DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

STERLİN

53,9495£% 0.21

GRAM ALTIN

4.320,96%0,56

ONS

3.334,69%0,33

BİST100

10.219,40%-0,06

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 31°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Güzide Yazar

Güzide Yazar

15 June 2016 Wednesday

Yurdunun İftarından Uzak Kalan Adam Yahya Kemal Beyatlı

0

BEĞENDİM

Çok genç bir yaşta döneminin benzer gençleri gibi Avrupa’ya yolu düşer. Öykündükleri Batı medeniyeti, asıl amaçları olan tahsilden daha fazla cezbeder diğerleri gibi Yahya Kemal’i de. Edindikleri milli kültür dinamiklerinden, inançlarından soğur hale gelen ve sofistike bir hayatın pençesine düşen kişilerden oluverir. Ancak yıllar geçince içinde oluşan boşluğu dolduramaz. Büyükannesinin namazdaki huşuu, Üsküp’te duyduğu ezan sesleri burnunda tütmektedir. Talihlidir ki bu iç acısına deva olacak özlem dolu duygularını umarsızca ve samimiyetle dile getirir. Gem vurmadığı ıstırap halindeki duygularını söz imbiğinden geçirerek ipe dizmesi, döneminde kendisini itibarsızlaştırmaya çalışan tüm sözü geçer büyüklere(!) rağmen onun büyüklüğünü daha da perçinler.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’in kaçış kapıları arayan değil, eve dönen adam olduğunu ifade eder. Yıllarca güçlü bir şekilde gözlemlediği Batıyı analiz etmeyi bilmiş, ruh esaretine düşmeden Batıya tam bir eşitlik içinde konuşmayı başaran, hesaplaşan bir Türk aydını kabul edilmiştir. Yahya Kemal kendisini bir ilim adamı değil, düşüncelerini her zaman sanatkâr olarak izah eden biri olarak kabul eder. Ziya Gökalp de onun için “vecd adamıdır” der.
Harap hale gelmiş Osmanlı’yı dolayısıyla geçmişimizi savunduğu gerekçesiyle acımasızca maruz kaldığı eleştirilere
“Ne harabî ne harabatîyim,
Kökü mazide olan âtîyim.” dizeleriyle verdiği anlamlı cevap, muhataplarına bir Osmanlı tokadı cesametindedir, dense sezadır.
Yahya Kemal’in Şiirine Dair
Nesir alanında çok kıymetli yazıları bulunan Yahya Kemal, kuşkusuz şiiriyle çok daha ön plandadır. Edebiyatımızda onun gibi kuyumcu titizliğiyle eser ortaya koyan az bulunur.
Yahya Kemal’in her mısraın kelimeleri üstünde müşkülpesent bir titizlikle durduğu, ahenklerine kulak vererek en uygun kelimenin yine en uygun yerde olmasına dair uzun çalışmalarının olduğu bilinir.
Şiirde zaman Yahya Kemal için önemli bir kavramdır. Tarık Buğra’nın dediği gibi “demini almasını bekler.” Bu bekleyiş bazı eserlerinde bir ömür boyu sürer. Nitekim şairin birçok şiiri ancak ölümünden sonra bu sebeple kitap haline getirilebilmiştir.
Yahya Kemal’e göre sanat acelesiz, sabırlı, vefalı olmalıdır. Mısraları istediği gibi oluncaya dek Hazreti Eyyub (AS) gibi sabırla beklenmelidir.
“Ok” şiiri dışında tüm şiirlerini Klasik (Divan) Edebiyatı’nın ölçüsü olan aruz ölçüsüyle yazan Yahya Kemal için, “heceye (ölçüsüne) bir ‘Ok’ attı “ derler. Diğer tüm şiirlerinde kullandığı aruz ölçüsünü ise Türkçe kelimelere uygun bir formda kullanan en önemli şair yine Yahya Kemal olarak bilinir. “Bu dil ağzımda annemin sütüdür.” derken Türk dilini sever ve en güzel Türkçe mısraı söylemeyi sanatı için en asil gaye kabul ederdi.
Onun Hicranı
Yahya Kemal’le ilgili birçok edebiyat ve sanat tarihçisinin hatıratında anekdotlarla karşılaşmak mümkün. Esprili birçok anısının yanında en hazin bulduğum bir tanesi şöyledir: Keyif âlemlerinde geçen bir gecenin sabahında şairimiz sabaha karşı bir cami kapısına dek gelir. İçerisindeki mana dolu cemaatin huzuru onu bir hayli etkiler. Bayram sabahına denk geldiğini sonradan fark eden ünlü şaire, camiden çıkan müminler bir hayli teveccüh gösterir. Duygulanan Yahya Kemal’e cemaatin “Sen mi geldin Yahya Kemal?” deyişi onun “eve dönüşü ”nün delili kabul edilebilir.
Yine kıymetli edibin “Ezansız Semtler” yazısı benzerlerine günümüzde de rastlanan, kültüründen kopuk aydınını anlama, belki yaralarına merhem olma adına sosyolog, psikolog; ilahiyatçıların, ince ince ve yargısız okumaları gereken bir diğer önemli çalışmasıdır.
Yahya Kemal’in kendi kültüründen, özünden, hayranlığına rağmen uzak oluşuna dair duyduğu hüznü anlattığı önemli bir eseri de “Atik-Valde’den İnen Sokakta” şiiridir. Teenni ve tefekkürle okunacak şiirde, oruçlu insanları ve sokağı tasvir ettikten sonra Yahya Kemal, şu satırlarla devam eder:
Ya Rabb, nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı,
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı şükür.”

Devamını Oku

İki Gelinin Hatıraları

0

BEĞENDİM

Son tahlilde dünya üzerinde yaşayan insan nüfusu 7.3 milyar olarak açıklanmıştır. Bunca insanla uzayda neredeyse minik bir nokta hükmünde olan yeryüzünü paylaşıyoruz. Farklı renkler, diller, dinlere sahip olsak da hepimiz aynı Yaratıcının eseri olmak ve insan olma paydasında buluşuyoruz. Bunca çeşitliliğin mükemmel bir ayrıma tabii tutulduğunu düşünmek mümkün. Aynı zamanda insan elinin erişemeyeceği muhteşemlikte halk edilen her birerimiz, farklılıklarımızla harikulade bir tablonun bir parçasını oluşturuyoruz.
İbret nazarıyla bakıldığında dünya üzerindeki çeşitlilik kendi bulunduğumuz konumu, hakkıyla idrak etmemizi sağlıyor. Kendi değerlerimizin dışında, başkalarının değerlerine atfı nazar etmeyi düşündüğümüzde karşımıza çıkan isim ve eserlerden biri dünyaca ünlü Fransız yazar Balzac’ın“İki Gelinin Hatıraları” olur.
Oktay Sinanoğlu, dilin bir milletin ayakta kalması için ne derece önemli olduğunu anlattığı “Bye Bye Türkçe, Bir New-York Rüyası” adlı eserinde “Dil bir milletin anılarının, yani tarihinin, kültür birikiminin ve de ortak hissiyatının depolandığı unsurdur. Dil gönlü yüzdüren gemidir.” der. Bu ifadenin içinde barındırdığı hakikati,Balzac’ın adı geçen eserindeki “… Muhammed’in dağa gitmesi gibi aşka gittim.” cümlesini okuyunca kuvvetle hissettim. Batı toplumu içlerine giremeseler de Müslümanları ve özellikle Hazreti Muhammed’i (SAV) gözlemlemeye ve anlamaya çalışmışlardır. Kemale erememiş inanmışlıkları, onları mihenk noktası diyebileceğimiz ayrıntıları anlamaktan men etmemiştir. His dünyalarına egemen olacak, evlatları hükmündeki eserlerine de edindikleri hissi birikimleri nakşetmeyi bilmişlerdir.
Yazarın eserinin altını çizdiğim satırlarından biri “Kurt, yemişin en iyisine, çekirdeğin en güzeline düşer.” cümlesi olmuştu. Hakkıyla yaşanmıyor olsa da belki en deni örneklerine son yüzyılda İslami geçinen kişilerde görsek de insanlığın en kâmilinin ve dinlerin en olgununun değişmeyeceği gerçeğini bir kere daha tefekkür etmeye vesile bir ifadeydi alıntıladığım bu cümle. “Kün fe yekûn; ol der oluverir.” aynıyla romanda geçen bir cümle olunca Kur ‘anî beslenmeden ne kadar da nasipdâr olduğunu düşünmeden edememiştim.
AHLAKȊ AÇIDAN
İki Gelinin Hatıraları adlı eser hevesleri peşinde koşan Loise ile Loise’nin saygısını kazanan arkadaşı Renee’nin mektuplaşmalarını teknik olarak kullanan bir roman. Mektupların her biri psikolog, sosyologların; edebiyat ve ilahiyatçıların üzerinde dura dura nokta tespitler yapacağı özellikler taşıyor. Peygamber Efendimiz’in (SAV) “İnsanlarla seviyelerine göre konuşunuz.” hadisinden hareketle “Emri bi’l- ma’ruf. Nehy-i ani’l-münker” emrine muhatap, tebliğle mükellef her Müslümanın, dininin gereği bilip muhataplarını tanıması esastır. Realist ve gerçekçi çizgilerle eser veren ünlü Fransız yazarın eserini de bu gözle değerlendirdiğimizde orijinal sonuçlarla karşılaşırız.
Nefsinin esiri Loise, kasten kendini hastalığın pençesine salıp ölümü yaklaştığında Renee’ye “Evet, kadın zayıf bir yaratıktır. Nikâh altına girerken iradesini kocasına feda etmelidir; buna karşılık kocasının da ona bencilliğini feda etmesi lazımdır… Birçok filozofun bize çocuk demekte yerden göğe kadar hakları vardır.” itirafında bulunur. Balzac, eserinde asıl kahraman Loise’e karşı ahlakı elden bırakmayan, nefsinin isteklerine rağmen aile mefhumunu daima önde tutan ve ne kadar tenkit alırsa alsın,ahlakî çizgisini hiç değiştirmeyen Renee’den yana tavır takınmaktadır. Günümüzün “Sanat, sanat içindir.” düşüncesiyle yüze çarpılası yapıtlar ortaya koyanlarına sadece bu ifadesiyle bile şamar gibi inecek, yıllara meydan okumuş Balzac’a ait çok bilinmeyen önemli bir eserdir İki Gelinin Hatıraları.
Okuma imkânı bulduğum yabancı kaynaklı eserlerde avcının ceylanı bekleyişi gibi bizim değerlerimize dair bir kelime ya da bir cümle ziyade bir heyecana sevk eder. Yazarın gönül defterimdeki değerlendirme yıldızını, en çok hakikate olan bakışına göre veririm. Zira Peygamber Efendimiz (SAV) ve bize önder olduğu dinimiz öylesine bir cevher ki asr-ı saadet ve sonrasına yetişmiş ve bu cevherin katresinden dahi olsa nasiplenememiş bir aydın düşünülemez.
Batılıların daha farklı bakış açıları yakalayarak saadet asrını değerlendirdikleri eserlerinde, uzun uzun anlatarak değil de kilit noktası olarak nitelendirebilecek ayırt edici noktaları ince bir işçilikle eserlerine yansıttıkları muhakkak. Özüne vakıf ve bu vukufiyeti insanının ulaşabileceği her tür eserle sunabilmek için büyük düşünen, büyük yüreklere ne çok ihtiyaç var.

Devamını Oku

O’na (SAV) Medyun Bir Ferttir Goethe

0

BEĞENDİM

Henüz yirmi üç yaşında iken Efendimiz(SAV)için literatüre na’t olarak geçen övgü dolu şiirini yazmıştır. Çevresindekilerin de bildiği gibi Kur’an-ı Kerim’in indirildiği gün olan Kadir Gecesi’ni daima kutlamıştır. Bu gerçeği ancak yetmiş yaşında açıklayan Goethe, bir Hazreti Muhammed(SAV) âşığıdır.
Ölümünden dört ay önce söylediği bir söz, onun ne derece doğru bir çizgide hayatını devam ettirdiğinin veya neticelendireceğinin ümit ışıklarını taşır mahiyettedir:
“Hepimiz İslamiyet’te doğuyor ve yine İslamiyet’te ölüyoruz.”
Ölümünün 150. yıldönümünde Prof. Katharina Mommsen tarafından yazılan bir yazıda, bize kadar intikal eden en büyük iki eserinden biri olan “Doğu-Batı Divanı”nda açıklama yaptığı bir yerde Goethe’nin, “Bu kitabı yazan kendisinin de Müslüman olduğunu reddetmiyor.” ifadesi yer alır.
Kâinatın Rabbi Allah celle celalühünün rahmet esintilerinin dokunduğu hüşyar kalplerden birinin de yukarıdaki beyanlarda ismi geçen ünlü Alman yazar Goethe olduğunu anlıyoruz. Bazen taktığımız at gözlükleri ya da daracık pencerelerimiz, bizi gerçeklerden ne yazık ki uzaklaştırabiliyor. Efendimiz’in(SAV) saadet asrında örneklerini sıkça gördüğümüz, İslam’la şerefyap olan farklı dinden insanlara rastlamak ve bunu gaye-i hayal etmek, ne yazık ki günümüzün pek çok Müslümanının aklına bile gelmeyebiliyor. Saadet asrının örnek insanlarının açlığını yalnız Müslümanlar değil, aslında tüm dünya yaşıyor. Mehmet Akif Ersoy’un dört defa okuduğunu belirttiği, Tanzimat’ın numune şairi Ziya Paşa’nın kendisinden Emil çevirisini yaptığı Jean Jack Rousseau’nun “İtiraflar” eserine de göz atılacak olursa batıda dindar kisvesi altında yapılanlar, o kisveye bürünenlerin ve fıtratından soyutlanmamışların dahi arzu ettikleri halin, Muhammedi ahlak olduğu görülecektir.
Goethe’nin kendi el yazısıyla yazmış olduğu Kur’an-ı Kerim’in 114. suresi olan Nas Suresi’ni görmenizi ve Hazreti Muhammed(SAV) için yazdığı na’tı okumanızı salık vererek yazarın Faust adlı eserine değinmek istiyorum.
Bütün çeviri eserlerde olduğu gibi öncelikle onlarca çevirisi olan Faust adlı eserin de en doğru çeviriden okunması halinde ancak doğru anlaşılacağı kanaatini taşıyorum. Herhangi bir yayınevi ismi vermeyi ar kabul ediyor ama en azından tercüme edenin isminin yer aldığı bir eseri okumayı gerekli görenlerden olduğumu paylaşmak istiyorum. Zira bu, yayınevinin ve çevirmenin kalitesi kadar, okuyucuya verdiği değerin de bir göstergesidir. Kimi çeviriler orijinal eserden değil de zaten Türkçeye tercüme edilmiş eserlerden olunca ortaya tatsız tuzsuz bir anlatı çıkabiliyor.
Tiyatro türünde karşılıklı konuşmalardan müteşekkil Faust adlı eser, son derece etkileyici bir dile sahip. Şeytanın, Yaratıcı’nın sadık bir kuluna nasıl göz diktiğini, yoldan çıkarmak için ne mücadeleler verdiğini; nefsin, şeytanın eline verilmesinin doğuracağı sonuçları realist tablolarla gözler önüne seren bir eser.
​Faust, önceleri “ Sonsuz olanı büyük bir hırsla arayan, yarım yamalak da olsa Yaratıcı’sına hizmet eden” bir doktordur. Faust kendini şöyle ifade eder: “Ah ne yazık! Var gücümle felsefe, hukuk, tıp ve dahası ilahiyat bile okudum. Hepsine rağmen ben yine zavallının biriyim. Bana üstat, doktor deseler de çıraklarımı neredeyse on yıldır bir o tarafa bir bu tarafa dolaştırıp duruyorum. Hiçbir şey bilmediğimin farkındayım. Bu yüzden içim sızlıyor.”
Yaratıcı’sı onun için Mefisto diye adlandırılan şeytana Faust’u tanıtmak için “Bahçıvan bilir ki fidan boy attı mı gelecek yıllar, onu çiçekler ve meyvelerle bezeyecektir.” “Karanlıklar ortasında kalsa bile özü duru bir insanın çabalayarak sonunda aydınlığa kavuşacağını anladığın an sen utanacaksın.” der. Mefisto’nun “Yengem olan o yılan gibi sürünüp toz toprak yiyecek.” demesine karşın Yaratıcı “Gerçekleri göremeyenler içinde gayretime en çok dokunan şeytandır.” Cevabını verir.
Faust’un inanmış olmasına rağmen kemali arayışları sürer. “Ey hüzünlü dostum dolunay! Şu masada oturmuş kim bilir kaç gecedir senin doğmanı, kitap ve kağıt tomarlarının üzerinden görünmeni bekledim… Bilimin ağırlığından sıyrılarak şebnemlerinde yıkanıp dirilsem…’Ruhlar âlemi kapalı değil. Kapalı olan senin hislerin. Senin melekelerin ölmüş. Ey çömez, davran ve şu yorgun gönlünü şafağın kızıllığıyla yıka!’ diyen bilgenin sözlerini iyi anladım.”
Evet, bunlar ve daha fazlasını bahtiyar yazarın eserinde bulacaksınız. Okudukça insanlığa açılan ve sandığımızdan da geniş kapılardan ufuklara yol bulacaksınız.
İdrakin birinci adımı ya kendini ya kâinatı ya da aslolan Kitabı ve O’nun aydınlık çehresine yol bulanları okumaktan ve anlamaktan geçer.
Vesselam!

Devamını Oku

Bir Osmanlı Hanımefendisi Prototipi; ASLI SANCAR

0

BEĞENDİM

1990’lı yılların başında eline aldığı bir kitap albenisi ile Aslı Sancar’ın dikkatini çekmiştir. Amerika’da “coffeetablebook” adıyla anılan sehpa kitabı denilebilecek şekilde hazırlanan bu tarz kitaplar, tamamı okunmayacaksa da görsel tasarı ve spot ifadelerle içeriğine dair meraklısını bilgilendirecek nitelikte eserlerdir. Kitap Osmanlı’yı anlatmaktadır. Anlatırken de ne yazık ki oryantalist bakış açılarının tesiriyle özellikle “harem” gerçeğinin efsaneleşen yönleri,kitabın yekûnunu teşkil etmektedir.Amerika’da doğan, eğitimini İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine yapan, otuz iki gibi çok genç denecek bir yaşta ülkesini bırakıp tercih ettiği Müslüman Türk bir eşle Türkiye’ye yerleşen ve dönem dönem gittiği ülkesinde İslam’a ve Osmanlı’ya dair yanlış bilgilendirmelerden rahatsızlık duyan Aslı Sancar için bu karşılaşma bir dönüm noktasıdır. Amerikalılara ve Batılılara doğru bilgiler aktarmak adına tarihçi olan eşinin de yardımlarıyla çalışmalara başlar.
Türkçe ve Türkçeye tercüme edilmiş eserlerin birçoğu ne yazık ki aynı oryantalist bakış açısının tesiriyle Osmanlı kadınını fantezilerden ibaret ve gerçekliğinden uzak olarak yansıtmaktadır. Bunun sebebi ise “Osmanlı” ve “kadın” kelimelerinin yan yana kullanılması daima haremi çağrıştırmış ve harem, doğal olarak haram nazarlardan sakındırılan bir mekân olmuştur. Osmanlı’nın özellikle on yedinci asırda ziyaretçileri olan seyyahlar, hareme kabul edilmedikleri için 1001 gece masallarında anlatılan kadın unsurunu daha da katmerli bir şekilde harem diye izaha çalışmışlardır. On sekizinci yüzyıldan itibaren kadın gezginlerin de Osmanlı topraklarını ziyaretleri, hareme dair yazılı kaynakların çoğalmasında önemli rol oynamıştır. Aslı Sancar’ın Betül Altınbaşak’a verdiği bir röportajda verdiği bilgilere bakılırsa mesela 1716’da İngiltere’den Osmanlı sefiri kocasıyla birlikte Osmanlı topraklarına gelen Lady Montague’nin gerçeklerle birlikte okuyucuyu etkilemek adına Osmanlı kadını figürünü oryantalist çizgide verdiği görülür. Yine Osmanlı kadınını daha yakından inceleme fırsatı bulan ünlü İngiliz kadın seyyah Julia Pardeo ve Lady Ramsey, sefir eşinin aksine Avrupalıların haksız iddialarına karşı çıkmış ve Türk halkını savunmuşlardır.

İnanmış Olmak İnsaflı Olmayı Gerektirir
İslam’ın aydınlık çehresiyle aydınlanmış her Âdemoğlu ve Havva kızı, insaflı davranışlar sergiler. Aslı Sancar’ın anlatımlarında diğer birçok tarihi eserde kolay kolay şahit olamayacağımız bazı hakikatlere rastlamak mümkün. Osmanlı’nın, İslam’ı en güzel şekilde temsil eden ve kendi döneminde dünyanın en ileri ülkesi kabul edilen İngiltere’de kadınlara tanınan haklardan çok öte imkânlar tanıması bunlardan sadece biridir. Sancar’ın yurtdışında da birçok akademik çevreye kaynaklık eden orijinal Osmanlı tapu, kadı senetleri ve benzerlerinde Osmanlı kadınının sanıldığının aksine Avrupa’nın o dönemdeki en ileri ülkesi olan İngiltere kadınlarının hayal bile edemeyeceği haklara sahip oldukları gerçeğini akılcı ve kaynaklara dayanan anlatımıyla eserlerinde gözler önüne serer.
İstanbul’da yaşadığı dönemde yıllarca Kadın ve Aile dergisine aynı konulu yazılar yazan Aslı Sancar’ın Osmanlı kadınına dair özellikle iki eserini vurgulamakta fayda var. Birincisi, yazarın “[Bu eser] öncelikle Batılılar için düşünüldü, hazırlandı. Batılı okur, öncelikle kaynağı görmek ister. ‘Bu söylediklerinizi nelere dayandırıyorsunuz?’ diye sorar.” dediği Osmanlı Kadını: Efsane ve Gerçek (Ottoman Women: Mythand Reality) isimli kitabıdır. Yılda 300.000 kitabın yayınlandığı Amerika Birleşik Devletleri’nde 2008 yılında bu kitap, ülkenin en büyük yayıncılar birliği olan IBPA tarafından siyaset-tarih dalında prestijli bir unvan olan Benjamin Franklin Ödülü’ne layık görülür. Seyyahların Gözlemleri, Evlerdeki Harem, Haremdeki Cariyeler, Saraydaki Kadınlar, Metafizik Aynasında Osmanlı Kadını bölümlerinden oluşan kısaca Osmanlı Kadını adlı eser, gerçekçi yönleriyle ancak İslam’ın insafını kalp ve kafa izdivacıyla mezcetmiş Aslı Sancar gibi bir yazar tarafından özentili bir şekilde ortaya konmuştur. Bu kitabın her yerde rastlayamayacağınız bir özelliği de hazırlanma aşmasında her ayrıntıda yazardan desteğini esirgemeyen –kendi ifadesiyle- ince estetik bir anlayışa sahip mimar olan oğlu Şahin Sancar’ın kitaba sağladığı katkıdır. Yazar, onun enerjisinin izlerinin kitabın her sayfasında sürdüğünü belirtir. Ne hazindir ki kitap tamamlandıktan birkaç gün sonra Şahin bir trafik kazasında vefat eder. Aslı Sancar, “Bu husus, kitabın değerini benim gözümde birkaç kat büyütür.” der. Avrupa’da düzenlene tanıtım turlarında kitabı eline her alanın “Ne kadar güzel bir kitap!” dediğine şahitlik eden Sancar, asıl fonksiyonlarından çok uzak ve yanlış bir şekilde zihinlere boca edilen haremi, aslî fonksiyonlarıyla Batılı okura anlatmaya devam eder.
Bilimsel çalışmadan ziyade anlatı geleneğinden haz eden Türk toplumu için kaleme aldığı düşünülebilecek ikinci eseri ise Harem adlı romandır. Harem, Osmanlı’da o dönem yasaklanmasına rağmen Çerkez ve/veya Araplarca Kafkasya’dan kaçırılan Sasa’nın sarayda hareme dâhil oluşuyla Didenur’a dönüşümü; Cemile’nin Fransa’da tıp eğitimi almış muhafazakâr bir insan olan Kamil Bey ile evlilik öncesinden başlayan hazırlıklarla beraber gerek saray gerekse evlerdeki “harem” geleneğinin işlendiği bir romandır. İmrenilecek hayatların, acılara rağmen nasıl sabır kalesiyle dik durabileceği idrakinin özel bir anlatımla sunulduğu eser, aile kavramına ehemmiyet veren erkek, kadın herkesin satır aralarına nüfuz etmeye çalışarak okuması gereken bir eserdir. Alışıldık roman üslubundan bir hayli uzak eserde, yazar Aslı Sancar’ın Osmanlı kadını figürünü incelikli bir anlatımla işlediğini görürsünüz. Sanılanın aksine sarayda cariye olmakla alakalı da kişisel fikrini “Saraydaki üç kadından birinin kendi kurduğu vakıflar vardı. Böyle biri olmayı neden istemeyeyim.” şeklinde ifade eder. Ona göre Osmanlı kadını kendisi ve çevresi itibariyle çok temizdi, Allah Teâla’nın cemal sıfatını üzerlerinde taşıyorlardı. Nitekim Osmanlı kadınıyla tanışan tüm yabancı nazarlar onları, çok zarif ve nazik, misafirperver, cömert ve dindar olarak tarif ediyorlardı. Ayrıca yazar, seyyahların anlattığı bir diğer hakikatte değinir: Valide Sultan yahut Osmanlı ailesinden herhangi bir hanım dışarıda arabadayken ezan okunduğunda hemen arabasını durdurur, yere bir şeyler serilir ve vakti girer girmez vaktin namazı eda edilirdi.
Aslı Sancar ile program veya röportaj yapanların genel kanaatine bakıldığındaysa yazarın hayranlıkla ve tane tane anlatımlarında içselleştirdiği Osmanlı kadını profilini en yakın yansıtanlardan biri olmasıdır. Aslı Sancar Hanımefendi’nin gayretli çalışmaları, milletleri yakından tanımakla birlikte tarihin ve dolayısıyla onu yazanların insafsızlığına kurban gitmesine razı olmadığı böylesine bir konunun farklı milletlerin seviyelerine göre işlemesini sağlamıştır. Ayrıca billur duyuları ve duyarlılıklarıyla haremde yer eden muhtereme kadınların aziz ruhlarına manevi sular serpmekle apaydın olan alınlarını,nicesinin gönül aynasında da pak etmiş olmaktadır.

Devamını Oku

Okuduklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var: AYŞE ŞASA

0

BEĞENDİM

Bir kitap, bir başka yazara ya da esere yelken açtırıyorsa bir nevi mürşit, bir çeşit yol göstericidir. Ayşe Şasa, bu derinlikten izler yakaladığım bir yazar. Mülakat niteliğinde hazırlanmış Bir Ruh Macerası eserinde ilk dikkatimi çeken nokta, Edebiyat Fakültesi yıllarında okuduğum ama aldığım lezzeti paylaşacağım bir Allah’ın kulu bulamadığım Ahmet Yüksel Özemre’nin Üsküdar’da Bir Attar Dükkânını okumuş olması ve hakkındaki yorumdu. Bu eser hakkında Şasa’nın, “Pes tonda harikulade bir üslupla yazılmış bu çağdaş menakıpnamenin sayfaları arasında gezinirken, insan sık sık heyecanla, huşuyla ürperiyor; bu eserle birlikte, Üsküdar nam İstanbul semtinin semada bir burç olup ebedileştiğini hissediyor. Attar dükkânının meşayihi, arifleri, dostlar halkası ve mübarek meczupları – o ölümsüz ruhlar- kalbimizin toprağında ayrı bir hayat kazanıp hayatımızdaki yerine, durumuna göre, hikmetlerini fısıldamaya devam ediyor. Üsküdar’daki atar dükkânı, gelecekteki altın çağda nice kuşakları irşada hazırlanıyor.” yorumu Albert Einstein’in “Buldum!” sözündeki hazzı duyumsatmıştı. Adeta yıllarca taşıdığım içimdeki düğümlerden biri bu yorumdaki estetik duyarlılıkla çözülüvermişti.

Ayşe Şasa, kendi ifadesiyle “Türkiye’deki modern kesimin bir prototipi”dir. Ülkemiz insanı olmakla beraber bir devrin kimliksizleşmesinde, özün anlaşıl/a/mamasında da onun hayatı önemli ibretlerle ve örneklerle doludur. Hayatına dair özentili paylaşımlar, Tanzimat’tan günümüze dek yansıyan sözüm ona aydın kesimin hali pürmelaline keskin bir ayna tutar.
Sanatçı, iyi niyetli ancak ziyadesiyle Batı özentili bir anne babanın ilk evladı olarak dünyaya gelir. Ebeveyn sevgisinden uzak büyümüş; Yahudi dönmesi ve Hıristiyan dadıların elinde insafsız bir eğitim sisteminden geçirilmiş, insaniyetin asıl muhtaç olduğu değerlere bigâne, maneviyattan yoksun ama maddi olarak çok zengin bir ortamda yetişmiştir. Devrin meşhur sosyetesi olan anne ve baba, bir dönem başbakanlığı yapmış büyük dayı Rauf Orbay… Tüm bunlara rağmen değerlerinden, manevi köklerinden uzaklaştırılmış ve bunun bedelini çok ağır ödemiş, önemli bir mütefekkir ve sanatçıdır Ayşe Şasa. Mimarlık üzerine eğitim almış, sinemacılıkta karar kılmış. İkinci evliliğini ünlü yönetmen Atıf Yılmaz’la yapmış; Kemal Tahir’i babası yerine koymuş ve kendisinden çok istifade etmiş, pek çok senaryoya imza atmış bir sinemacı. Ancak otuzlu yaşlarında çok ciddi psikolojik sıkıntılar yaşamış ve yıllarca süren bu sıkıntılardan harikulade bir şekilde tasavvufi terbiye ile kurtulabilmiş bir bahtiyar. Yıllarca kendi kültüründen uzak kalmış olmanın acısını satırlarında buram buram yansıtan Ayşe Şasa’nın Bir Ruh Macerası ve Delilik Ülkesinden Notlar adlı eserlerini okuyunca onun bakış açısıyla Şeyh Galip’in Hüsn ü Aşk’ını, Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Muhyiddin İbn Arabi’nin Füsusü’l-Hikem’ini, Muhyiddin Şekur’un daha sonraları Şasa’nın Türkçe çevirisine de bizzat takdim yazısı yazdığı Su Üstüne Yazı Yazmak’ı tekrar tekrar okuma arzusunu duymamanız mümkün değil. Özellikle Füsusü’l-Hikem’in “hay” tecellilerinin asırlar öncesinden Şasa’ya ulaşıp ince ve derin yaralarına merhem oluşuna satır aralarında şahit olup hayret makamına ermemek ve de mümin olmanın şükrünü eda etmemek adeta imkânsız.

Ayşe Şasa, kendi kültüründen uzak kalmış olmanın ve okuduğu Amerikan okullarının divan edebiyatı ve tasavvuf gibi elmaslar değerindeki kıymetlerimizden zaruri bihaberliğini yer yer hüzünle yansıtıyor eserlerine. Bununla beraber daha sonrasında aydınlanmış dünyası ile batı ve dünya edebiyatı ile sinema ürünlerine sentezleyerek bakmayı da biliyor.
Bir Ruh Macerası, Delilik Ülkesinden Notlar ve Şebek Romanı okumalarımda Ayşe Şasa’nın demime ve dimağıma üflediği çok önemli bir gerçek vardı. Şairin “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.” dizesinden mülhem, okuduklarımdan öğrendiğim bir şey var, demekten kendimi alamıyorum. Bütün okumaların sonunda da –ister yatay okuyun ister dikey- hakikatlere açılan kapılar, hakikatler var. Doğru yapılan her okuma insanı hakikate ulaştırır. “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim.” ifadesindeki müthiş sır, kâmil insan olma yolunda hakikat arayışının ulaşacağı son noktayı işaret ediyor. Ayşe Şasa da eline hakikat anahtarını geçirdikten sonra geçmişe dönük okumalarını, bu aydınlık çerçevede tekrar değerlendirmeyi bilmiş önemli bir hakikat yolcusu ve belki de bütün anlamlarıyla birlikte uzun, zorlu bir tünel sonrası zifiri karanlıktan hakikate ulaşmış gerçek bir aydın.
Ayşe Şasa, bu geriye dönük zihin okumalarında hangi yazar ve eserlere değiniyor derseniz Kafka’nın ünlü karakteri Gregor Samsa’sından, StanleyKubrick’in ünlü filmi 2001’in son karelerine; SylviaPlath’ın Sırça Fanus’undanCamus’nünSisipheEfsanesi’ne; Sartre’ın Çıkmaz Sokak’ından Kafka’nın ultra sadomazoşist Ceza Sömürgesi’ne; AnthonyGiddens’ın Modernliğin Sonuçları’ndan T. S. Eliot’ın Çorak Ülke’sine birçok okumayla alakalı müthiş sentezlere ulaşırsınız. Kemal Tahir’i dinlediği “Barış” konulu bir konferansla ilgili paylaşımları da hayli enteresan:”…aralarında yabancı konuklarında bulunduğu bir toplantıda …sırtını verdiği değerlerden söz ederken mistik bir heyecanı yansıyordu. Son üç yüz yıldır dünyada barışı sürekli ihlal edenlerin bizler değil Batılılar olduğunu anlattıktan sonra şöyle demişti:’Bizler şamar yemiş bir büyük devletin adamlarıyız. Şamar yememiş birtakım büyük devletlerin bizim tecrübelerimize ihtiyaçları var.” Kemal Tahir’in de kolay rastlanmayacak hususiyetleri ve bambaşka yönlerini Şasa’da keşfetmek mümkün.
Ayşe Şasa, günlerden birinde otuz beş kırk yıldır görüşmediği bir gençlik arkadaşıyla karşılaşmasını ve birbirlerini manidar bir şekilde süzdüklerini ve konuşma boyunca ittifak ettikleri tek sözün “Bize hiçbir şey öğretmediler.” sükûnlu çığlığı olduğunu ifade ediyor. Değerlerinden bunca yoksun bir devrin, bu mahrumiyetlerden kısmen kurtulabilmiş ve bunu ibretiâlem olsun diye sıkıntılarına rağmen son derece mahir kalemiyle yansıtabilmiş ender kalemlerden biri Ayşe Şasa.
Ayşe Şasa’ya dair anlatılacaklar bunlarla sınırlı değil. Hele hastalığının yoğun bir aşamasında çocukluğundan kalma izlerin tesiriyle olacak Hz İsa ve Efendimiz (sav) ile ilgili anlattığı ortak bir sahne, Füsus’a ulaşma hikâyesi özellikle insanları irşat ile meşgul kişilerce unutulmaz çokça paylaşılacak iki sahnedir.

Adını sıkça duysam da ancak vefatından kısa bir süre sonra eserleriyle tanıma fırsatı bulduğum Ayşe Şasa’yı, tıpkı onun Muhyiddin Şekur’u kilometrelerce uzağında da olsa bulduğu gibi bulabilmeyi, danışanlarından olabilmeyi çok isterdim. Geç tanımış olmanın hüznünü yüreğimde hep yaşatacağım Ayşe Şasa’yı rahmetle anıyorum. Cennet köşklerinin yamaçlarında, yoksun kaldığı anne şefkatini Hazreti Aişe(ra) validemizle tatması duasına Fatihalarımı yoldaş ediyorum.

Devamını Oku
porno porno izle porno doeda ramadabet girişsloticaleograndslotdayvenombetdeobetritzbetexonbet girişbetwildradissonbetpashagamingpalacebetmaxwinspinco girişbetsinbetsalvadorpalazzobetroyalbetgrandpashabetgrandpashabet güncel giriş

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.