DOLAR

38,8949$% 0.36

EURO

43,4533% -0.25

STERLİN

51,6683£% -0.22

GRAM ALTIN

3.999,77%-0,80

ONS

3.202,00%-1,14

BİST100

9.668,36%1,33

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul HAFİF YAĞMUR 12°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Arif Zühtü SOFUOĞLU

Arif Zühtü SOFUOĞLU

23 October 2019 Wednesday

Hızır (a.s) ve Hızıriyet Makamının Temsilcileri

Hızır (a.s) ve Hızıriyet Makamının Temsilcileri
0

BEĞENDİM

Arapçada Hadır şeklinde söylenilen Hızır kelimesi yeşil ve yeşilliği bol yer demektir. Bir rivayete göre Hızır’ın ayağını bastığı çorak yerlerin yeşermesinden dolayı bu adla anıldığı ifade edilir. Ab-ı hayatı izn-i ilahi ile bulduğu, kana kana içtiği ve kıyamete kadar sürecek bir ömrün kendisine bahşedildiği rivayet edilir. Darda kalan Allah dostlarının imdadına yetiştiğine inanılır.”Hızır gibi yetişmek” deyimi de bu inançtan doğmuştur.

Hızır (a.s)’ın peygamber mi,melek mi, veli mi? olduğu alimler arasında ihtilaflıdır.İlyas (a.s) ile aynı makamı temsil etmelerinden dolayı ikisi kültürümüzde -birazda Türkçeleştirilerek- Hıdırelez (Hızır-İlyas) şeklinde tesmiye edilir. Hızır (a.s)’ın karada, İlyas (a.s) ‘ın ise denizde, ihtiyaç sahiplerinin imdadına yetiştiklerine inanılır. Bu yazımızın konusu Hızır (a.s)’ın kronolojisinden öte temsil ettiği misyonun karakteristiğini çizmektir.

Edebiyatımızda ki hızırnameler, müstakil Hızır menkibelerinin anlatıldığı eserlerdir. Bunların dışında özellikle tekke ve tasavvuf edebiyatında Hızır’dan çokça bahsedilir. Genellikle mutasavvuflar öğretilerinde Hızır menkıbelerini kullanır. Niyazi-i Mısri’nin “Ravza-i hadrâyı bilmez Hızr’a yoldaş olmayan” mısraları bu hakikati seslendirir. Onların Hızır’ı bir idol olarak kullanmalarına mukabil şeriat ilmiyle iştigal eden alimlerin çoğu Hızır’ın varlığını kabul etmez. Hızır hikayelerinin menşeinin israiliyat kaynaklı olduğunu söylerler. Bütün bu tartışmalar bir tarafa biz Kur’an’ın rehberliğinde Hızıriyet makamını tanımaya çalışalım.

Hızır (a.s), Allah katında özel bir ilimle (ilm-i ledün) taltif edilmiş bir kuldur. Bu ilmin özellikleri Kehf süresi (50-82.) ayetlerinde üç misalle izah edilir. Bu ayetlerde Hızır (a.s)’ın ismi tasrih edilmez. Müfessirler ayetlerde geçen “kullarımızdan bir kul”dan O’nun kastedildiğini beyan ederler. Kehf süresine bakılırsa, bu sürede 3 esrarengiz olaydan daha bahsedilir. Birincisi bu süreye de adını veren mağara ashabının hikayesidir, İkincisi Musa-Hızır kıssası ve üçüncüsü ise Zülkarneyn kıssasıdır. Bu üç vak’anın her biri olağanüstü temalar içermektedir ve birbiriyle ilintilidir. Kainatta tecelli eden sebep-sonuç ilişkisinin dışına taşan metafizik yüklü vak’alardır. Alışık olduğumuz kanunların dışında cereyan eden vak’alar. Belki de var olduğumuz boyutun dışında farklı bir boyutta yaşanan olaylar silsilesinden üç katre.

Musa (a.s)’ın muhatapları dünyaya dalmış maddeci bir kavimdir. O’nun Hızır (as) ile yaşadıkları -bir bakıma maneviyata kapalı- bu kavmin kalplerini maneviyata açacak bir iksir gibidir. Musa (a.s)’ın bilgisi şeriat ilmini, Hızır (a.s)’ın ilmi ise ledün ilmini (hakikatı) temsil eder. Bir bakıma ledün ilminin taliminde Hızır, Musa’ya muallim oluyor. Ululazm bir peygamber olması hasebiyle Musa’nın derecesi Hızır’dan üstün olmakla beraber şahsi kemalatı adına ledün ilminde Hızır, Musa’ya tefevvük eder ve O’na muallim olur.

“İki denizin birleştiği yerde” buluşma noktasında, ölü balığın canlanıp denize atlamasıyla başlayan bu esrarengiz serüven bir gemiye binmeleriyle devam eder. O (a.s), gemide bir delik açar, Musa (a.s) itiraz eder. Hızır “Ben sana dememiş miydim benimle birlikteliğe sabredemezsin” der.Musa (a.s) bir daha itiraz etmeyeceğini söyler ve macera devam eder.Bir delikanlıya rastlarlar, Hızır O’nu öldürüverir.Musa (a.s) hemen itiraz eder fakat Hızır’dan aynı cevabı alır ve maceraya kaldığı yerden devam edilir.Bir kasabaya gelirler ve sakinlerinden yiyecek bir şeyler talep ederler fakat onlar konukseverlik göstermezler.Hızır buna mukabil o kasabada yıkılmış bir duvarı ikame eder.Musa (a.s)’ın aynı şekilde itiraz etmesi sonucunda macera nihayete erer. Ayrılmadan önce Hızır (a.s) yaşadıkları üç olayın iç yüzünün hikmetlerini serdeder. Hz.Musa (a.s), talip olduğu ilm-i ledünü (olayların görünmeyen hikmetleri) bu şekilde talim etmiş olur.

Bu kıssadan çıkarılacak dersleri; ilim için (gerektiğinde) seyahat edilmeli, ilmi talim ederken çekilecek meşakkatlere sabredilmeli, hocaya saygıda kusur edilmemeli, kişinin her şeyi bilemeyeceğinden dolayı kendisinden düşük mertebede dahi olsa uzmanından ilim talim etmesi gerektiği, kişinin ilmiyle övünmemesi gerektiği çünkü kendisinden daha bilgili birisinin olabileceği (alim-i mutlak Allah’tır) ve her olayın bir perde önünün bir de perde ardının olduğu akıldan dur edilmemelidir. Hayırlı gördüğünüz olaylarda şer, şer gördüklerinizde hayr olabilir. Kadere rıza gösterip sabretmelidir.”Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” şeklinde sıralamak mümkündür.

Her devirde olduğu gibi yaşadığımız şu zaman diliminde de Hızıriyet makamını temsil edenler mevcuttur. Velilerin seyr-u sülükte uğradıkları makamlardan biri de makam-ı hızırdır. Bu makamı temsil edenler Hızır (a.s) kıssasında ve menkıbelerinde izah edildiği şekilde, darda kalmışların derdine derman olurlar. Gittikleri beldeleri iman nuruyla yeşertirler. Uzun seneler hasretle bekleyen sinelere ab-ı hayat taşırlar. Memleketlerinden ırak beldelere seyr-u sefer ederek kimse yok mu? diyenlerin imdadına yetişirler. Materyalizm-Komünizm-Kapitalizm ve gaflet-u dalaletle katılaşmış kalplere ab-ı hayat iksirini taşırlar. Küfürle zulmete boyanmış kafaları ellerinde taşıdıkları meşaleyle (iman nuruyla) aydınlatırlar.

Netice olarak; Hızır (a.s) ve İlyas (a.s) şu an hayattadır fakat bizim yaşadığımız hayat derecesinde (boyutta) bulunmuyorlar. Şüheda, Hz.İsa ve Berzah alemi sakinlerinin (ölülerin) de hayat dereceleri farklılık arz eder. Hızır ile İlyas (a.s), hayatın ikinci derecesindedirler. Bu hayat derecesindekiler bizim hayat derecemize göre bir nebze serbesttirler. Yani aynı vakitte birçok yerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeri ihtiyaçlarla muhat değillerdir. Bazen istedikleri zaman bizim gibi yerler içerler fakat bizim gibi mecbur değiller. Birçok ehl-i keşfin ve evliyaların Hızır-İlyas (a.s) ile olan maceraları varlıklarını ispat eder. Hatta velilikte bir makam var ki, o makama Makam-ı Hızır denilmektedir. O makamı ihzar eden bir veli, Hızır (a.s)’dan ders alır ve Hızır (a.s) ile görüşür.Fakat bazen o makam sahibi yanlışlıkla Hızır olarak telakki edilir.

Devamını Oku

Mehmet Akif Ve Özlenen Nesil

0

BEĞENDİM

Temiz Tahir Efendi ile Emine Şerife Hanım’ın evliliklerinin ilk meyvesi olarak 1873’te İstanbul’un Fatih semtinde hayata gözlerini açar. İlk tahsilini 4 yaşlarında Fatih semtindeki Emir Buhari mahalle mektebinde, rüşdiyeyi Fatih Merkez Rüştiyesinde, sonrasında mülkiye’ye oradan idadi kısmına dahil olur.Ali kısma geçtiği sene babası vefat eder.Maddi sıkıntılardan dolayı bir an önce memur olma düşüncesiyle Mülkiye’den Baytar mektebine geçer. İki sene nehari (gündüz) iki senede leyli (ikinci öğretim) okuyarak bu okulu birincilikle bitirip mezun olur.

Mezuniyetten sonra ziraat nezareti umuru baytariye şubesinde memuriyete başlar. Bu arada Halkalı mektebinde kitabet, Darulfünun’da edebiyat dersleri verir. Memuriyetinde baytariye müdür muavinliğine kadar yükselir. 20 yıl çalıştığı bu kurumdan Umur-u Baytariye Müdürü Abdullah efendinin haksız yere azledilmesinden dolayı istifa eder.

Çocukluğunda babasından sarf ve nahiv dersleri alır. Arapçası ileri boyuttadır. 9-10 yaşlarındayken Fatih merkez rüşdiyesi’nde Farsçayı kendi kendine geliştirir ve Sadi’nin Gülistan’ını ezberler. Birçok farsça klasiğini okuyarak adeta ezberler. Talebeliğinde Fransızcayı da öğrenir ve Paris’te bulunduğu süreçte Fransızcasını geliştirir. Fransız şairlerden Hugo ve Lamartin’in çok iyi okuyucusudur. Ayrıca klasikleri iyi tetkik eder, Dode ile Zola’yı ezbere bilir. Üniversite tahsilini bitirdikten sonra yarım kalan hafızlığını ikmal eder. Akif, Doğu ile Batı’nın sentezini yapmış nadide aydınlardandır. Safahatında Köse İmam ve Hocazade ekseninde eski nesille yeni neslin karşılaştırmasını yapar.

Çocukluğundan itibaren ilgilendiği güreş sporunda gayet başarılıdır. Ayrıca atıcılık,yüzücülük,taş atmak ve koşmak gibi fiziki sporlarda çok başarılıydı.Hatta ilerleyen yaşlarında İstanbul boğazını yüzerek geçmiştir.

Tahsilini bitirdikten sonra bir süre ney üfler. Neyzen Tevfik’teki yeteneği ilk fark edip O’nu yönlendiren de Akif’ten başkası değildir.

Osmanlı’nın son dönemde kurulmuş Dar-ul Hikmet’ul İslamiye üyesi ve başkatibi olarak çalışır. Bu kuruluşun yayın organı Ceride-i İlmiyeyi idare eder.

Aksiyonerliği az çok herkesin malumu. İlk meclis açılınca Ankara’ya gider ve milli mücadeleyi destekler. Muhalif grup içerisinde yer alır. Sonrasında Mısır’a hicret eder. Niçin hicret ettiği tam bilinmese de, Mısır’da vatanından cüda çile dolu tam 6 yıl yaşar. Eceli yaklaşınca adeta sezmiş gibi, 1936’da Türkiye’ye geri döner ve kısa bir süre sonrada 63 yaşında ruhunun ufkuna yürür.Gösterişten uzak yaşar.Alkışlanmayı sevmeyen bir şairdir.Büyük bir metafiziki gerilimden sonra Taceddin dergahı’nda yazdığı İstiklal Marşı Meclis’te ayakta okununca O, utancından masanın altına girer. Maddi yetersizlikler içinde olduğu halde takdir edilen ödülü kabul etmeyecek kadar müstağnidir. İstiklal Marşı’nı tertip ettiği Safahat’ına koymayacak kadar da hassas.

En meşhur eseri şiirlerini topladığı Safahat’tır. Safahat, safha safha ilmik ilmik kelimelerle örülmüş iç dünyasının dışa yansıyan bir aynasıdır. Safahat’ı baştan aşağı dış alemini teşkil eden cemiyetin dertleriyle delik-deşik olmuş bağrından fışkıran feryatlarla doludur. Kişinin iş’tir ayinesi lafa bakılmaz misüllü Akif’i eserine bakarak tanıyabilirsiniz. Safahat’ta 11.240 mısradan oluşan 108 şiiri vardır. Safahat’ı 7 kısımdan oluşur. Bunlar; Safahat, Süleymaniye kürsüsü, Hakk’ın sesleri, Fatih Kürsüsü’nde, Hatıralar, Asım ve Gölgelerdir.

Akif’i tanımayan, bilmeyen yoktur. Günümüz münevverlerinin bir çoğu Safahat’ı okumamıştır. Hele de yazılarını çoğu bilmez. Bilenlerin de bir çoğu -okusa da- anlamaz. Akif’in şairliğinin yanında yazarlığı ise pek bilinmez. Eşref Edip ile çıkardıkları Sebilürreşad mecmuasının baş yazarlığını yapar. İslamcı cereyanın ortasında bulur kendini.O olmadan İslamcılık akımını tam anlamak mümkün değildir.

Akif ile Yahya Kemal birbirine yakın dönemlerde yaşamış fikirleri benzer iki devasa şahsiyettir. Akif İslam akaidinin şairi, Yahya Kemal ise İslam estetiği ve musikisinin şairidir. Akif daha çok atiye nazar kılar, Yahya Kemal ise maziye. Aslında her ikisinin şiiri birbirini tamamlayan bir bütün teşkil eder.

Akif, muhafazakardır ama yeniliğe de açıktır. Mutaassıp değildir. Avrupa’nın fünunu almak gerekir der ama maymun gibi taklide karşıdır.Yazılarında Japonya örneğini çok kullanılır.”Alınız ilmini garbın alınız sanatını /Veriniz hem de mesainize son süratini.”

Üstün ahlak sahibi, dürüst, doğruluktan kıl kadar sapmayan bir seciye, milliyetçi, İslamcı, azimli, vatanperver, vefakar, münevver gibi hemen hemen tüm ali sıfatları şahsında toplayan biri. Vakar dolu bir alın,haya dolu bir çehre; şiddet dolu bir bakış, iman dolu bir sine.

Türkiye’nin beyin yapıcılarının hemen hemen her biri idealize ettikleri gençliğin vasıflarını serde derken Akif’i örnek gösterirler. Akif ise özlediği neslin vasıflarını “Asım”ın şahsında idealize eder. “Asım’ın nesli diyordum ya nesilmiş gerçek/İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.” Safahat’ın bu bölümünde İslam aleminin idbarını ikbale çevirecek neslin heykeli ikame edilir.”Nesli tezhip ile, ila ile meşgul olmalı” der.

Akif, bir cambaz. Kelime cambazı. Zihnindeki sahneyi adeta kelimelerle resmeder.Şiirlerinde karşılıklı konuşmalar vardır. Konuşma kolaylığında –aruz vezninde- şiir yazar. Şiiri çağdaşlarına göre gayet safidir.Saf Türkçe ile Aruz vezninde şiir yazılabileceğini ispat eder. O’nun şiirlerini okuyunca kabınıza sığmazsınız. Sizi adeta ataletten alıp aksiyona geçirir. Şiiriyle dağınık, hedefsiz başıboş tembel kalabalıkları idealize edip bir araya toplar ve bir hedefe ok misali yönlendirir. Şiirinin her kelimesinde ızdırabını duyarsınız. O’nun şiirinde volkan püskürmesini andıran ve kubbeyi dolduran bir orkestra ahengi vardır.
Akif’in sanatı feryattır. İslam aleminin derdiyle meşbu. Fırat’tın yanında bir kurt bir koyunu yese derdiyle iki büklüm.

“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim/Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım/Çiğnerim çiğnenirim Hakk’ı tutar kaldırırım.”

O’na bakınca Hz.Ömer’in 20.asırda yaşayan müridini görmüş gibi olursunuz. Haşin mizaçlı, sert yürüyüşlü, zulme tahammülsüz, riya karşısında şiddetle taşan bir iman ve isyan heykeli.

Kalabalıklar içinde yapayalnız bir ruh. Her büyük insan gibi. Büyük adamların bir vasfıda münzevilik. İlham perisi yalnız yaşayan ruhların ziyaretçisidir çünkü. Derdine hem-derd bulamayışını; “Ağlarım ağlataman hissederim söyleyemem/ Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım” mısralarıyla haykırır. Bu büyük muhterisin ilahi huzura tek başına çıkma ümidi kabul edilmişçesine Hakk’a yürümesi de sessiz olur. Ama vefatı kulaktan kulağa yayılıyor ve özlediği gençlik tarafından nurdan naşı Hakk’a teslim ediliyordu. O, bu sufli alemden yeni mekanı ulvi aleme, öteler ötesine sessizce uğurlanıyor, ötelerde cümbüş. Geride yeri doldurulamaz bir boşluk.

Devamını Oku

Meşveretin Sosyolojik Tahlili

0

BEĞENDİM

**Ortak Akıl**

Birden fazla kişinin, bir yerde toplanarak, bir konu hakkında sınırlı akıl kapasitelerini ve düşünce güçlerini birleştirmeleri şeklinde tarif edilebilir. Karşıt fikirlerin beslediği düşüncelerin sentezlenerek, tek bir kişinin ortaya koyamayacağı kadar büyük bir aklın devşirilmesi amaçlanır.Ortak akılda sınırlı akılla sınırsızın kavranamayacağı mülahazasından hareket edilir.Ortak akıl, ilimlerin/ihtisaslaşmanın akıl almaz boyutlara ulaştığı günümüzde ihmal edilemeyecek bir olgudur.Oluşturulan mütehassis kadro ile hedeflenen amaca doğru ulaşmak için beyin fırtınaları estirilir.

Ortak akıl oluşturmak için sosyal meselelerde kullanılan metod, arama konferansıdır. Büyük gruplar küçük gruplara bölünür, organik yapılanan konferans, görevini bitirinceye kadar çalışır. Konferans bir moderatörle idare edilir ve sonuca bağlanır.

Ortak akıl toplantılarında kullanılacak teknik beyin fırtınasıdır. Beyin fırtınasının ilk aşamasında Fikir üretme, ikinci aşamada Fikirleri tartışma ve gruplandırma ve son aşamada ise, fikirlerin Seçimi ve karar verme vardır. Kişinin fikri ne olursa olsun beyin fırtınası sonucunda çıkan fikre saygı gösterilmesi zorunludur. Ayrıca beyin fırtınası esnasında katılımcıları tedirgin edici her tür eylemden kaçınmak gereklidir.

**Kolektif Bilinç**

Bilinç kavramı üzerine ilk çalışmalar Alman psikolog Wundt ile başlamıştır. O’nun ferdi bilinç üzerine çalışmalarını Fransız öğrencisi büyük sosyolog Emile Durkheim topluma adapte ederek kolektif bilinç kavramını üretir.Kolektif bilinç, bir toplumda oluşan ortak inanç ve duygulardır. Kolektif Temsiller ise, kolektif bilincin özel durumlarını ifade eder. Modern toplumda kolektif temsiller olarak aile, mes¬lek, eğitim, devlet ve din gibi kurumların norm ve değerlerini düşünebiliriz. Kolektif bilinç daha kapsamlı iken kolektif temsiller bunun bir alt tabakasını oluşturur. Toplumsal eğilimler birey üzerinde etki gücüne sahip toplumsal olgulardır. Kolektif bilinç temelde bireyin dışında olan toplumsal bir olaydır. Grup üyelerinin nasıl düşünüp davranacakları¬na karar veren ve onları zorlayan bir nor¬matif düzeni ya da toplumsal bir olguyu anlatır.

Durkheim’a göre, iş bölümü sana¬yi toplumlarında arttıkça ferdiyetçilik gelişe¬cek, bunun sonunda da kolektif bilinç çö¬kecektir. Bütün kültürel değerler, başka bir ifadeyle bütün değer yargıları bu kapsamın içinde yer alır. Oysaki toplumların gelişmesiyle kolektif bilinç çökmemiş bilakis kökleşmiştir. Kolektif bilinç toplumdaki insanların sahip oldukları ortak duygu ve inançları ifade etmektedir. Mekanik dayanışmaya dayalı toplumlarda güçlü olan kolektif (ortak) bilinç, organik dayanışmalı top¬lumlarda daha az öneme haizdir. Ona göre kollektif bi¬linç, toplumun fertlerinin tek bir ruh ve duygu etrafında birleşmelerini sağlıyor, böylece toplumların devamında önemli bir rol oynuyordu.

**Kolektif Şuur**

Meşveritin toplumsal gayesi kolektif şuuru geliştirmektir. Bu bağlamda; Fikir ve tedbir insanı olamayanlar dahi, şuur ve idraklerine sızan bu şekildeki bir anlayışı paylaşmak, belli ölçüde kolektif şuur potasında yoğrulmak, hayatî bir mayalanma ve istihaleden geçmek suretiyle ideal bir toplumun fertleri olma seviyesine yükseleceklerdir. Bu menşe din rûhuyla beslenmiş millî seciye ve karakterdir. Geçmişten bugüne, bu millî seciye sayesinde milletimizin bütün fertleri aynı duygu ve düşünceyi paylaşmış, aynı mülâhazalarla oturup-kalkmış, aynı heyecanları yaşamış, aynı değerlerin kavgasını vermiş ve aynı mefkureyi gerçekleştirmek için yarışmışlardır. Kolektif şuurun oluşabilmesi için meşveret koridorundan geçmek lazımdır.

Kolektif şuuru oluşturan fertlerin vasıflarını; Vahiy yörüngeli kollektif şuurun da birer aydınlık rüknü sayılan bu insanlarda, nâm u nişan yerine mahviyet, tevâzu ve hacâlet, hodgamlık yerine diğergamlık, şahsî çıkar mülâhazası yerine toplumun menfaatlerini düşünme esprisi hâkimdir şeklinde serdedebiliriz.

İslam aleminin bahtının miftahı meşveret ve şuradır. İslam toplumlarına cennet-nümün yarınların meşveret anahtarıyla açılacaktır. Meşveret, Kur’an ahkamına bağlı ,islami düsturlar gölgesinde şekillenmelidir.

Türk/İslam toplumları incelediğinde ferdi hareketlerin kolektif hareketlerden daha önde olduğu gözlemlenir..Bu yüzden Türk toplumu tarihte hep karizmatik liderler eliyle şekillenmiştir.Türk milletinin karakteristik yapısının asker millet oluşu da bunun bir yansımasıdır.Askeri vesayet itaat kültürünü beslemiş ve bunun sonucu olarak toplum karizmatik liderlerin düşünceleri istikametinde hareket etmiştir.Zamanla toplumsal zihin, karizmatik liderlerin zihinlerinin boyasıyla boyanmıştır.Bu liderler bir takım erklerle sınırlandırılmaya çalışılmış olsa da yinede son sözü liderler söylemiştir.

Bilimsel araştırmalarımız bile ferdiyetçilik üzerine kuruludur. Bir fabrikanın çarkları gibi kolektiviteden uzak, ferdin dar düşünce kalıplarına mahkum sığ düşünceler üretilmektedir. Oysa ki yukarıda izah edildiği üzere dinimiz ortak akla müracaatı ibadet saymaktadır. Batılı toplumlar zamanla enaniyetlerini istişare havuzunda eriterek, toplumsal bilinci geliştirebilmişlerdir. Bu toplumlardaki kamusal alanı koruma bilincinin, bizim toplumumuzdakinden daha gelişmiş olmasının bir nedeni de bu olsa gerektir.

Küreselleşmenin sonucu olarak dünyadan kopuk/ içe dönük toplumların global ölçekte söz sahibi olamayacakları olgusu, Türk/İslam toplumlarının genlerindeki ferdiyetçiliğin metamorfoza uğratılması lüzumunu gerekli kılmaktadır. Yeni dünya düzeninde ferdiyetçiliğin değil, kolektif düşüncenin/ortak aklın başarıya ulaşacağı bilinmelidir. Çünkü karizmatik liderlerin nefs-i emarelerinin ağına düşmelerinin bir yansıması olarak despotizme kaymaları muhtemeldir. Kendileri helake giderken tabilerini de peşlerinden sürükleyeceklerdir.Karizmatik lider yerine katılımcı lider-yön verici lider tipolojisinin hakim olması zarurettir.Düşüncelerini topluma dikte ettiren değil,fikirlerin özgürce ifade edilebileceği meşveret meclislerine yol veren liderlere ihtiyaç vardır.Bir grubun tahakkümü şeklindeki oligarşik idareler de zulüm doğuracaklardır.Demokrasi/Temsili demokrasi ve çoğulcu katılımın tahakkuku ancak şura ile gerçekleşebilir.Günümüzde meşveretle beslenmeyen toplumlar uzun ömürlü olamayacaktır.Çünkü istişare ibadetini terk etmenin dünyevi cezası olarak, güçlü devletlerin paletleri altında ezilmek kaderleri olacaktır.

Devamını Oku

Topluluk Ve Toplumların Yönetiminde: Meşveret

0

BEĞENDİM

Arapça şwr kökünden türeyen istişāre “danışma, görüş sorma” manalarına gelir.Bu kelime Arapça şāra;gösterdi, işaret etti” fiilinin istif’āl vezni masdarıdır.İstişare,meşveret,şura,işaret… kelimeleri aynı kökten türemiştir. Meşveret, sınırlı akıl / sınırlı düşünceye sınırsızlık kazandırmanın önemli bir yoludur. Dinin kat’i ve sabit hükümlerinin haricindeki mevzularda, ihtisas sahibi kişilerle, belli kurallar ekseninde, doğruyu bulma adına başka akıllara danışma ve onlar vasıtasıyla hakikati bulma ameliyesi olarak tanımlanabilir. Türkçemizdeki karşılığı ise, ortak akıldır.

Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma, mevcut şartlar altında yapılması gerekeni en uygun şekilde yapma imkânı verir. Yeryüzü mirasçılarının bir vasfı olan meşveretin gerçekleşmesi için ön şartlar; kâmil iman, yeniden dirilişin en önemli iksiri sayılan aşk-u şevk, akıl-mantık-şuur üçlüsüyle ilme yönelmek, kâinât-insan-hayat mülâhazalarını bir kere daha gözden geçirip, yanlış ve doğruları kritik etmek ve hür düşünüp düşünce hürriyetine saygılı olmaktır.

Meşverette fikir hürriyeti esastır. Fikir hürriyetinin olmadığı zeminlerde ortak akıl meyvesi neşv-ü nema bulamayacaktır.Meşverette gizli,saklı kalmış fikirlerin ortaya çıkarılması hedeflenmelidir.Çünkü bu şekilde herkesin çorbada tuzu olması sağlanmış olacaktır.Yapılacak işte herkesin payı olacağından, aidiyet düşüncesi gelişecektir.İdeal liderler bu şekil meşverete zemin hazırlayan kimselerden çıkacaktır.

Kur’an-ı Hakim’de: “Onlar (öyle kimselerdir) ki, Rabbilerinin çağrısına icâbet eder ve namazı dosdoğru kılarlar; onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir; kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infakta bulunurlar.” (Şûrâ, 42/38) buyurularak şûrânın namaz ve zekat yükümlülüğü arasında zikredilmesi ayrı bir önem arz etmektedir.Bu üç ibadetin ferdi ve içtimai boyutları nazara verilerek, Allah’ın çağrısına icabet etme gereği vurgulanmış ve bu icabetin namaz- şûrâ-infak ile gerçekleşeceği izah edilmiştir. Kur’an’da şûrâ ayetinin, içinde bulunması itibâriyle, bir sûreye “Şûrâ” isminin verilmesi de gayet mânidârdır!

Efendimiz (a.s.m), nass vârid olmayan her mes’eleyi, kadın erkek, genç-ihtiyar herkesle istişâre ederdi ki, değişik sahalarda onca ilerlemeye rağmen, meşveret mevzuunda o gün ulaşılan noktaya henüz ulaşabildiğimiz söylenemez. Ayrıca Uhud Harbini müteâkip: “Bu iş husûsunda onlarla istişâre et!” fermân-ı Sübhânisinin nazil olması, üzüntüsünün doruk noktada olduğu zaman dilimde meşveretle emrolunması üzerinde durulmaya değerdir.

İslâm’ın sarih olarak hakkında ahkâm (ayet) vaz’ettiği her mes’ele şûrâ sınırları dışında, hakkında açık bir hüküm bulunmayan hususlar da şûrâ sınırları içinde kalması gerçeğinden hareketle o, hemen her durum ve şart altında İslâm’a bağlılıkla sınırlı Kur’ân ve sünnet endeksli, Kitâbullah’la belirlenen gayeyi gerçekleştirmeye çalışır.

Evvela meşverette samimiyet ve ihlas olmalıdır. Sonrasında meşveretle bir hedef peylenmelidir. İstişareler ibadet neşvesiyle yapılmalıdır.İstişareler, teşkil edilecek ihtisas sahibi ehil kişilerle yapılmalıdır. Umumu ilgilendiren meselelerde halkın tamamının katılımı mümkün olmadığından dar bir kadro (seçilmiş ehil kimseler) ile yapılmalıdır (temsili demokrasi).Bu tür konuları istişarede, geçmiş tecrübeleri de nazar-ı dikkate almak zaruridir.

Ortak akıl/kollektif şuûr, meşveret ve şûra ile harika neticeler elde edilebilir. Toplumun bir parçası olan fertler, bireysel güçlerinin kat kat üstünde güç kazanarak maksatlarına daha kolayca ulaşma imkânlarını elde edebilirler. Hakikî, samimî bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya ittifak yapmış on adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.

**Meşverette nelere dikkat edilmelidir?**

“O zaman, [1] Allah’tan bir rahmet sebebiyle [2] onlara yumuşak davrandın. [3] Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. [4] Artık onları affet ve [5] onlar için mağfiret dile [6] ve işler konusunda onlarla meşveret et. [7] Azmettiğin zaman, [8] artık Allah’a tevekkül et. [9] Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri (Allah’a güvenenleri) sever.” Âl-i İmran (3/159) bu ayette meşveret eden kişilerin taşımaları gerekli vasıflar, Peygamber Efendimiz (a.s.m)’in modeliyle ders verilir. 1- Meşveret, rahmet-i İlahiye’nin vesilesidir. 2- Meşverette yumuşak bir tutum benimsenmelidir. 3- Kaba, katı yürekli tavırlardan kaçınılmalıdır. 4- Affedici, toleranslı, hoşgörülü bir anlayışa sahip olunmalıdır. 5-Şefkat hissiyle meseleler müzakere edilmelidir. 6- Ortak karar alınması gereken işlerde meşveret esas olmalıdır. 7- Alınan karar ne olursa olsun tam anlamıyla azmedilmeli, kararlı olunmalı, işler neticeleninceye kadar sebat edilmelidir. 8- Üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yaptıktan sonra, tevekkül edilmelidir. 9- Her işin asıl gayesinin, Allah’ın sevgisi, rızası, teveccühünü kazanmak olduğu bilincinde olunmalıdır.

Meşveretin düşmanları: 1- Cehalet, 2- İnat, 3- Garaz, 4- İntikam, 5- Taklit, 6- Gevezeliktir. Öyleyse meşveretin hakkını verebilmek için 1- İlim (hikmet, ihtisas), 2- İnsaf (empati, anlayış), 3- Şefkat (mağfiret), 4- Af (tolerans, hoşgörü), 5- Tahkik (inceleme, araştırma, analiz, sentez), 6- Belagat ve cezalet esas alınmalıdır.

Devamını Oku

Kur’anın Musiki Ve Nazmındaki Ahenk’e Örnekler

0

BEĞENDİM

Kur’an’ı tecvid kurallarına uygun okumak düzgün nefes almayı sağlayacağından uzun soluklu okumalara zemin hazırlayabilir. ihfa yapılarak çıkarılan uğultulu ses,nefesi hemen hemen ağızdan ve burundan eşit çıkararak rezonans halini gerçekleştirir. Oluşan bu rezonans hali sesin yorulmadan uzun okumalar yapılabilmesine imkan tanır. Kısaca örnek verecek olursa,”Allah” lafzının sonundaki “h” harfi diyaframı harekete geçiren özelliği ile genizden okunmayı sağlayan tecvid kuralları bir araya geldiğinde ortaya şan tekniğinin temeli çıkar.Bu da sağlıklı ve güçlü ses demektir.

Kur’an harflerinin mahrecinin düzgün çıkarılarak (hakkını vererek) okunması sonucu çıkan musiki ölü hayatları dirilten bir iksirdir. Kur’an’ın her bir harfine sevap verileceği bildiriliyor. Bu da ancak her harfin hakkının verilerek seslendirilmesiyle olacaktır. Sesli zikir şan tekniğinde kullanılan ses terapisine benzemektedir. Mahreçlere dikkat edilerek yapılan bir okuma dudakları, burun ve çevresini hatta diyaframı çalıştırır. Çıkan musiki beyinde yeni alanların açılmasına imkân tanıyarak hafızanın gelişmesini sağlar.

Araplar tecvidle konuşmazlar. Tecvid, Kur’an’a hastır. Yasin süresinin ilk üç sayfasında 34 adet idgam-ı misleyn meal gunne, 17 adet idgam-ı meal gunne,32 adet ihfa bulunur.Bu tecvidlerin hepsi rezonansta tınlar. Bu tür kuralına uygun okuyuşlar mananın birebir hissedilerek hakkelyakin seviyesinde hissedilmesini sağlar.

Hud süresi 44’te geçen “Ey yer suyunu yut!” emrindeki “yut” kelimesinin aslı “ebli’i” dir.Kelimenin telaffuzundan yutmak manası anlaşılır. Söyleyişte adeta dudaklar yutma hareketi yapmaktadır. Yutma fiili dudaklarda başlar ağızdan geçerek boğazdan aşağı devam eder. Be harfinin çıkış yeri dudaklar, Le’nin çıkış yeri dilin ucu, Ayn harfinin ise boğazdır. Fiil telaffuz edilirken dudak açılır , yutma fiili başlamış olur ve sonundaki “i” telaffuz edilirken boğazdan aşağıya inen bir şeyi ifade eder.Fiilin tilavetinde çıkan ses yutulan suyun sesini çağrıştırır.

Yusuf suresi 15’te Yusuf (a.s)’ın kuyunun derinliklerine atılması anlatırken kullanılan kelime “ğayabetil cübb”tür.”Ğayabet” kelimesinin telaffuzu bize dipsiz bir derinlik hissi vermektedir.”Cübb” kelimesinde de suya düşen bir cismin suya değdiği anda çıkardığı sesin fonetiği duyulur.

Lokman suresi 14. Ayetinde geçen “hamelethu ummuhu vehnen ala vehni” “zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır” derken “vehn” kelimesinin oluşturduğu tını (boğazdan gelen) hamile bir kadının iniltisini andırmaktadır.

Fatır 37’de; Onlar orada,”Rabbimiz bizi çıkar, (önce) yaptığımız (menfi şeylerden) başkasını yapalım” diye feryat ederler… Burada kullanılan fiil “yesteriğune” dir. Mana olarak yavrusunu kaybeden annenin feryadını ifade eder. Bu kelime kullanılırken telaffuz edilen harfler boğazdan sürtünerek çıktığından bir bakıma musikisiyle zorlanmış birinin ruh halini resmetmektedir.

İnşikak süresinin baş kısmında bir takım kıyamet sahneleri nazara arz edilirken “semaların yarılacağı, parçalanacağı” ifade edilir. Kullanılan kelime inşikaktır. Bu kelimenin ve müteakip ayetlerde kulağa çarpan kelimelerin barındırdıkları harflerin sert karakterli olması ve yarılma/çatlama sonucu çıkan bir sesi hatırlatması dikkatleri çeker.

İnşirah süresinde kullanılan harfler rahatlama egzersizleri yaptırıyor gibi olmakla beraber mana ile tam bir uyum arz etmektedir.

Zilzal süresi kıyamette yaşanacağı mukadder olan büyük deprem sahnesini tasvir eder. Burada kullanılan kelimeler tecvid kurallarına göre okunduğunda, adeta depreme tutulmuş kişinin halini yaşatır. Yavaş yavaş derinden başlayıp gelişen ve şiddetini artırdıkça artıran bir musiki duyarsınız. Zilzal kelimesi depremi çok güzel ifade eder.

Adiyat süresinde adeta bir savaş meydanı canlandırılır. Etrafı toza dumana boğan atlar arasında sizi dolandırmakta ve adeta o atmosferi yudumlatmaktadır. Bu ayetleri okurken zırhlı birliklerin arasındaymışsınız gibi hissettirmektedir. Adiyat suresini okurken yükselen musiki böyle bir sahneden yükselen sesi andırmaktadır. Hem manası hem de tınısıyla bir bakıma olayı yaşatarak öğretmektedir.

İhlas suresinde ayet sonlarında kullanılan kafiye harfi dal’dır.Bu kalkale harfinin şekli bel büküp boyun kıran birinin resmini hatırlatır.Bir bakıma ihlasa Cenab-ı Hak karşısında bel kırıp boyun bükerek ulaşılacağı ima edilir.Kelimeleri oluşturan harflerin (bir tecvid kuralı olan) kalkale yapılarak okunması ihlasa eren hakiki bir kulun halet-i ruhiyesini ima eder. Kalkale; harfin duvara çarpıyor gibi kesilip titreştirilmesi demektir. Dal harfi’de kalkale harfidir. O’nun azameti karşısında duvara toslayıp kendine çeki-düzen veren bir şahsı hatırlatır.

Kur’an’daki 114. süre olan Nas süresinde; “De ki: İnsanların Rabbine, insanların yegâne hükümdarına, insanların ilahına sığınırım. O sinsi şeytanın şerrinden. O ki insanların kalplerine vesvese verir, o şeytan, cinlerden de olur, insanlardan da.” Bu ayetlere dikkat edilirse her bir ayetin uzunluğu şiirlerde olduğu gibi hemen hemen aynıdır yani aynı vezinlidir. Fasıla sonlarındaki uyak harfi (sin) aynıdır. Ayetleri oluşturan kelimelerde kullanılan harfler mana ile uyum içerisindedir. Süreyi oluşturan harflerin sayıları da bir ahenk oluşturur. Mesela kaf bir,he iki,ye üç,be dört,ra beş,mim altı,vav yedi,sakin elif sekiz, nun dokuz,sin on,elif onbir,lam oniki kez kullanılmıştır.

Her fasılanın kendisine ait bir musikisi vardır. Ayetlerdeki sözcüklerin dizimi musiki üslubuyla uyum içerisindedir. Sözcüklerin yeri değiştirilse var olan musikinin bozulduğu gözlemlenir. Ayetlerin sonlarında tekrar edilen sin harfleri mana ile bütünlük arz eder. Şeytanların verdikleri vesvesede hakim olan ses “s” harfidir. Adeta nas süresi okunurken şeytanların vesveselerini duyar gibi olursunuz. Şiirlerde de ara ara rastlandığımız bu sanata aliterasyon denir. Kur’an lafızları adeta mana ile uyum içerisinde hem kulağa hem göze hem akla hem de kalbe hitap eder. Nas süresinin 104 harften oluşması da kendisine kitap indirilen enbiyanın 104 adetine tevafuk eder ve Kur’an’ın son kitap olduğunu hatırlatır.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.