde gece bir kavmin yanından geçtim. Bunlar bakırdan tırnakları ile yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Ben “ Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir?” diye sordum. Cebrail “Bunlar insanların etlerini yiyen gıybet edenler, onların şeref ve iffetlerine dokunanlardır.” dedi. (Ebu Davud, Edeb 40)
Burada bir hususu daha belirtmek gerekir. Gıybet eden haram işlediği gibi, gıybet edeni dinleyen ve sürekli onu gıybete teşvik eden, ağzından söz almaya çalışan, gıybete tahrik eden de o haramın günahına aynen ortak olur. Gıybetini yaptıkları şahısla dünyada helalleşemeden ölürse, tövbe etmiş olsa dahi kul hakkı ile ölmüş olur. Bir Mü’min düşmanına gıybet silahı ile ceza vermeye tenezzül etmemeli ve nefsini düşürmemeli. Çünkü gıybet; zayıf, zelil ve aşağıların silahıdır. (Bediüzzaman Mektubat)
Bazı durumlarda gıybet maksadı olmaksızın bir kişi hakkında görüş beyan etmek, uyarıda bulunmak caizdir.
1. Bir suçlunun suçuna şahit olan birisi diğer insanların o kişiden zarar görmemesi için o kişinin yaptığı suça şahitlik etmesinde, konuşmasında sakınca yoktur.
2. Bir kişi birisiyle ortak iş kurmak veya beraber çalışmak isterse ve bu konuda seninle istişare eder nasıl birisi olduğunu sorarsa, sen de onun zararlı, güvenilir birisi olmayan birisi olduğunu söyleyerek uyarmanda bir sakınca yoktur.
3. Bir kişi aşikâre günah işliyor, fenalıktan, günahtan rahatsız olmuyor, işlediği günahlarla, kötülüklerle övünüyor, yaptığı günahlardan hoşlanıyorsa (gıybet maksadı olmaksızın) fikir beyanında bulunmakta bir sakınca yoktur. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirirse gıybet de salih amelleri yer bitirir. Dünyadaki bütün hayır ve hasenatlarımızı Allah indinde kabul görmüş sevaplarımızı dünyada nefret edip sevmediğimiz, gıybetini ettiğimiz insanlara kendi ellerimizle teslim etmiş olur, müflis duruma düşeriz. Allah muhafaza.
Kaynak: İslam İlmihali D.İ.B. Yayınları
Kuran-ı Kerim Meali D.İ.B. Yayınları
Mektubat (Gıybet) Bediüzzaman Said Nursi
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.