38,7895$% 0.02
43,3692€% 0.74
51,5695£% 0.74
4.061,37%0,66
3.253,62%0,54
9.700,17%-0,48
07 November 2019 Thursday
Halama günün nasıl geçti dedim, anlattı. Yemek yapmış, bulaşık yıkamış, çamaşır yıkamış, kurutmuş, komşuya gitmiş, oturmuş vs vs. O esnada eniştem “beni soracak olursaaaaan” diyerek söz almak istedi. “Ah tabii enişte. Sana da soracaktım.” Dedim. “Ben de bütün gün kanepede oturdum maç izledim.” Dedi.
Çok masum, belki çocukça fakat içten bir ihtiyaçla kendisini fark ettirdi. Görülmek, sorulmak, ilgilenilmek istedi. Canım eniştem.
Aslında eniştem farkında olmadan tüm insanların asıl ihtiyacı olan ‘görülme hissi’ni hatırlatmış oldu bana. Öyle ya tüm çabamız fark edilmek için. Evde, iş yerinde, arkadaş ortamında, her yerde. Anne-babamız, çocuklarımız, iş verenimiz, sevdiceğimiz, platoniğimiz, arkadaşlarımız ya da yoldan geçen herhangi biri görsün isteriz. Bana baksın, yaptığımı görsün, çabamı takdir etsin, fedakarlığı da iyice bilsin felan. Tüm bu kişilerden biri farketse bile yeter bazen. Yettiğini hissederiz.
Evet, belki bir yere kadar yeter fakat o bir yerden sonra tatmin etmez. İnsanı kendisinden başka kimse gerçekten göremez. Öte yandan bir insan kendini gördüğü, fark ettiği anda etrafıda onu görmeye başlar. Asıl görülme hissi insanın kendi kendini görmesi, sevmesi ve kendini yaşamasıyla başlar.
Zorlu bir yoldur. Fakat biliyor musunuz insan bir kere kendini gördü mü, iyi hisseder, güçlü hisseder. Bu da insana iyi gelir.
Ah neyse, lâf lafı açtı, lâf çok güzel yerlere geldi. Farkındalık için enişteme en içten sevgilerimi yolluyorum. Ve diliyorum ki bu yazı ihtiyacı olan her yüreğe şimdi şu anda ya da ne zaman okursa o zaman faydalı olur. Şifa olsun! Açık ve net yaşasın kendimiz. Son olarak ne diyoruz; ” CANIM BEN!” sevin kendinizi, sevgiyle kalın ve hoşça.
Geçtiğimiz hafta kardeşimin yemin törenine gittim. Askeriyede harika bir karşılama bizleri bekliyordu. Girişte lokum ve kolonya ile birlikte güler yüz. Az ileride sıcak çorba, sıcak ekmek ile birlikte güler yüz. Oturma alanlarında poğaçası, çayı ile birlikte güler yüz. İnce düşünülmüş, güzel planlanmış, kusursuz işleyen bir düzen ve o düzenin aksaksız uygulanması…
Dikkatimi çeken bir diğer husus etrafın temiz olmasıydı. O tertip ve temizlik öyleydi ki; “burası her zaman böyle” dedirtiyordu insana. Yani o gün için yapılan temizlik olmadığı aşikardı.
Temizliği, düzeni severim. Tüm bunlar beni çok mutlu etti. Çünkü normal hayatta asla bu denli –yaşayan- bir düzeni bir arada görmek mümkün değil. Var olan düzeni yok etmeye meyilli bir milletiz zira. Keşke azıcık düzende kalabilsek.
Neyse. Yemin törenini izleyeceğimiz alana doğru gittim. Kapılar açılalı 40 dakika olmasına rağmen her yer doluydu. Kısa bir süre etrafa göz gezdirip tribün koltuklarını ayıran bölümdeki taşın üzerine oturdum. Hep birlikte tören saatini beklemeye başladık.
Ön taraftaki insanlar fotoğraf çekmek için ayağa kalkıyorlardı. Onlar ayağa kalkınca arka tarafta oturan insanlar tören alanını göremiyordu. Haliyle ön taraftakileri uyardılar; “hanımefendi, lütfen oturur musunuz, tören alanını göremiyoruz.” Hanımefendi ayakta, hiç istifini bozmadan “bugün böyle olacak maalesef” dedi. Hâlbuki tribündeki düzeni sağlamak için görevli olan subaylar da herkesin rahat izleyebilmesi için oturmalarını söylüyordu. Fakat kimse bu ricayı dinlemiyor.
Anaokulu çocuklarını aratmayacak davranışlarla karşı karşıya kaldım. Koca koca insanların düşüncesizce davranışları, üstelik bu düşüncesizliklerini savunmaları garibime gitti, hayretle izledim. Bizler gelişmekten, ilerlemekten, medeniyetten bahseden insanlar değil miyiz? Anlayışlı, düşünceli toplumlara özenmiyor muyuz? “yok efendim, Avrupa’da böylesi yok!” demiyor muyuz? Peki neden sırası geldiğinde olması gerektiği gibi davranmıyoruz?
O gün, tören alanına giderken yaşadığımız tüm güzellikler bir disiplinin tezahürüydü. Düzen oturana kadar kim bilir ne kadar çalışmalar yapıldı. Ha belki de kısa sürede oluştu, bir şey diyemem. Fakat düzen için bir emek, bir adanmışlık, bir çaba vardı. Tüm bunların sonucunda ise güzellik meydana çıkıyordu.
Süresi kısa ya da uzun olsun fark etmez, toplum içerisinde olduğumuz zamanlarda uymamız gereken kurallar, dikkat etmemiz gereken hususlar var. Şayet dünya daha güzel, daha yaşanılır bir yer olsun istiyorsak bunlara mutlaka uymalıyız!
“O yaptı, ben de yaparım”, “bu anımı güzel yaşayayım da, arkamdaki ne yaparsa yapsın”, “banane ben kendi hayatıma bakarım” gibi bencilce ve çirkin düşünceler anlık olarak sana yarar fakat geleceğine seni etkileyecek kötü çizikler atar. Dün ya da bugün karşılaştığımız olumsuzluklar bizim davranışlarımız neticesinde oluşuyor. Bunu asla unutmamalı. Şu an yaptığımız bir iyilik/güzellik yarınımıza yayılan ışık, mutluluk, huzur ve böyle güzel şeyler olacak. Öte yandan bugün yaptığımız çirkinlik yarınımıza mutsuzluk, sıkıntı, huzursuzluk olacak. Ne tür bir yaşam istiyorsak öyle davranalım. Çok affedersiniz amiyane bir tabir kullanacağım, hani umumi tuvaletlerde yazıyor ya; “nasıl bulmak istiyorsan öyle bırak” hayat da biraz böyle işte; nelerle karşılaşmak istiyorsanız, nasıl bulmak istiyorsanız öyle yaşayın!
Bedia Yılmaz
Yağmur yağıyor. Usulca, sakin sakin. Yağmurun görevi akmak, toprağın görevi yağanı toplamak. Gök temizleniyor, toprak besleniyor. Doğadaki döngü her zaman ki gibi tüm ihtişamıyla gerçekleşiyor. Olması gereken oluyor. Evet. Fakat bir farkla; o da insan.
İnsan öyle bir varlık ki, dokunduğu yeri cennet bahçesi de yapabiliyor cehennem çukuru da. Seçim insanın elinde, yapmak da insanın kuvvetinde; sonucuna katlanmak da.
Ve yine fakat, insan, kötüyü tercih ediyor. Kötü olanı yapmak hoşuna gidiyor. Sanırım kötücül şeyler insanı heyecanlandırıyor. Dedik ya, seçim insanın elinde, istediğini seçebilir. Sonuçlarına katlanmak kaydıyla.
Ancak, şöyle bir durum var. Seçimler iki türlüdür. Bireysel seçim, toplumsal seçim. Bireysel seçimlerde kimsenin sana, ona, buna bir şey demeye hakkı yoktur ama toplumsal seçimlerde hak vardır. Ses çıkartılsın yahut çıkartılmasın, tepki verilsin ya da verilmesin hak vardır. Ve bu ‘hak’tır.
Başka bir canlının zararına olacak her şey haktır. Dünya sadece insanları yaşatmıyor içinde. Bitkiler de bir canlıdır, hayvanlar da bir canlıdır; toprak, toprak başlı başına bir canlıdır. Hiç bir kimsenin doğaya, insana, hayvana, toprağa zarar vermeye hakkı yoktur. Zarar verirse hak vardır. Ve bu hak mutlaka ama mutlaka o insanın ya da insanlığın ayağına dolaşır. Sonra da “vay efendim bu neden benim başıma geldi” nidaları yükselir havada. Hiç ağlama! Hiç! Sensin buna sebep…
‘Kolay’ diye, ‘hoş’ diye, ‘herkeste var’ diye, ‘amaan ben de yapayım’ diye düşünmeden, incelemeden aldığımız veya yaptığımız her şey başımıza beladır, musibettir. Hiç başka yerde aramayalım sebepleri.
Tuzla da yangın çıkmış. Kimyasal atıklar havaya bulaşmış. Üzerine yağmur yağdı. Hep birlikte kendimizi kurtarma telaşına düştük. Ne kadar da benciliz!
Bahçelerdeki mahsüller ne olacak? Peki ya sokak hayvanları? Ya ağaçlar? Kış geçip de bahar geldiğinde tohumlarımızı ekeceğimiz toprak? Gökyüzündeki, toprağın altındaki hayvanlar? Peki ya denizler? Denizdeki canlılar? Göller? Hani şu suyundan içtiğimiz sapanca gölü mesela? Ne olacak bunlar? Bilmiyoruz. Önemli de değil zaten. Biz bugün dışarıya çıkmayarak kendimizi koruduk ya, gerisi mühim değil.
Güzel insan uyan! Gerisi mühim tabiî ki. Sen üzerine vazife olmaya şeylerle o kadar meşgulsün ki, vazifelerini unutuyorsun ya da görmeyecek kadar meşgulsün. Eğer öyleyse yazık… Ama öyle olmasın lütfen. Uyan! Bak! Gör! Gereğini bul ve yap. Yoksa huzur ile yaşayacağımız bir dünya olmayacak. Her taraf plastikle süslenmiş yapay bir cennet bahçesi olsa kaç yazar? Huzur orada olmayacak…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.