39,4360$% 0.53
45,6595€% 0.77
53,6235£% 0.73
4.341,44%0,31
3.415,92%-0,41
9.311,88%-2,19
15 April 2025 Tuesday
**İman **mutluluğun anahtarı; mutlu bir bakış imanın muhafazasıdır. Hüzün deryalarında bocalayıp boğulanlar gelecek neslin dimağlarına pozitif bir enerji veremezler. Stres hormonları ile hayatları tüm varlıklarına rağmen çekilmez hale gelen günümüz insanı **Allah **dostlarının kâinata baktığı gibi yeniden iman tazelemedikçe iki cihanda mutlu ve bahtiyar olamaz.
İnsanın mutluluğu yakalaması için birçok sebebi bir araya getirmesi gerekir. Bu sebeplerin başında her şeye doğru bir bakışın kazanılması gelir. Düşüncede yakalanan mutluluk dinamikleri hayatımızı anlamlı kılmada büyük bir adımdır. Beni mutlu veya mutsuz kılan şey benim düşüncelerimdir. Eşyayı vesair tabiatı anlamlandırırken bana yön veren bu düşüncelerimdir. Hayata bakışı güzelleştirecek bir düşünce mantığı kazanabilirsek her halimizi mutluluğumuza vesile kılabiliriz. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. İhtişam baktığın şeyde değil bakışındadır.
Bir pazar günü farklı yerlerde oturan iki aile arabalarına atlamış, altında çeşme bulunan bir çınar ağacının altında piknik yapmak üzere yola koyulmuşlar. Yemyeşil çınarın gölgesinde, şarıl şarıl akan çeşmenin yanıbaşında, rüzgarın salladığı yaprakların hışıltısı eşliğinde güzel bir piknik yapma neşesi hayallerini süslemiş; bir mutluk kaplamış içlerini. Birinci aile çınara vardığında ne görsünler dev çınar kurumuş kupkuru biçimde ortada duruyor. Adam sinirle arabadan inmiş. Pikniğimiz mahvoldu diye söylenmeye başlamış. Hanımı her ne kadar bir şey olmaz, bak çeşme var, gölge var, yeşillik o kadar önemli değil dediyse de adam bir türlü rahatlamamış. Hiçbir zevk almadan ve çocuklarına da sıkıntı vererek eve dönmüşler. Onlardan biraz sonra diğer aile ulaşmış aynı mekâna.Onlarda çınarın kuruduğunu görmüşler ancak bunu hiç sorun etmemişler. Kilimlerini sermişler ağacın gövdesinin gölgesine, çeşmenin önüne çocuklar oynasın diye taşlardan küçük bir havuz yapmışlar, çocuklar gülüp oynamışlar, kurumuş dallara çıkıp fotoğraf çekmişler. Akşam mutlu ve neşe içinde eve dönmüşler. Birinci aile akşamı yorgun ve mutsuz geçirirken diğer aile hala pikniğin neşesini yaşıyordu.
İnsanın mutlu olması için şartları beklemişi çok yanlıştır. Bulunduğumuz şartları doğru değerlendirirsek, her hal ve şartta hayat ışığımızı kaybetmeyiz. Zindanlar bazen gül gülistan bahçelerden daha mutlu bir ortama dönüşe bilir. İnsanı mutlu kılan şey sadece maddi unsurlar değildir. Maddiyat önemlidir ancak maddiyatı anlamlı kılan şey bizim ona yüklediğimiz manadır. Kuru bir ağaç birini mutlu kılarken diğerini mutsuz kılıyorsa bu onların düşünceleriyle ilgilidir. Ağaç aynı ağaçtır. Yıllarca zindanlarda hayat sürenler “Milletimin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” demişlerdir. Yine “siz benim bedenime işkence ediyorsunuz; ben kalbimde cenneti yaşıyorum.” diyerek her zorlukta mutlu olma yolunu göstermişlerdir.
Mutluğun gelmesini beklemek yerine mutlu olmaya çalışmak en doğrusu. Ama insan nefsine söz geçiremiyor.Kendini yönetemiyor.Ufak şeylerden mutlu olmayı bilmiyor. Takdiri ilahiyi unutuyor. Hâlbuki hayır bize verilende. Kim bilir **Allah**, bize verdiğinde çok hayır var etmiş olabilir. Bakın Allah Resulü dikkatimizi bu noktaya çekiyor ve şöyle buyuruyor: **Allah**’ın kendisi için takdir ettiğine razı olan mutlu olur. **Allah**’tan hayır istemeyi terk eden ve** Allah**’ın kendisi için takdir ettiğine razı olmayan kimse mutsuz olur (Tirmizi).
Çoğumuz elimizdekine güzel bakıp onu değerlendireceğimize ulaşamayacağımız şeyleri düşünüp mutsuz oluruz. Evimizin önündeki gül bahçesine bakıp mutlu olmak varken uzaklarda tılsımlı gül bahçelerini hayal edip mutsuzluğa doğru yöneliriz. Güç bizde, düşünce bizde, öyleyse mutluluk için bu gücümüzü kullanıp mutluluğu yakalayacak bakışı elde etmeye çalışmalıyız.
Unutmayalım: Kuru soğan ve ekmek yiyen bir kadın mutlu, ama bir fabrikatörün hanımı bolluk içinde mutsuz olabilir. “Güzel bakan güzel görür, güzel gören, güzel düşünür, güzel düşünen, hayatından zevk alır.”
“Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.” (Fatır 34).
Yüce Allah, varlıklar içerisinde insanı mükemmel ve şerefli bir şekilde yaratmıştır. Bu bakımdan insan, saygı ve hürmete layıktır. Her insan, farklı bir yetenek ve değişik bir yapıda yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz böyle takdir etmiştir. Her şeyin, hikmet perdesi altında cereyan ettiği bu dünyada acıyla tatlı, iyiyle kötü, hayırla şer iç içedir ve fiziki güzellik, hastalık, sağlık, zenginlik, fakirlik gibi durumlar bir imtihan vesilesidir. **“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” **ayeti bizlere bu hakikati hatırlatmaktadır. Allah Teâlâ’nın bazılarımızı bedensel ve zihinsel engelli yaratması asla bir ceza değildir. Bütün bu sıkıntılara sabredenlerin mükâfatı elbette ki çok büyüktür.
İnsanın, başına gelen her türlü musibeti, sabır ve rızayla karşılaması, şükürle hayatını devam ettirmesi dünyada huzur, ahirette ise cennet gibi bir mükâfat vesilesidir. Bu gerçeği Hz. Peygamber şöyle haber vermektedir: Allah Teala bir kudsi hadiste: **“Ben kulumu -iki gözünü kast ederek- iki sevgilisini almakla imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona Cennet’i veririm.”** Buyurmuştur.
Yine kişinin sahip olduğu özrüne sabır ve şükürle karşılık vermesi durumunda cenneti kazandığını şu örnek çok güzel şekilde ortaya koymaktadır: Bir kadın Hz. Peygambere geldi ve, “Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua edin” dedi. Hz. Peygamber de, “_İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim_” dedi. Bunun üzerine kadın; “O halde (hastalığıma) sabredeceğim. Ancak üstüm başım açılıyor. Üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz” dedi. Peygamber (a.s.) de, Ona dua etti.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v. şöyle buyurur:**“Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat, hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına kefaret kılar.” **Bu durumda engelli kardeşlerimizin sabretmeleri hayata küsmemeleri aksine daha sıkı tutunmaları gerekmektedir.
Engellilik hali, insanın temel fonksiyonları açısından eksiklik olsa da, insanî ve imanî yönden bir kusur değildir. Allah, insanları fizik yapıları, engelli veya engelsiz oluşlarına göre değil iman, ahlak, takva veya inkâr, isyan ve zulüm açısından değerlendirir. Allah katında en üstün insan en muttaki insandır. **“Sizin en değerliniz takvada en ileri olanınızdır**.”Ayeti ve **“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat kalplerinize ve amellerinize bakar**.” Hadisi bu durumu ifade etmektedir.
Öyle ise hem engelli için hem bizim için hayat bir imtihandır. İnsanın bulunduğu her mekân, her hal ve durum imtihan sahasıdır. Bizleri imtihana tabi tutan ise, bizleri yaratan Rabbimizdir. Kişinin bulunduğu konumda başarılı olup olmadığı imtihan sonucu ortaya çıkacaktır. Böylece doğru ile yanlış, haklı ile haksız, iyi ile kötü, inançlı ile inançsız belli olacaktır. Sınavını başarı ile verenler ödülü kazanacaklar, cennete gideceklerdir.
Bu imtihan sürecinde kullardan istenen şey Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. Yani imandır. İman sabır ve şükür ile desteklenirse engel ne kadar büyük olursa olsun Rabbimizin inayetiyle aşılacaktır. Engelimiz aslında aşıldığı zaman arkasında cennete kavuşacağımız bir dağ gibidir. Bize düşen o dağı aşmak ve cennete ulaşmaktır.
Konfüçyüs, öğrencileriyle birlikte Thai dağının eteklerinde gezinirken ağlayan bir kadın görür. Öğrencilerinden biri, kadının neden ağladığını sorar. Kadın:”Çok acı çekiyorum. Bu çevrede bir kaplan var. Önce kaynanamı parçaladı ve yedi; sonra kocamı, sonra da oğlumu öldürdü.”der. Konfüçyüs söze karışır ve “öyleyse neden başka yere gitmiyorsun” diye sorar. Kadın şu ilginç cevabı verir: “Çünkü burada insanlara baskı yapan bir devlet yok.” O zaman bilge Konfüçyüs öğrencilerine şunları söyler:
“Kadıncağız haklı çocuklarım. Baskı yapan devletler, kaplanlardan daha korkunçtur. Bunu unutmayınız.”
Hiç şüphesiz Konfuçyüs’un belirttiği baskıcı devletlerin insanoğlunun hayatını tehdit etmemesi için bugün önemle üzerinde durulan konu hukukun üstünlüğüdür. İnsanların, adalet ve barış içinde yaşaması için, hukukun üstün bir kabul ile toplum hayatına egemen kılınması gerektiği artık tartışma götürmez bir gerçek olarak dile getirilmektedir.
Tarihsel olarak ilk toplumlara kadar götürülmesi mümkün olan hukukun üstünlüğü fikri, insanoğlunun, yöneten hakim güç ile ilişkilerinin hakkaniyet üzerine oturtulması açısından büyük önem arz eder.
İnsanın hakkını alma mücadelesi ve hukuka uygun muamele görme isteği, sürekli var olagelmiştir. Bugün de dünya bu noktada iki kesime ayrılmış bulunuyor. Bunlardan birisi, demokratik barış bölgesidir. Öbür bölgelere göre parlamenter demokrasileri içine alan ve bir tür güvenlik topluluğu oluşturan bu bölgede, ulusal güvenlik hesapları, askeri güç ve savaş, siyaset araçları olmaktan çıkmış; toplumsal barış kural haline gelmiştir. Dünyanın kalanı ise, anarşinin hüküm sürdüğü, savaş, açlık ve hukuksuzluğun kıskacına sıkışıp kalmış bir bölgeyi oluşturmaktadır. Darbeve devrimi erin, iç ve uluslararası savaşların, iç katliam ve kanlı bastırma hareketlerinin girdabına kapılmış olan bu bölgelerde, hukuk ve istikrar boş sözden ibarettir. Hukuk, bu bölgelerde güçlünün tekelindedir.
Hukukun hâkim güçlere hizmet eden bir mekanizma olmaktan çıkarılması insanın adalet içinde yaşaması için önem arz eder. Nitekim hukuk, tüm hak ve özgürlüklerin düzenleyicisi ve aynı zamanda güvencesidir, insanlığın gelişimi bir anlamda hukuk düzeni sayesinde olmuştur. Çünkü insani an bir arada tutan, onları ortak bir yaşama bağlayan hukuk, toplumun bir bütün içinde ilerlemesinin de güvencesi olmuştur. Bu nedenle hukukun özgür bir biçimde, tüm çıkar ve menfaatlerin üzerinde toplum hayatında değer ifade etmesi neticesi ancak toplumlar baskı ve kargaşadan uzak bir yaşam sürebilirler.
Toplumsal hayatın İnsanî sorumluluğu karşılayacak biçimde organize edilmesi önemlidir. Toplumun örgütlü şekli olan devletin milletin istek ve ihtiyaçlarını karşılayacak, ona özgür bir ortam sağlayacak biçimde düzenlenmesi hukukun üstünlüğü ilkesinin temel hedefi olduğuna göre, bu konuda atılacak her adım insanlığa hizmet sayılabilir.
Adalet isteği üzerinde insanlık genel bir kanıya varmış iken, adalet söylemli çıkışların sonunda kendilerinin adaletsiz uygulamalar gerçekleştirmesi, insanların ümit ve hayallerini karartmıştır. Bu nedenle hangi hukuk mantığı ile adalet yapacağı çok büyük bir öneme sahiptir. Hukukun üstünlüğünün hangi hukuk ilkeleri ile temin edileceğini ortaya koymak adaletin gerçekleşmesinde önemli bir adımdır.
Bu günün insanını bu bağlamda ele aldığımızda kaçta kaçı acaba hukuki bir bilinç kazanmıştır. Sık sık Batılı resmi kurumlar tarafından dile getirilen demokrasi, insan haklan ve hukukun üstünlüğü gibi değerler, sadece Batılı toplumlar için düşünülmüyorsa yeni dünyanın şekillenmesinde büyük rol oynayabilir. Ancak bir gerçek ki İslâm dünyası bu değerlere samimi bir katkı vermediği sürece bunlar büyük güçlerin birer siyaset aracından öteye bir fonksiyon icra edemeyecektir.
İşte bundan dolayı, bütün sosyal ve siyasal meselelerin çözümünün kendisine bağlı olduğu hukukun üstünlüğü kavramının ivedilikle gündeme alınması ve gündemde tutulması gerekir. Hukuk her zaman herkese lazımdır. Öyle ise herkes hukuku savunmada kararlılık göstermelidir.
————————-
1Çeçen, Anıl, İnsan Haklan, Gündoğan Yayınlan, Ankara 1995, s. 219-220
2Bulaç, Ali, Din Devlet ve Demokrasi, Zaman kitap-yaym, İstanbul, 2001,s. 12
İnsanoğlunun yapısı yalnız düşünüp, karar verme üzerine kurulmamıştır. Karar verme sürecinde fikirlerin birlikte değerlendirilmesi, en sağlam yoldur. Buna **istişare** veya** danışma** denir. Danışma fikirlerin ve tecrübelerin paylaşımından yeni fikirler veya eylem kararları çıkarma sürecidir. Bizzat vahiy alan bir Peygambere “İş için onlarla istişare et, onlara danış. Bir kere karar verdin mi Allaha dayan…”(Ali İmran- 159) emrinin verilmiş olması bu sürecin ne kadar önemli olduğu ve Allah tarafından ne kadar önemsendiğini gösterir. Allah Peygamberine her şeyin neticesini haber verebilirken bu yolu tercih etmiştir.
Yine “Müslümanların işlerinin kendi aralarında istişare ile olduğu” (Şuara 38-39) ayeti de bu sürece çok büyük bir önem vermemiz gerektiğini ortaya koyar.
Hz. Peygamberin(s.a.v.) “ümmetim hiçbir zaman dalalet üzerine birleşmez” müjdesini sağlamak için kararların ümmetin akıl ve basiret sürecinden geçirilmesi gerekir bu da istişare sürecidir. Yine “İstişare eden pişman olmaz” diyen Hz. Peygamberin istişareyi nazarlarımıza kuvvetlice yansıttığını görmekteyiz.
Büyük devlet adamı Ömer b. Abdullaziz’in “**danışma** rahmet ve bereket kapısıdır.** Danışan** bir akıl yolunu şaşırmaz” sözü, Halife Mansurun “danışmaktan daha kuvvetli destek yoktur” beyanı tarihi tecrübelerinde danışma ve istişareyi önemle tavsiye ettiğini göstermektedir.
İnsanlığın tecrübe süzgecinden binlerce kez süzülerek bir güneş gibi dimağlarımızı aydınlatan atalarımızın şu sözleri de danışma ve istişareyi ısrarla tavsiye etmektedir. “Akıl akıldan üstündür”, “Bin bilsen yinede bir bilene danış”, “Akıllıya danışırsan aklı senin olur”, “Danışan dağdan aşar, danışmayan ovada şaşar”, “Danışmakla doğruya varılır, fikrini beğenen yanılır”, “Meşveretsiz yapılan işten hayır gelmez.”
Tecrübeler pahalıdır. Onlar pahalıya mal olduğu için aynı bedeli ödememek için tecrübeliden ısrarla istenmelidir. Lokman Hekim ne güzel söylemiş; “İşleri denenmiş kimselere danış. Zira omlar kendilerine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedavaya verirler.”
Her başarılı insanın bir istişare mantığı vardır. Bunu sağlayamayan insanlar bu büyük güçten mahrum oldukları için zayıf sayılırlar. İstişare- danışma çevresini başarıyla oluşturup bu süreci gerektiği zaman, en kısa sürede devreye sokanlar en akıl almaz işler karşısında, en büyük felaketler karşısında yenilgiye daha az düşerler. Bünyeleri sağlam, işleri koruma altında olur.
Danışmak erdemdir ve başarının sigortasıdır. Zira hiçbirimizin aklı hepimizin aklından üstün değildir. İstişare yeteneği, danışma erdemine sahip insanlar hepimizin aklından faydalanarak hareket ettikleri için daha güçlü ve daha başarılıdırlar.
Tüm bunları göz önüne aldığımız zaman istişare/ danışmanın ilahi bir emir olduğu, istişare edenin karşıdaki kimsenin fikrini ve tecrübelerini dayanak ettiğini. Böylece nefsi subjektif yanılgılara karşı dayanıklı hale geldiğini, tarihin engin tecrübesini boşa atmayarak, pahalıya mal olmuş şeyler için aynı bedeli ödemeden bedava mal edildiğini ve yanılma payının en aza indirerek sağlıklı kararlar verilmiş olmayı sağladığını söyleyebiliriz.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.