40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
53,9495£% 0.21
4.320,96%0,56
3.334,69%0,33
10.219,40%-0,06
17 September 2014 Wednesday
İmam Ahmed B. Hanbel ( 164-241 / 780-855) Hicri 164 yılında Bağdat’ta dünyaya geldi. Babası küçük yaşta vefat etmesinden dolayı onun bütün yükünü annesi Safiyye binti Meymûne çekmek zorunda kaldı.
imam Şafiinin öğrencisidir. Büyük bir hadis alimidir. Onu müstakil bir mezhep kurucusu olarak görmeyenlerde vardır.
Ahmed bin Hanbel Hazretleri daha küçük yaşta iken Kur’an’ı ezberlemiştir. Zamanın ilim merkezi olan Bağdat’ta dünyaya gelmesi hasebiyle daha küçük yaşta kendisini ilim adamlarının içinde buluvermiştir. Kur’an’ı ezberledikten sonra sırasıyla Arapça’yı (dil kurallarına göre), Hadis’i ve Fıkıh’ı öğrenmiştir. Ahmed bin Hanbel Hazretleri ilk dersini İmam-ı Azam Hazretlerinin talebesi olan Ebu Yusuf’tan almıştır. Ebu Yusuf’tan fıkıh ve hadis dersi almıştır. İbni Hanbel ilimde çok yüksek bir yere sahip idi. Hadiste yüksek bir yere sahip olan İbni Hanbel Hazretleri hadisleri ezberlemekle kalmıyor zihnine daha iyi nakşetmek için yazıyordu. İlerleyen yıllarda Mekke ve Bağdat’ta İmam-ı Şafii ile görüşmüş ve ondan fıkıhta istinbat yoluyla fıkhi hükümlerin nasıl çıkarılacağını öğrenmişti. İbni Hanbel Hazretleri ilim için bütün İslam dünyasını dolaşır ve seyahatleri boyunca kitaplarını sırtında taşırdı. Kendisine bu durum ne zamana kadar devam edecek diye sorulduğu zaman o, “hokka ve kalem ile kabre kadar” derdi.
Ahmed bin Hanbel Hazretleri Abbasi devleti zamanında yaşamış bir İslâm büyüğüdür. Devrinin Abbasi halifesi mâbeyn-i hümâyuna mutezile düşüncesine sahip ilim adamlarını getirmiştir. Devrin halifeleri mutezili düşünceye sadece kendileri bağlı kalmayıp aynı zamanda önde gelen ehl-i sünnet ulemasına da kendi fikirlerini kabul ettirmek istiyorlardı. Halife Memun, İbni Hanbel Hazretlerine Kur’an’ın mahluk olduğunu (halk’ul- Kur’an) kabul ettirmek istemiş, İbni Hanbel de kabul etmeyince kendisini hapse attırmıştır. Öyle ki İbni Hanbel Hazretleri hapiste aldığı yaralar nedeniyle şehid olmuştur.
İbni Hanbel Hazretleri hassas bir dini hayat yaşamıştı. Halk’ul-Kur’an tartışmasına son veren Halife Mütevekkil bazen kendisine hediyeler gönderiyor fakat o hassasiyetinden dolayı gelen hediyeleri fakirlere dağıtıyordu.
O’na göre esas kabul edilmesi gereken kaynaklar arasında kitap ve sünnet ilk sırayı alır; fakat o , uydurma olduğu sabit değilse sahih olmasa da hadis rivayetlerini kıyas ve reye tercih eder. Sahabe kavlini kabul eder, kıyası zaruret halinde uygular. Bununla beraber ıstıshâb delilini çokça kullanır.
Istıshâb; bir şeyin bulunduğu hal üzerine kalma ilkesidir. Haram kılıcı bir delil olmadıkça eşyanın mübah olması, beraet-i zimmetin yani kişinin ispatlanmadıkça suçsuz, borçsuz olmasının asıl olması bu ilkenin sonucudur.
Ebul-Kâsım hırakînin el-Muhtasari bu mezhebin ilk ve en önemli fıkıh kitabıdır. Ve ibn-i Kudâme tarafından el- muğni adıyla şerh edilmiştir.
İbn-i Teymiyye ve talebesi İbni-i Kayyim bu mezhebin müntesiplerindendir. Günümüzde Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi Vahâbilik ve selefilik diye meşhur olan anlayışta bu mezhebin sert bir yorumundan ibarettir.
Muhammed b. İdris eş Şafii’nin soyu Hz. Peygamberin (s.a.v) soyu ile Haşim’de birleşir. İslâm dünyasında en yaygın ikinci mezhebin bânisi olan imam bugün Filistin sınırları içinde bulunan Gazze’de hicri 150. senede (miladi 757) İmam-ı Azam Hazretlerinin vefatından az sonra dünyaya teşrif etmiştir. İmam-ı Şafii Hazretlerinin dedesi olan Şafiî İbn es-Sâib Kureyş kabilesinin Muttalib Oğullarındandır. İmam-ı Şafii Hazretlerine de dedesine nisbeten Şafii denilmiştir. Annesi ise Yemen’in Ezd kabilesindendir.
Toprağın suyu tutması gibi adeta hafızası herşeyi tutuyordu. Yedi yaşında hafız olmuş, on yaşında İmam mâlik’ in “Muvatta”sını ezberlemişti.Daha sonra yerinde bir silah gibi kullanılabilen dili de çöldeki Hüzeyl kabilesinin yanında kalmak suretiyle halletmiş ve onlardan fasih Arapçayı öğrenmişti. İlmi kadar okçuluktada ileri ve her attığını vuracak kadar güçlü bir okçuydu.Daha bebekken yetim kalmış, Fakir olarak büyümüş ve hayatını öyle sürdürmüştür. Hayatında genel olarak fakirlik hakimdi öyle ki, Yemen’e kadılık için giderken yol parası bulamamış ve nihayetinde evini yol parasına karşılık rehin olarak vermek zorunda kalmıştı.
İmam-ı Şafii Hazretleri Mekke’de hadis ilmini öğrendikten sonra Mekke valisinin talebi ile Medine’de bulunan devrin büyük imamı İmam-ı Malik Hazretlerinin rahle-i tedrisine girdi. İmam-ı Malik’ten fıkıh ilmini öğrenmek suretiyle Malikî ekolünün fıkhını öğrenmiş oluyordu. İmam-ı Şafii’deki ilim aşkını gören İmam-ı Malik ona “Ey Muhammed! Allah’tan kork ve günahlardan sakın, Allah’ın inayeti ile sen büyük mertebe sahibi bir zât olacaksın. Günah işlemekle Allah’ın kalbine koyduğu bu nuru söndürme!” demişti.Hz İmam için “şu dört şeyde ustadır denilmektedir: Arapçayı iyi bilmede, insanların ahlâki yapısını bilmede, manalara vukufiyette ve fıkıhta. ”
İmam-ı Şafii (R.a) Yemen’de çok hassas bir hayat yaşamış ve hep adaletle hükmetmiştir. Ne var ki onun bu adalet anlayışı toplumun içindeki bazılarını ciddi rahatsız etmiştir. İmam-ı Şafii Hazretlerini Yemen’den uzaklaştırmanın yollarını aramaya koyulmuşlardır. İmam-ı Şafii Hazretlerini Yemen’e getiren valinin halefi de imam Şafii’yi Yemen’e getiren vali gibi halka zulmetmeye başlamış ve her defasında İmam-ı Şafii onun karşısında bir adalet abidesi gibi durmuştur. Bu durumdan rahatsızlığını gizlemeyen vali, iftira gibi her türlü kötü yolu denemiş ve en son olarak ta devrin halifesi Harun Reşid’in karşısına yeni bir tezgah ile çıkmıştır. Müfteri vali İmam-ı Şafii Hazretleri hakkında bu kez Hz. Ali’nin soyundan geldiğini, dolayısıyla Abbasi idaresine karşı bazı teşebbüslerinin olduğunu söylemiş ve bunun neticesinde Halife Harun Reşid İmam-ı Şafii Hazretlerini Bağdat’a çağırmış ve İmam-ı Şafii Hanefi Mezhebinden olan Muhammed bin Hasan’ın şahitliği ile ancak kurtulabilmiştir. Bu gelişme Hz. İmam’a asıl yapması gereken vazifenin İslam’ı, ilmi olarak temsil etmesinin kendisine yol olduğunu anlatmıştır.
Orada Ahmed bin Hanbel ile görüşmüş ve ondan da Hanbeli fıkhını öğrenmişti. Irak’ta Ebu Hanife’nin talebesi İmam Muhammed’den , Medine’de de imam Malik’ten uzun süre ders almış ve her iki imamın mezhebini kavramıştır.
Ömrünün sonlarına doğru Mısır’a geçmiş; bu yeni muhit görüşlerinde önemli değişikliklere sebeb olmuştur. Mısır öncesi yazmış olduğu eserlere; “mezheb-i kadim” Mısır sonrası eserlere de “mezheb-i cedid”denilmiştir.
İmam Şafi’ye göre kitap ve mütevatir sünnet her şeyden öncedir, bunlar hem zahir hem batında hakkı temsil eder ( hem görünürde hem de Allah katında). Sonra âhâd sünnet ( haber-i vâhid) gelir sadece zahirde hakkı temsil eder.
Ravileri adalet ve zabt yönüyle güvenilir olan sünnetin kabulünde ilave şartlar aramaz. Derece itibariyle daha sonra icma gelir. Sahabe fetvası da delillerdendir. Kıyas en sonradır. Kıyasın âhâd da olsa haberden önce esas alınması caiz olmaz.
“haber-i vâhid” yada “ahad haber”, ilk devirlerde, tek kişinin rivâyet ettiği hadis olarak kabul edilirken, sonraki devirlerde mütevâtir olmayan haberler için kullanılmıştır. Âlimlerin çoğunluğuna göre hadisler, mütevâtir ve âhâd olmak üzere iki ana bölümdür; âhâd haberler de garib, aziz, meşhur diye üç bölüme ayrılır.
Hanefîlere göre ise, mütevâtir, meşhur ve âhâd olmak üzere üçe ayrılır. Âhâd haber; sahih, hasen veya zayıf olabilir. Âhâd hadislerden sahih ve hasen hadis, inanç esasları dışındaki dinî hükümlerde delil teşkil eder …
İmam Şafii İstihsanı delil kabul etmez aynı zamanda maslahatla amel etmeyi ve âmâl-i Medine’yi de delil kabul etmez. Gerekçesi de sübjektif ve takdiri karakterde olmaları ve sünnetin terkine yol açabilme ihtimalleridir.
Hadis alimlerinin büyük çoğunluğunun şâfi mezhebine bağlı olması onun hadis ve sünnete verdiği öncelikle açıklanabilir.
Şafii mezhebi, asıl merkezi Mısır dışında Orta doğu, Endonezya, Malezya ve Pakistan’da yayılma imkânı bulmuştur.
Hayatının sonuna doğru maaş bağlanmıştı ama kabul etmedi. Ciddi derece de mayasın hastalığı vardı, ama her şey Allah’tan gelir diye hiç şikayet etmedi.
Hicri sene 204’de (miladi 820) bu dünyadan bir İslâm müdâfii daha gelip geçmişti. İmam-ı Şafii Hazretleri Mısır’ın Kâhire şehrinde Kurâfe Kabristanlığında medfun bulunmaktadır.
İlminden bir kaç damla onun düşünce dünyasını bize ne güzel anlatır:
شَكَوْتُ إلَى وَكِيعٍ سُوءَ حِفْظِي فَأرْشَدَنِي إلَى تَرْكِ المعَاصي
وَأخْبَرَنِي بأَنَّ العِلْمَ نُورٌ ونورُ الله لا يهدى لعاصي
” Ezberlemedeki problemimi Veki’ye (hocası) şikayet ettim, bana günahları terketmemi tavsiye etti. Dediki (Veki’i) ilim Allah’ın nurudur ve o Nur günahkârda durmaz.”
“İlmi, kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden hiçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi tevazu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felah bulur, kurtulur.”
“Resûlüllah’ın ve Ashabının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabul etmem.”
“Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.”
“İki kişinin, darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması, münâfıklık alametidir.”
“Dostlar ile yapılan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostların ayrılığı kadar da gam ve keder veren şey yoktur.”
” senin hak olarak görüp bildiğinde belki başkası senin görüp bilemediğin bir batılı görebilir.”
İmam-ı Mâlik b. Enes (ra) genel kabule göre Hicri 93 yılında Medine’de doğmuş, orada yaşamış ve orada da vefat etmiştir. Hazreti imam Medine’den hiç ayrılmamıştır.
İmam-ı Mâlik’in soyu aslen Yemen’e dayanmaktadır. Zamanın Yemen valisinin zulmünden kaçan dedesi Medine’ye hicret etmiştir. İbni Hacer el-Askalâni el-İsâbe isimli meşhur eserinde dedesi Mâlik ibni Ebi Amir’i sahabe-i kirâm arasında zikretmiştir. Daha başka kaynaklarda Ebu Amir’in (ra) Bedir savaşı haricindeki savaşlara katıldığı da bildirilmektedir.
Hep Medine’de yaşamış, hatta Ahmed bin Hanbel ve İmam-ı Şafii gibi ilim için farklı İslam beldelerine seferler tertip etmemiştir; bunda da onun, İslâmı doğru olarak öğrenebileceği ilim adamlarını Medine’de bulabilmesi önemli rol oynamıştır. Daha çok küçük yaşlarda Kur’ân-ı Kerim’i ezberleyerek hıfzını tamamlamıştır. Kur’ân’ı ezberledikten sonra hadis ezberine koyulmuş ve bunun için birçok alimden hadis dersi almıştır.
Büyük sahabelerin yetiştirmiş olduğu meşhur Medineli yedi fakihten ders aldığı gibi, hocaları arasında onun hem dünyevî hem de uhrevî hayatında büyük tesiri olan Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah’ın (ra) azadlı kölesi Nâfi Mevlâ ibni Ömer, Abdurrahman bin Hürmüz ve İbni Şihâb ez-Zührî’yi sayabiliriz. İmam-ı Mâlik fıkıh ilmini de Hocası Rebîa ibni Abdurrahman’dan almıştır. Hz İmam aynı zamanda Cafer-i Sâdık’ın (ra) da derslerini kaçırmamıştır. İlmini onlardan almıştır.
İmam-ı Mâlik (ra) Medine’de kaldığı onca zamana rağmen bir kez olsun Peygamberimizin (Sallallâhu aleyhi ve sellem) köyünde bineğe binmemiştir. Kendisine niçin böyle yaptığını soranlara “Rica ederim ben nasıl Allah Rasülü’nün (Sallallâhu aleyhi ve sellem) köyünde merkebe binerim?” diye cevap vermiştir.
İmam-ı Mâlik (ra) hayatı boyunca hep Mescid-i Nebevi’de derslerine devam etmiş, Hazreti Ömer’in (ra) ders anlatırken oturduğu yeri kendisine ders mekanı ittihaz etmiş ve mesken olarak ta Abdullah bin Mesud’un evini mesken tutmuştur.
İmam-ı Mâlik Hazretleri İslâm dünyasında yaygın olan dört mezhepten birisinin imamıdır. Müessisi olduğu Maliki mezhebi daha ziyade Kuzey Afrika,Endülüs ve Mısır’da kabul edilmiş ve yayılmıştır.
Îmâm Malik’e göre Kaynak sıralaması; kitap, sünnet, icma ve kıyas (rey) şeklindedir. Ancak o, âhâd yoldan nakledilen hadisleri, kıyasa ve Medine halkının uygulamasına (amel-i ehl-i Medine) ters düşmemek şartıyla delil kabul eder, yoksa kabul etmezdi. Medine halkının uygulamalarını “yaşayan sünnet” gibi kabul eder ve değer verirdi. Ayrıca fıkhının karakteristik bir özelliği Mesâlih-i mürseley’i dikkate almasıdır.
Mesâlih-i Mürsele’nin istilahî anlamı; hakkında nass, icma ve kıyas gibi emir veya yasak edici şer’î bir delil bulunmayan ve İslâm’ın ruhuna uygun olan maslahatlara göre hüküm vermek veya davranmaktır.
Bunun için Üç şart koşar:
1- Şer’i bir delile aykırı olmamalıdır
2-Akla aykırı değil, yatkın olmalıdır.
3-Verilen hüküm, zarurî bir güçlüğü kaldırmalıdır.
En meşhur eseri el Muvatta ‘dır. Dönemin halifesi bu eserini kanunlaştırmak istemiş fakat o; her şehrin kendi fıkhını oluşturduğunu, fıkhı böyle tek bir kitapta toplamanın hikmetli olmayacağını ve içtihat hürriyetine aykırı olacağını söyleyerek bu teklifi kabul etmemiştir.
Fıkhi görüşleri en büyük talebesi İbn Kasım ile yayılmıştır.
İmam Ebû Hanife
Bir önceki yazımızda ehli sünneti kısaca ta’rif, tasnif ve tanımlamaya çalıştık. Bu yazımızda ise ehli sünnetin amelde ilk ve en çok mensubu olan mezhebinin ilk âlimi ve öncüsü olan ve hanefi mezhebi kendi adıyla anılan Ebû Hanife hazretlerinin kronolojik hayatını kısaca yazmaya çalışacağız.
Ebû Hanife Numan B. Sabit. H.80 senesinde babası da dedesi de Müslüman olmuş bir ailede doğdu. Aile ipek ticareti ile meşgüldü ve durumları iyi idi. İmam-ı azam da önceleri ticaretle uğraşırken daha sonraları meşhur hadisçi Eş-Şa’bi’nin yönlendirmesiyle ilme yönelmişti.
Ebu Hanife zamanın ilim merkezi Kûfe’de yetişip, ilim merkezlerinden fıkıh halkalarında ders almaya yönelmiş, hocası Hammad’dan ders tahsil etmişti. On sekiz sene süre ile Hammad’dan ders okumuş, Hocası 120 yaşında vefat ettiğinde Ebu Hanife 40 yaşında ve hala onun talebesi olarak davranıyor , bir üstünlük emaresi sergilemiyordu.
Ebu Hanife başka alimlerden de ilim tahsil etmişti. Kuran-ı Kerimi Kûfe’li Asım’dan, Kuran fıkhı İlmini Abdullah b. Rebah’tan , Hz. Ömer Ve Abdullah b. Ömer’in ilmini Nafi’den tahsil etmiştir.
Hemen her sene hacca gitmiş ( 55 kez) ve Emevi muhalefeti sebebi ile altı senesini hicaz da geçirmişti. Bazı sahabelerle bizzat görüştüğü için o’nu tabiinden sayanlar da vardır. Aynı zamanda tabiin büyüklerinin pek çoğu ile görüşüp onlardan ilim almıştır. Ayrıca şia dünyasının ileri gelenleri ile görüşüp zeyd. B. Zeynelabidin’e iki yıl öğrencilik yapmıştır. Küfe ve Irak dışında Medine ve Mekke alimlerinden de istifade ederek çok yönlü bir alim olmuştur.
Ebu Hanife Rey ekolüne sahipti. Bu ekolün zaman içinde mezhepleşmesi ve Müslümanların hukuk ihtiyacını asırlar boyu karşılar hale gelmesinin en büyük mimarı idi.
Hayatının çoğu, zincirin kendinden önceki halkalarınca ortaya konulmuş olan fıkhi birikimi tedvin, tasnif ve temellendirme ile geçmiştir. Hür düşünceli müstakil bir kişiliği vardı. Her kanunun ve konunun eleştirel bir şeklide ele alınması gerektiğine inanırdı.
Ebu Hanife ve rey okulunun özelliği, kıyası belli bir sistem ve kurala bağlayarak,onu henüz olmamış olaylara bağlatmak ve çözüm üretmek şeklinde ortaya çıkmış ve bu yüzden “rey” ile özdeşleşmiştir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, kaynak anlayışı ve usulünü şöyle ifade ederdi.(meşhur Muaz b. Cebel hadisinde olduğu gibi) “Allah’ın kitabındakini alır kabul ederim. Onda bulamazsam Hz. Peygamberin mutemet alimlerce bilinen ve meşhur olan sünneti ile amel ederim. Onda da bulamazsam ashabından dilediğim kimsenin reyini alırım. Fakat iş İbrahim, Şabi, el-hasan, Atâ gibi zevatın görüşlerine gelince bir ilim adamı olarak bende onlar gibi içtihat ederim.”
Ebu Hanife’nin en önemli özelliklerinden biri, kıyasın sonuç vermediği konularda dinin ruhundaki kolaylık esasına dayanan, yaygın ihtiyaçları hesaba katan , örf adet ve teamülleri dikkate alan “İstihsan” prensibine başvurmasıdır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife aynı zamanda mezhebin itikattaki öncüsüdür. Daha sonra Türk âlimi Maturidi onun düşüncelerini sistemleştirmiş ve Maturidilik mezhebini tesis etmiştir. Hanefi mezhebinde olanlar itikad’da Maturidi mezhebindendir.
İmam-ı Azam Emeviler Dönemindeki muhalefetinden dolayı altı yıl Mekke’de kaldıktan sonra Abbasi döneminde de fikir ayrılıkları baş göstermiş, Halife Mansur onun muhalefetini kırmak için yeni kurulmakta olan Bağdat’ta baş kadı olmasını teklif etmiş ve onu denemişti. Bu teklifin kabulü iktidarın onaylanması anlamına geleceği için Ebu Hanife bu teklifi kabul etmedi. Bu red cezalandırılması için bahane oldu. Halife Ebu Hanife’yi hapsettirdi ve dövdürdü. İmam-ı Azam Ebu Hanife hapiste iken vefat etti. Aynı anlayış tarafından Zehirlenmiş olabileceği de söylenmektedir.
İktidarın güç ve baskısına karşı ilmin vakarını korumuş ve şehadet mertebesine ermiştir. Namazına binlerce insan iştirak etmiş ve naaşı Bağdat’a defnedilmiştir.
İmam-ı Azamın en büyük talebesi imam Ebu Yusuf ve asıl görüşlerini nakleden talebesi İmam Muhammed b. El- hasen eş Şeybanidir.
İmam Ebu Hanife’ye isnad edilen bazı eserler şunlardır: el-fıkhul Ekber, el-fıkhul ebsat, el Vasiyye, Osman el Betti’ye Risale-i el Vasiyye (oğlu Hammad’a)
Hanefi mezhebi tarih boyunca Türk hükümdarlarının resmi mezhebi olmuş ve geniş bir coğrafyada yayılmıştır. Ülkemizde de halkın büyük çoğunluğu Hanefi mezhebindendir.
Kuran-ı Kerimin ve Hz. Peygamberin sahih hadislerini rehber edinen , Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v)ile O’nun ashabının inanç konusunda takip ettikleri yolu izleyenlere Ehl-i sünnet, Ehl-i Hak veya sünni denir. Bu isme kaynak olarak Resulullah’ın (s.a.v)’in bir hadisi gösterilmektedir.
Muhtelif rivayetleri bulunan bu hadiste, İslam ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı; birinin cennete, diğerlerinin de cehenneme gideceği buyrulmaktadır. Cennete girecek tek fırka, Rasulullah (s.a.v.) ile ashabının yürüdüğü yolda olan “Cemaat tır”.
Ehl-i sünnet kendi arasında, Selefiye, Maturidiyye ve Eşariyye olmak üzere üçe ayrılır.
Ehl-i sünnet’i bid’at ve dalalet sayılan mezheplerden ayıran bazı prensipleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Bütün kainat ve olaylar sonradan olmadır, vehim ve hayal olmayıp bir gerçekliği vardır.
2- Kâinat ve olayların yaratıcısı Allah’tır.
3- Allah birdir, başlangıcı ve sonu yoktur. Varlığı zorunludur. Doğmamış ve doğurmamıştır. Zaman, yer ve boyuttan münezzehtir.
4- Allah’ın ezeli ve ebedi olan zatından ayrı olmayan, zati ile kaim sıfatları vardır.
5- Allah ahirette müminler tarafından görülecektir.
6- Kader haktır fakat kul zorlama altında da değildir.
7- Peygamberler ve mucizeleri, veliler ve kerametleri haktır.
8- Allah’ın kelamı ezelidir. Ses ve harf gibi maddelerden oluşmamıştır.
9- Ahiret ve halleri, cennet, cehennem, sırat, mizan, şefaat… haktır.
10- Peygamber’den sonra en üstün kişi Hz. Ebubekir’dir. Sonra Ömer, Osman ve Ali radiyallahu anhum ecmaiindir. Sahabeler hürmete layık saygıdeğer kişilerdir.
11- Amel imanın bir parçası değildir. İnandığı halde amel etmeyen ve günah işleyen kimse dinden çıkmaz.
12- Bir başkan tayini Müslümanlara farz’dır. Yönetimde danışma ve seçimdir.
13- İnsanların fiillerini- onların dilemelerine göre- Allah yaratır. Kul seçer Allah yaratır.
14- İyilik yapanlara mükafat, Kötülük yapanlara ceza verilecektir. Ancak Allah dilediği mümin kulların günahlarını affedebilir.
15- Müminler ancak şunlardan birini yaptıklarında inkâr etmiş sayılırlar. Allah’u Teala’yı inkar etmek. O’na ortak ve eş tanımak, peygamberleri ve
peygamberliği inkar etmek. Nasla sabit helallere haram, haramlara helal demek.
**Ehl-i sünnet kendi arasında üçe ayrılır:**
1- Selefiyye
İlk alimler, geçmiş İslam büyükleri anlamına gelen bu terim, iman esaslarıyla ilgili konularda, ayet ve hadislerle (müteşabbihler dahil olmak üzere) yetinip, teşbih ve tescime düşmeyen, tevil yolunda gitmeyen topluluğa verilen isimdir.
2- Maturidiyye
İnançta imam-ı Maturidiye uyanların oluşturduğu mezhebe denilmektedir. Maturidilik Akaid sahasında ayet ve hadisle birlikte, akılı da dinin anlaşılması için gerekli kabul etmiştir. Onlara göre kişi tebliğ kendisine ulaşmasa bile Allah-ı bulabilir. Kulda başlı başına bir cüzi irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah bu seçime göre fiili yaratır. İyi ve kötü, güzel ile çirkin akılla bilinebilir. vb…
3- Eşariyye
İnançta Ebul-Hasan el Eş’arinin görüşlerini benimseyen Ehl-i sünnet mezhebine Eş’ariyye denir.Mütezile’ye karşı bir tez olarak doğmuştur. Temel prensiplerde Maturidi’yle aynı olmakla birlikte bazı görüşlerde Maturudi’likten ayrılmaktadır. Eş’ariliğe göre; kendisine tebliğ ulaşmayan kişi Allah’ı aklıyla bulmakla yükümlü değildir. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla değil, Şeriatle bilinir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.