DOLAR

38,8569$% 0.29

EURO

43,5987% 0.11

STERLİN

51,8449£% -0.06

GRAM ALTIN

4.038,87%0,14

ONS

3.241,41%0,05

BİST100

9.541,30%-1,65

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul KAPALI 14°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwin betonred bizbet
a
Abdurrahman koyuncu

Abdurrahman koyuncu

05 August 2024 Monday

Demokrasi ve Özgürlüğün Eşsiz Değeri

Demokrasi ve Özgürlüğün Eşsiz Değeri
0

BEĞENDİM

Albert Einstein’ın “İnsanın arzuladığı şey kişisel özgürlük ve hayal kurmasına izin veren bir hayattır. Bu da ancak demokratik bir toplumda mümkün olabilir.” sözü, demokratik değerlerin insan yaşamındaki vazgeçilmez rolünü net bir biçimde ortaya koyuyor. Einstein, kişisel özgürlüğün ve hayal gücünün yalnızca demokratik bir toplumda tam anlamıyla gerçekleştirilebileceğini vurguluyor.

 

Dünyadaki demokratik olmayan devletler, demokratik devrimler gerçekleştirmedikçe ne İslam’ın ne de baṣka dinlerin sistemlerinin doğru yaşanabileceği bir ortamı sunabilir. Aynı şekilde, insanlığın sosyal, ekonomik ve özgür yaşam beklentilerinin karşılanması da mümkün olamaz. Çağımızın ruhu, demokratik değerlerle bütünleşmiş ve başarılarını kanıtlamış örnek ülkelerde kendini gösteriyor. Bu ülkelerin gayri safi milli hasılaları en az 40-50 bin dolar seviyesinde seyrediyor. Bu refah seviyesinden dolayı halkların ne kadar müreffeh yaşadıklarını görmek zor değil.

 

Öte yandan, demokratik olmayan ülkelerde ekonomik, sosyal, eğitim, hukuk ve özgürlüklerin eksikliği dikkat çekiyor. Bu ülkelerde yönetim, demokratik olmayan yöntemlerle sürdürülüyor ve uluslararası denetim sistemlerine tabi olmuyorlar. Bu ülkelerin çoğunda fakirlik ve yoksulluk had safhada; kast sistemi yaşanmakta. Örneğin, halkın yüzde onu, yüzde doksanının milli gelirini sömürüyor. Bu yüzden yüzde onluk kesim için kendi ülkeleri dünyanın en mutlu yeri haline geliyor. Milliyetçi ve devletçi yaklaşımlarla ülkeyi yönetiyorlar. Sürekli halka sözde milli duyguları pompalıyorlar. Tüm siyasi, askeri, ekonomi ve eğitim sistemlerinin yönetimlerini ellerinde tutuyorlar.

 

Bazı ülkelerde yarı demokratik sistemler nedeniyle halk, seçimlerde siyasi olarak bu üst kastları iktidardan uzaklaştırabiliyorlar. Ancak, bu gruplar önceden tayin ettikleri statükocu bürokratlarını kullanarak yeni gelen siyasi iktidara huzur vermeyebiliyorlar. Ekonomik spekülasyonlarla ciddi krizler çıkarabiliyorlar ve yönetim problemlerini körükleyebiliyorlar. Hatta darbeler yapabiliyorlar; dünyadaki bütün darbelerin arkasında dış güçler değil, kendi ülkelerindeki statükocu gruplar bulunuyor.

 

İran, Irak, Libya, Mısır, Cezayir, Rusya, Tunus, Fas, Yemen gibi pek çok ülke bu örnekler arasında yer alıyor. Afrika ve Asya’daki birçok ülkede de durum farklı değil. Güney Amerika’da da benzer sorunlar yaşanıyor. Bu sorun, ne sadece Müslümanların, ne diğer dinlere mensup olanların, ne de ateist komünist yönetimlerin sorunu. Esas sorun, totaliter yönetimi elinde bulunduran ülkedeki yüzde onluk üst kastın ürettiği bir sorundur. Sistemi sömürmekten kaynaklanıyor ve bu durumdan kurtulmanın tek çaresi demokratikleşmekten geçiyor.

 

Eğer demokratik gelişim dünyanın her ülkesinde gerçekleşmezse, dünyayı büyük bir mülteci akını sorunu bekliyor. Baskı rejimlerinin altında yoksullaşan halklar, hayalleri sömürülerek ve söndürülerek ülkelerini terk etmek istiyorlar. Gençler, öğrenim hayatlarını demokratik ülkelerde sürdürmek ve bu ülkelerin üniversitelerinde okumak istiyorlar. Bu durumu tetikleyen en önemli faktör, gelişen dijital sistemlerle dünyanın her köşesini anında görebilme ve kıyaslama imkanı bulmalarıdır.

 

Demokratikleşmek, tüm insanlığın hızla odaklanması gereken bir değerdir. Eğer bu gerçekleşirse, dünya, çeyrek asır sonra alt üst sınıfların, savaşların, tehditlerin, göçlerin ve gözyaşlarının sona erdiği bir yer haline gelebilir. Bu karmaşanın ve fakirliğin panzehri eğitimdir; ardından hukuk, adalet ve vicdan özgürlüğü gelir. Bu sağlandığında, dünya insanlığı kendini güvenli, mutlu ve mesut bir hayatın içinde bulur ve herkes için eşit şartların olduğu bir dünya oluşur.

 

Einstein’ın dediği gibi, özgürlük ve hayal gücü ancak demokratik bir toplumda mümkün olabilir. Dünya, demokratikleşme yolunda ilerlerse, sınırlar kalkar, kavgaların yerini sevgi, barış, ve ekonomik rekabet alır ve herkes için daha yaşanabilir bir dünya mümkün olur. Bu da benim hayalimdir umarım hayallerim tüm dünya insanlığı icin gerçek olur. Vesselam.

 

5.8. 2024 Helsinki

M.Abdurrahman Koyuncu

Devamını Oku

Zamanın Muhacirlerinden: Rehin Alınmış 12 Yıl

Zamanın Muhacirlerinden: Rehin Alınmış 12 Yıl
0

BEĞENDİM

Ne diyeceğimi bilemiyorum; haksızlık mı, zulüm mü, serzeniş mi desem bilemiyorum, içinde hepsi mevcut. Ancak ülkemin ve insanımızın haksızlığa uğradığı kesindir. Tarihçiler bunu gelecek nesillere anlatacak, üniversitelerde tez olarak kabul edilecek. Bundan hiç şüphem yok. Tabii ki bizler de bunları yaşayarak bedel ödüyoruz. Herkes kendisinin ne yaptığını bilir. Ben şahsım adına; ‘ülkem için, ülkemin geleceğinin inşası için her şeyimi feda etsem sezadır, düşüncesiyle, akıl ve kalp hayatına sahip, şekilcilikten uzak, taassuptan uzak, aklın nuru fünunu medeniyedir, vicdanın ziyası ulumu diniyyedir şuurunda olan, çağın sorunlarına çözümler üretebilecek, namaz vakti seccadesinde olacak, iş saati NASA’nın laboratuvarlarında çalışabilecek’ nesillerin yetişmesine hizmet ettim.

 

Unutmadığım bir hatıramı anlatayım: Bir iş yerine gitmiştim. Orada iş sahibini beklerken iyeri sekreteri çay söyledi ve hal hatır sordu. Ben de onu sordum. Şu cümleyi kurdu: “Abi, ben üniversitede okuyorum. Babam kamyon şoförü, yeterince bana para gönderemiyor. Onun için burada sekreterlik yapıyorum ama huzursuzum. Yurt ücretim için bir vakıftan bana burs bulabilirsen sana dua edeceğim ve bu şekilde çalışmaktan kurtulup eğitim hayatıma odaklanacağım,” demişti. O çocuğumuzu bir yurda yerleştirdim. Benim için dünyalara bedeldi. Dünyada en lezzetli amel, insanlara karşılıksız yardım etmektir. Bu, insanı inanılmaz mutlu ediyor.

 

Son 12 yıldır uğradığımız iftiraların haddi hesabı yok. Bunu yapan zihniyetlere tabi ki üzülerek gülümsüyoruz, yine de küfretmiyoruz. Ama gerçekten, iftirada ve yalan algıda şeytana şapka çıkartacak bir süreç yaşadık. Adeta rehin alınmış zamanlarımızı yaşıyoruz. Birilerinin siyasi hırsı, farklı düşünceye olan hasedi, makama ve mala olan tamahı yüzünden kendi yurdumuza yabancı olduk, başkalarının yurdunda muhacir olduk, dünyada vatansız kaldık. Bu durum, yalnızca fiziksel bir yer değişikliğinden ibaret değil, aynı zamanda ruhsal ve zihinsel bir yabancılaşma sürecidir.

 

Mevlâna’nın dediği gibi, etrafımıza baktığımızda her şeyin vaktine esir olduğunu görürüz. Yeryüzündeki yaratılmışların işleyişi hep bir ahenk içindedir. En karmaşık durumlarda bile bir düzen vardır; bu düzen bazen kaos gibi görünse de, aslında derin bir düzeni barındırır. Tarih boyunca büyük devletler iskan politikası adı altında bölgelerin demografik düzenlerini değiştirmek için hareket etmişlerdir ve bu durumun sonucuna “kaos düzeni” denmiştir. Ve bu düzen kaos gibi görünse de, aslında kendi içinde dünya insanlığı bu yolla tanışmayı sağlamaktadır. Bazı düzenler gözle görülürken, bazıları gizlidir.

 

Bir de ilahi düzen var ki, onda asla adaletsizlik yok. Örneğin: Güneş vaktinden bir saniye önce doğmaz, bir saniye sonra batmaz. Her şey zamanında gerçekleşir. Bu geçici dönemde yaşadığımız zorluklar da aynı şekilde geçecektir. “Bu da geçer yahu” derken aslında derin bir bilgelik ifade edilmiştir. Zamanın akışında her şeyin gelip geçici olduğu gerçeği, insanın içinde bulunduğu sıkıntıların da sona ereceğini hatırlatır.

 

Zulme uğrayarak, kendi yurtlarına yabancılaşanların vatanlarına aidiyet duyguları zaman ilerledikçe zayıflamaya başlıyor ve arada kalıyorlar. Yurduna yabancılaşırken bulunduğu yerde de asla yerelleşemiyor. Bu durum kolay bir süreç değil; yüz yılları alan bir zamana ihtiyaç duyuyor. Muhacirler için bu aidiyet eksikliği, sadece fiziki mekanlarla sınırlı değil, aynı zamanda kültürel ve manevi değerlerine de yansımaya başlıyor. İnsanlar, sahip oldukları değerlerden uzaklaştıkça, kendilerini daha da kaybolmuş hissediyorlar. Bu süreci yakinen yaşayan biri olarak deneyimlediğim kadarıyla; yeni yerlerde yeni kimlikler inşa etmeye çalışırken, aslında yavaş yavaş özümüzden ne kadar uzaklaştığımızı fark ediyorum. Ne kadar dikkatli davransak da entegrasyon mücadelesi zorunlu olduğu için bazı değerleri bu süreçlerde askıya almak zorunda kalıyoruz muhacir (mülteci) olarak. Bu durum, kendisiyle birlikte asimilasyonu da zamanın akışına gizleyerek her muhaciri etkiliyor. Kimi farkında bu durumun, kimi değil.

 

Yaşadığımız bu zor dönemleri pozitife çevirebilirsek, bize sabrın, dirayetin ve umudun önemini hatırlatan zorunlu bir mücadeleye dönüşebilir. Zira, her zorluğun ardında bir kolaylık vardır. Her karanlık gecenin ardından bir sabah gelir. İnsan, bu süreçte kendini yeniler, güçlendirir ve yeniden doğar.

 

Sonuç olarak, zamanın muhaciri (mültecisi) olduğumuz bu yıllar, belki de bizim için birer sınavdır. Bu sınavdan geçerken, ne kadar zor olsa da, sabrımızı, inancımızı ve umudumuzu kaybetmemeliyiz. “Bu da geçer yahu” diyebilenlerden olmaya gayret göstermeliyiz, bu sözün özündeki samimiyeti yaşayabilenler elbette vardır. Biz de o fertlerden bir fert olma gayretinde olmalıyız. Ancak hiçbir devirde bu tür saldırılara maruz kalan milletler, ırklar, aşiretler ayakta kalamamışlardır çünkü su kabın rengini almaktadır. Entegrasyon belli bir zaman sonra asimilasyona dönüşüyor. Bu asimilasyon çocuklarla başlıyor. Bu durum büyük ölçüde muhacirler için zorunlu hale geliyor ve yeni nesiller için anasınıfında start alıyor. Evet canlar, gurbet ve gurbette yabancı olmak hiçbir devirde kolay olmamış, hiçbir fert, millet, cemiyet özünü koruyamamış. Umutsuzluk içeren bu yazıyı kaleme aldım belki ama ne yazık ki, bunlar acı gerçekler. Fakat yine de umutsuz olmamalıyız diye düşünüyorum, çünkü hiçbir insan umutsuz yaşayarak tekamül edemez. Bu kadar hızla ilim, bilim, fen, teknoloji, dijital ve yapay zekanın geliştiği bir dünyada insanların hala din, dil, renk ve kültür ayrımcılığı yaşamaları ve ötekileştirilmeleri büyük sorun yaratıyor. Bu sorunun panzehrinin ise dünyada mültecilere savaş açmak yerine onlara kucak açarak tüm insanlığın birbirini kendi konumunda, kültüründe kabullenmesinde olduğunu düşünüyorum. Allah (cc.) gurbette olup muhacir olanlara sabr-ı cemil ihsan buyursun. Selam ve sağlıcakla kalın.

 

27 Temmuz 2024

Helsinki

M. Abdurrahman Koyuncu

Devamını Oku

Pompei’den Günümüze: Maddi Zenginlikler ve Manevi Yoksunluk

Pompei’den Günümüze: Maddi Zenginlikler ve Manevi Yoksunluk
0

BEĞENDİM

Tarih boyunca maddeten zenginleşen insanoğlu, manen fakirleşmiştir. Pompei’nin insanları, tüm zenginlikler, makamlar ve güzelliklerle birlikte taş kesildi. Bugün, bu insanların kalıntıları İtalya’daki açık hava müzesinde görülebilir. Binlerce yıl önce, hayatın en güzel döneminde aniden sona eren bu toplum, günümüz insanına birçok ders vermektedir. Pompei’nin ani felaketi, aslında insanlığın kırılganlığını ve faniliğini bizlere hatırlatır.

 

Çağımızda ise benzer bir dönüşümü yaşıyoruz. Pompei halkının azgınlıklarını yaşayan bir devire evrilmiş durumdayız. İnsanoğlu, teknoloji ve maddi olanaklar yeme, içme, giyme, ulaṣım, seyahat, açısından belki de tarihteki en yüksek seviyeye ulaşmış durumda, fakat ruhsal ve manevi açıdan aynı şeyi söylemek mümkün değil. Her şey var, huzur yok. İnsanlar, içlerindeki boşlukları dolduramadıkları için kıvranıyorlar. Bu boşluklar, aslında insanlara verilmiş en büyük musibet. Her geçen gün, acı çeke çeke ölüme doğru ilerliyorlar.

 

Beykent Escort

Bu boşlukların temelinde inanç zaafiyeti yatmaktadır. İnanç eksikliği, insanları manevi bir boşluğa sürüklüyor. Bu da beraberinde depresyonu, bunalımları ve çeşitli bağımlılıkları getiriyor. Uyuşturucu müptelası olanlar, cinsiyet değiştirenler ve çeşitli kimlik krizleri yaşayanların sayısı az değil. Tüm bu sorunlar, aslında çağımızın en büyük belasının bir göstergesi.

 

Bazen insanlar, “Neden bela gelmiyor?” diye sorar. Oysa en büyük bela, ruhsal ve manevi çöküştür. Bu çöküş, insanları içten içe kemirir ve yok eder. Pompei’deki ani felaket, insanların yaşamlarını aniden sona erdirirken; günümüzün manevi felaketi, insanları yavaş yavaş tüketmektedir. Bu yüzden, Pompei’nin hikâyesinden alacağımız dersler büyük önem taşımaktadır.

 

Pompei’nin taşlaşmış insanları, bizlere yalnızca tarihsel bir olayın hatırası değil; aynı zamanda gelecekteki olası felaketlerin habercisidir. Maddi zenginliklerin, makamların ve güzelliklerin arkasındaki boşlukları görmek ve bu boşlukları doldurmanın yollarını aramak zorundayız. İnanç, maneviyat ve içsel huzur, insanı gerçek anlamda zengin kılan değerlerdir. Bu değerleri yeniden keşfetmek, çağımızın en büyük ihtiyacı olan İç huzursuzluğumuzu yeniden kazanmaktır. Dünya’nın hiçbir metası iç huzursuzluğunu gideremez, çünkü insan iki hayat üzere yaratılmıştır: dünyevi ve uhrevi. Birini yerine getirip diğerini ihmal eden insan daima bir boşluk ve eksiklik hisseder. Kanadı kırık bir kuşu veya ayağı topal, ya da başka bir azasını kaybetmiş bir insanı düşünelim. İlk bakışta mahzuniyetlerini görebiliyoruz. Çağımızın insanındaki en büyük boşluk, uhrevi hayatı dikkate almadan sadece dünyevileşmeleridir. Bu nedenle tatminsizlik yaşanmakta ve o tatmini ararken yanlış adreslere bakıyoruz. Aslında o boşluk uhrevi hayattır; onu bulduğumuzda resmin kareleri tamamlanır ve kendini arayan adam yerine kendini bulmuş adam olarak tüm sorunlardan kurtularak huzurlu bir hayatın tadını çıkarır. Ölmek, yok olmak korkusunun yerini “Buradaki vazifem bitince sonsuz bir hayat beni bekliyor.” düşüncesi alır. Bunun için bu dünyada geçici olan misafirliğim, sonsuz ikamet adresim olan uhrevi hayatla kazandığım ahiret yurduma kavuşacağımdır. O zaman endişeye mahal yok diyerek hayatın tadını çıkararak yaşarız.

 

Sonuç olarak, Pompei’nin taşlaşmış insanları bizlere bir uyarı niteliğindedir. Tarihten ders almak ve manevi boşlukları doldurmak için çaba sarf etmek, geleceğimizi daha sağlam temeller üzerine kurmamıza yardımcı olacaktır. Aksi takdirde, maddi zenginliklerin arkasındaki boşluklarda kaybolup gitmekten kurtulamayız.

 

Allah bizleri de dünyevi ve uhrevi hayatını birleştirerek yaşayan kullarından eylesin.

 

23 Temmuz 2024

 

Helsinki

M. Abdurrahman Koyuncu

Devamını Oku

Türkiye’nin Kaderiyle Oynayan Zihniyet: Ulusalcılar

Türkiye’nin Kaderiyle Oynayan Zihniyet: Ulusalcılar
0

BEĞENDİM

 

Türkiye’nin siyasi geçmişi, sürekli değişen yönetimlerin getirdiği çalkantılarla doludur. Ancak bu değişimlerin ötesinde, ülkenin kaderini belirleyen ve halkı sürekli olarak ezmeye çalışan bir zihniyet mevcuttur. Sözde ulusalcı, milliyetçi ve halkçı olarak tanımlanan, ancak gerçekte bu değerleri temsil etmeyen gruplar, ülkeyi otoriter ve totaliter bir anlayışla statikocularla yönetmeye çalıştılar. Demokrasi ve adaletle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu gruplar, iktidara geldiklerinde halkın hayatını zorlaştırmaktan başka bir icraat yapmadılar.

 

Bu zihniyetin izleri, darbeler ve muhtıralarla dolu Türkiye tarihinde derin yaralar açtılar. İktidara geldikleri her dönemde, rüşvet, yolsuzluk ve devlet kurumlarının arpalık haline gelmesi gibi sorunlar baş gösterdi. Devlet memurluğuna giriş sınavları anlamsız hale geldi; mülakatlar ve parti bağlantıları iş bulmanın anahtarları oldu. Üniversitelerde ve hastanelerdeki işe alımlar siyasi taraftarlara bağlı hale geldi. Devletin hizmet alanlarında yapılacak iş ve ihaleleri almak için iktidar partisinden insanlarla ilişkiler kurmak zorunluluk haline geldi; devlette tanıdığınız yoksa ihale alamazsınız. Çiftçiler, devlet bankalarından kredi almak için aracılara rüşvet vermek zorunda kaldılar. Bu dönemde devletin iç işleyişinin ne kadar yozlaştığını halk defalarca gözlemledi ve ülkeyi çıkmaza sürükleyen bu grupları, halk defalarca kovdu. Bunlar her defasında yine bir darbe ile iktidarı ya ele geçirirler yada iktidar ortağı olurlar…!

 

Geçmişte, 1920-1946 yılları arasındaki CHP döneminden beri bu benzerlik hiç bitmedi; bu despotizm bazen gizli, bazen açık hep devam etti. Tek parti döneminin getirdiği baskılar ve korku iklimi, her zaman halkın üzerindeki baskıları artırdı. Her seferinde muhalefeti ve halkın farklı düşünce katmanlarına sahip olanları sert bir şekilde bastırdılar. 2003 yılında Güney Kore ve Japonya’yı ziyaret ettiğimde, bu ülkelerin birinci dünya savaşı sonrası nasıl hızla toparlandıklarını ve bugünün en gelişmiş ülkeleri haline geldiklerini gözlemledim. Yaşadığım ülke Finlandiya, 1917’de bağımsızlığına kavuşmuş olup gelişmişliği dünyada örnek olarak gösterilmektedir. Ülkede irili ufaklı 188 bin göl var. Finlandiya’nın yüzölçümü 338.432 km². Ülkenin her köşesine kadar altyapı ulaşmış, güvenlik zirvede, eğitim, ekonomi ve hukuk sistemi dünyada örnek gösterilmekte. İnsanları dünyanın en mutlu halkları arasında yer almakta. Avrupa’nın diğer ülkelerinin bu başarıyı nasıl elde ettiğine tanık oluyoruz. Bu ülkeleri ziyaret ettiğimde her defasında, Türkiye’nin mevcut durumu daha da üzüntü verici.

 

1946’dan önce tek parti dönemi, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından uygulanan baskılar ve zulümler, halkın üzerine derin bir korku iklimi yerleştirdi; hala o yaralar CHP tarafından sarılmadı. Kemal Kılıçdaroğlu bir adım atmaya çalıştı ama onu da aforoz ettiler. Tek parti döneminde, halkın yaşam tarzı ve dini değerleri sıkı bir şekilde ötekileştirildi ve cezalandırıldı. Çiftçilerden hasat vergisi alınarak toplumun en yoksul kesimleri daha da zor durumda bırakıldı. Bu dönemin bitimiyle bazı şeyler düzelse bile hukuksuzluklar her dönemde etkilerini sürdürdü. Darbe dönemlerinde şiddeti daha da artırarak yüzbinleri mağdur hale getirdi.

 

1950’den sonra Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisi gibi liderlerin iktidara gelmesiyle ülkemizde bazı olumlu değişimler yaşandı. Örnek: Menderes döneminde tarım ve sanayi alanında önemli adımlar atıldı, Demirel’in döneminde baraj projeleri ülkeyi karanlıktan kurtardı, sulama projeleri geliştirildi. Özal’ın reformları sayesinde Türkiye’yi dışa açtı; ihracat ve yabancı para alım satımı, din ve vicdan özgürlüğü üzerindeki baskılar kalktı. Kürtçe’nin serbestçe konuşulması örnek önceden kürtçe şarkı türkü klip yapamazdınız. Ancak Özal’ın zehirlenmesi ve partisinin yok edilmesi, ülkenin gelişimini bir süre engelledi ve ardından ekonomik krizler ve 28 Şubat’ın despot baskıları halkı bir arayışa sürükledi. 2002’de AKP iktidar oldu; ne yazık ki, AKP de birinci dönemden sonra hızla tek parti yönetimi ve tek lider sevdasına kapıldı, milliyetçi ulusalcılara mahkum oldu. Her on yılda bir darbe veya muhtıra ile siyasi sistemin çökertilmesi, yine on yıl sonra ülkenin ilerlemesi 15 Temmuz’la engellendi.

 

Bu despotik zihniyet, devletin ilerlemesini ve halkın refahını sürekli olarak engelliyor. Ancak, eğitilmiş yeni nesillerin bu zihniyeti aşacağına olan inancım tam. Gelecekte, ülkemiz bu gruplardan kurtulacak ve hak ettiği yere ulaşacaktır. Bu sürecin zaman alacağını biliyoruz, ancak umudumuzu kaybetmeden çalışmaya devam etmeliyiz. Gelecek, adil bir Türkiye’nin habercisi olabilir.

 

18 Mart 2024

Helsinki

M. Abdurrahman Koyuncu

Devamını Oku

Çağımızda En Çok Zarar Gören Müessese: Evlilik

Çağımızda En Çok Zarar Gören Müessese: Evlilik
0

BEĞENDİM

İnsan yaşamının en önemli değerlerinden biri olan evlilik, şu anda yedi milyar olan insanlığın temelidir ve varoluş sebebidir. Evlilik olmasa doğumlar azami derecede azalır ve insanlık erozyona uğrar. Evlilik, dünya insanlığının en kutsal müessesesidir ve mayası, iksiri sevgidir. İki ceset bir ruh olanlar, gerçek evliliğin sırrına mazhar olanlardır. Gerçek evlilik, eşlerin birbirine karşı samimi ve safiyane oldukları güvenli bir limandır. Önyargıdan sıyrılmış, eşine karşı egosunu sıfırlamış, negatif bir dil ve söylem kullanmayı edep dışı sayan ve sevgi dilini kendisine rehber edinen kişiler evlilikte başarıyı elde edenlerdir. Ne yazık ki günümüzde çiftlerin çoğunluğu pozitif davranışlardan uzak, sıkıntılı evlilikler sürdürmektedirler ve bu yüzden evlilik müessesesi ciddi bir erozyona uğramaktadır.

 

Her bireyin ihtiyaç duyduğu ve hayatına anlam katan ilk kurum olan evlilik, maalesef günümüzde önemli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu kutsal yola adım atanların neredeyse yarısı, ilişkilerini sürdüremeyip ayrılmaktadır. Bu durum, toplumumuzda birçok acı verici sorunu da beraberinde getirmektedir: Çocuklar yetim, eşler dul kalmakta; aileler dağılmakta ve bireylerin yaşamları zorlaşmaktadır.

 

Bu durumun başlıca sebeplerinden biri, farklı kültürel geçmişlere sahip bireylerin bir araya gelmesidir. Aslında zor görünse de bu farklılığın zenginliklerini inşa etmek, evlilikleri daha da kolaylaştırmanın en basit yoludur. Bir diğer sebep ise eğitim düzeyinden dolayı iletişim sorunu yaşayan dengesiz evliliklerin çoğunlukta olmasıdır. Örneğin, ikinci veya üçüncü sınıf ülkelerdeki bir birey ile birinci sınıf gelişmiş ülkelerden bir birey evlendiğinde iletişim sorunu yaşayabiliyorlar. Bunların ırkı, dili, dini aṣireti aynı olsa dahi bu sorunları yașamaktalar. Bu sorunun nedeni ise çiftler arasında iletişim kopuklukları olması, hayat felsefelerinde uyumsuz olmalarıdır. Ayrıca, bu tür evliliklerin çoğu ya görücü usulü veya sosyal medyada tanışarak duygusal olarak başlar. Duygular ve cicim ayları bittikten sonra gerçek hayatın sorumluluklarıyla yüz yüze gelince yani evlilikte duyguların yerini gerçekler aldığında, denk olmayan çiftlerin bu sorumlulukları birlikte üstlenmede zorlanmaları kaçınılmaz olur. Bundan sonra duygusal aşklarının yerini sorgulama ve kavgalar alır.

 

Sevgi dili, evlilikte binanın çimentosu gibidir. Çiftlerin birbirlerine olan sevgisi, evliliğin sağlıklı bir şekilde devam etmesinde hayati bir rol oynar. Sevgi, çiftler arasında güçlü bir bağ oluşturur ve bu bağ, evliliğin temellerini sağlamlaştırır. Sevgi dilinden ödün vermeyen çiftler, ilişkilerinde birbirlerine karşı daha anlayışlı ve sabırlı olurlar. Sorunlar karşısında sevgi, bir köprü görevi görerek çiftlerin sorunları birlikte aşmalarına yardımcı olur. Sevgi dili iletişimi güçlendirir, empatiyi artırır ve çiftlerin birbirlerine daha fazla destek olmasını sağlar. Evlilikte sevgi dilinin azalması veya kaybolması, ilişkideki diğer sorunları da beraberinde getirir ve çiftlerin birbirlerinden uzaklaşmasına neden olur. Bu nedenle, sevgi dili evliliğin sürdürülebilirliği açısından en önemli unsurlardan biridir.

 

Evliliği kutsal kılan bilinç, her çift için evlendiği gün doğduğu evden ayrılır ve gerçek hayatına o gün kavuşur. O günden itibaren, eşinizle olan ilişkiniz hayatınızın merkezine oturur. Artık eşiniz hem aileniz, hem koruyucunuz, hem çocuklarınızın annesi veya babası, hem en yakın arkadaşınız, hem de aşkınız ve sevgilinizdir. Ona karşı iyi davranmak, evliliğin kutsallığına uygun bir şekilde hareket etmek, hayat felsefesinin merkezine oturmalıdır. Çiftler hayatları boyunca birbirlerine iyi davrandıklarında, hayatın anlamını ve lezzetini tam anlamıyla hissederler.

 

Evlilik kuralları, hem dini hem de medeni ölçülerle her toplumda özel yasalarla yasallaştırılmıştır. Tüm dünyada, evliliğin içeriğini doldurmak, çiftlerin karşılıklı fedakarlıklarına bağlıdır. Tek taraflı evlilikler yürümez ve olumlu sonuçlar vermez. Uyumsuz çiftler, sevgi dilini geliştiremezler; bundan dolayı da sağlıklı nesiller yetiştiremezler. Huzursuz evliliklerde büyüyen çocuklar genellikle travmatik bir şekilde yetişirler. Hz. Muhammed (S.A.V.) bir hadisinde “Evlilik, dinin yarısını tamamlar” demektedir. Evlilik kurumu, dünya nimetlerinin geçici olduğunu bilerek yaşamak, geçici cazibelere kapılmadan hayatın zorluklarına değil, güzelliklerine odaklanmaktır.

 

Evlilik kolay değildir. Ancak, birbirini anlayan ve saygı duyan çiftler, tüm zorlukları aşmayı ve birlikte başarma sanatını yaşamayı başarırlar. Hayatın zorluklarını kolayca aşabilir ve güzelliklerine odaklanabilirler. Gerçekten mutlu bir evlilik, Allah’tan korkan ve sevgi diline sahip bir partnerle mümkündür.

 

17 Temmuz 2024

Helsinki

M. Abdurrahman Koyuncu

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.