“Övülmekle yerilmek, kazanmakla kaybetmek, nazarında eşit hale gelinceye kadar, nefsinle mücadeleye devam et.” (Yunus Emre)
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Ameller ancak niyetlere göredir. Her kişi için, ancak niyet ettiği şey vardır…”
Büyük hadis âlimi Ebu Davud, bu hadis-i şerifin, dinin esaslarının dörtte birini ifade ettiğini söyler. Niyet hadisi, Efendimiz’in az sözle çok mana ifade eden (cevami’u’l-kelim) hadislerindendir. Böyle geniş ve kapsamlı manaları muhtevi bu hadis-i şerif hakkında Süyuti’nin müstakil bir eser kaleme aldığını zikretmek, bu makalenin, kastedilen geniş manaları ifade iddiasından ne kadar uzak olacağını göstermeye kâfidir. Bir makale çerçevesinde, geniş manalar ancak son derece ihtisar edilerek verilebilir… Meşhur olan görüşe göre hadisin sebeb-i vürudu (yani Resûlullah’ın bu sözü hangi vesileyle söylemiş olduğu), Mekke’den Medine’ye hicret edildiği dönemde, bir kadınla evlenebilmek için hicret eden bir kişinin durumuyla irtibatlandırılsa da, yalnızca bu hadiseye münhasır değildir. Çünkü Resûlullah’ın (s.a.v.) ifadesi umumi olup, bütün Müslümanlar için genel-geçer bir kaideye işaret buyrulmaktadır.
Hadis-i şerifin mefhumu şudur ki; yapılan bir işte, niyet, Allah rızası olmadıkça, ihlâsa riayet edilmedikçe, o işten tam ve arzu edilen istifade mümkün olmamaktadır. Peki, nedir ihlâs? İhlas: Yaptığı işi-ibadeti-hayrı-hasenatı ve saireyi, insanlar beğensin ve takdir etsin diye değil, Allah beğensin diye yapmaktır! O halde bu noktadaki toplumsal hastalığı görebiliyor muyuz?! Zaman zaman bazı insanların, yaptıkları en ufak bir hayır-hasenattan ötürü övülmeyi ve bununla orada burada anılmayı o kadar çok arzu eder halde olduklarını ve sanki yaptığı hayrı Allah’ın bilmesi yetmezmiş gibi, kırk yerde kırk ayrı kişiye anlatsa, kırk mahfilde övgüyle ilan edilse, o kadar çok memnun olduklarını ve insanların gözünde büyümekle kendilerini kazançlı zannettiklerini müşahede ediyoruz! Nerede kaldı ihlâs! İşte, bu tür tavırlar, Allah’ın değil, insanların rıza ve takdirlerini hedefleyenlerin şe’nidir. Sonuç itibariyle ise insanın eline “asıl hedeflediği şey” ne ise, o geçecektir. İyi bir niyet, duru bir niyet, yapılan işte sadece Allah’ın takdir ve rızasının hedeflendiğine alamettir. Fakat kötü bir niyet, bulanık bir kasıt, camide namaz kılıyor olsa bile, Allah’ın değil, insanların takdirlerini hedeflediğine alamettir. Bu nasıl olur? Hayırlı ve sevaplı bir iş yapıyor olduğu halde, aklında hep, “İnsanlar acaba benim için ne düşünüyor? Acaba camiye yaptığım yardım hakkında konuşuyorlar mı? Acaba falanca fakire yardım ettiğim, filancanın elinden tuttuğum vs… biliniyor mu?” gibi, türlü düşünceler kafasının içinde cirit atıyorsa, o insan Allah’ın rızasını değil, insanların takdir ve iltifatlarını hedeflemiş demektir. Kazanma kuşağında kaybetmek bu olsa gerektir. Camiye giderken Allah’a poz vereceksin, insanlara değil! Yoksa camiye yaklaştığın zannıyla adım adım cehenneme yaklaşırsın farkında olmadan! Hayır yaparken Allah bilsin yeter, insanların bilmesine lüzum yok! —“Allah kabul etsin, biz de şöyle şöyle yardımlarımızla hayır işlerine katkıda bulunmaya çalışıyoruz” türünden cümlelerle kendini anlatma! Sen Allah için yapmamış mıydın? Peki niçin insanlara anlatıyorsun ki, Allah biliyor ya, yetmez mi? Birisi Allah için nefsini paspas yapıp, camileri imar etmek için dilenmeyi bile onur sayarken; bir başkası da, “Ayağıma gelecekler, ayağıma…” türünden hezeyanlarla, malının altında ezilerek paspas olur! Bunlarla insan kendini yüceltmez, ancak küçültür ve bunlar ancak ufak hesaplar peşinde koşan ufak insanların işidir. O halde şu duayı dilimize dolayalım: “Allah’ım, beni insanların gözünde büyük eyleyip de, Senin nazarında küçük eyleme!” (âmin!)
İmam Nablusi diyor ki: “Haramların iyi niyetle yapılması, bunları haramlıktan çıkarmaz. İyi niyet, haramlara ve mekruhlara tesir etmez. Bunları helale çevirmez.” Yani bir insan iyi niyetle (mesela arkadaşını kırmamak için) kumar oynasa, içki içse, o iyi niyet, oynadığı kumarı-içtiği içkiyi haramlıktan kurtarmaz. Bir hadis-i şerifte, “Allah’a isyanda mahlûkata itaat yoktur.”buyrulmuştur. Yine bir kimse, çaldığı para ile sadaka verse yahut haram para ile okul, cami yaptırsa, bunlara sevap verilmez. Bunlara sevap beklemek cahillik olur.
——————– —————– ————- —————
Hamiş 1: Namaz kılışına hayran kalmışlardı… “Şuna bak, ne güzel kıyam, ne güzel rükû yapıyor!” Bizimki de bunları duydukça koltukları kabarırmış meğerse. “Şu secdeye bak, ne kadar da mükemmel yapıyor değil mi!..” Namazdayken, onların kendisi hakkında söylediklerini işittikçe, bizimki en sonunda dayanamayıp, namazını bozarak şöyle demiş: “Aynı zamanda oruçluyum da!..” (Bal gibi tatlı bir ibadet, riya ile böyle zehirlenir.)
Hamiş 2: Namaz kılıyordu.. Bir hışırtı duydu.. Birisinin geldiğini düşünerek, daha bir dikkatli kılmaya başladı.. Hışırtı tam arkasından geliyordu… Fakat, kim olduğunu görememişti.. Neyse.. Olsun.. O biraz daha dikkatli ve özenerek kılıyordu şimdi… Neden sonra namazını bitirdi ve büyük bir merakla arkasına döndüğünde, kum yığınında eşelenen bir köpek gördü! (Allah’a taptığını “zannetmek”!)
Hamiş 3: Bir gram ihlâslı amel, tonlarca ihlâssız amelden yeğdir. Aynen, bir gram elmasın, bir kamyon kömürden kıymetli olması gibi..