Sararan yapraklar güz mevsiminin habercisi. Yine müthiş bir deveran var kâinatta. Yazdan kalan muazzam bir sergi, muazzam başka bir sergiye bırakıyor yerini usulca. Sani-i Zülcelal her mevsim kusursuz sanatını sergilediği bir sergi ile lütuflandırıyor kullarını. Göz kamaştırıcı sergisinde sarı turuncu kırmızı yeşil tonları hâkim bu sefer. Her sergisinde, sayısını bilemediğimiz birçok mektup gönderiliyor insanoğluna. ‘’ Şüphesiz göklerde ve yerde müminler için Allah’ın kudret ve hikmetine dair çok deliller vardır.’’ (Casiye, 3) fermanındaki Rabbimiz tarafından muhatap alınmanın heyecanı gönüllerimizde. Tek başıma okuyabilir miyim bu mektupları, okusam da anlayabilir miyim, anlasam da bu asır da uygulayabilir miyim?
Bu asır ki İnsanlığın İftihar Tablosu’nun gayb-aşina gözü ile on dört asır öncesinden haber verdiği zaman, ahir zaman. Hz Ömer ile kırılmıştı fitne kapısı ebediyen kapanmayacak bir şekilde ve fitneler denizin dalgaları gibi sarmıştı her yanı. Bu asır ki zalimin zulmü hüküm sürmekte, masumlar mazlum ve mağdur… Ah Faruk-u Azam, Hz Ömer (r.a) nerdesin? Ne kadar da muhtaç sinelerimiz adaletine…
Hz. Ömer ki adaleti Senden öğrendi Efendim(s.a.v). Hz. Ömer’i ki cahiliyeden kurtarıp adalet timsali yapan Senin tebliğindi. Buyuruyorsun bu zaman hakkında, ‘’ Şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların haline. İnsanlar mümin olarak sabahlarda akşam kâfir oluverirler. İnsanlar dinlerini küçük dünya menfaati karşılığında değiştiriverirler. İşte öyle bir zamanda dinlerinde sabit kalabilenler ellerinde bir kor ateşi tutanlar gibidirler.’’ (Müslim, İman 186 ). Ürperiyorum, bugün halim nice olur Ey Efendim, sarsılmadan nasıl yürüyebilirim yolundan, Senin yolunu vesile kılarak nasıl ulaşabilirim Rabbim’e. İman kor bir ateş gibi yakmakta avucumun içini zorlanıyorum, kime tutunurum, ne yaparım? Yine yetişiyorsun imdadıma, Sen ki Şefkat Peygamber’i, buyuruyorsun: ‘’Ashabım yıldızlar gibidir, hangi birine tutunursanız hidayete erersiniz.’’ (Beyhaki, el-Medhal, s 162-3). Mekke’nin cahiliye devri beliriyor gözümde… Ahh Ebu Cehil’ler ölmedi Efendim(s.a.v.) bu zamanda da hüküm sürmekte. Bizlere de Bilal-i Habeşi(r.a) olmak düşer öyleyse, öldürücü işkencelere rağmen dininden dönmeyen. Mus’ab Bin Umeyr (r.a) olmak düşer, bütün dünya nimetlerini elinin tersiyle itip Efendimiz(s.a.v)’in huzuruna koşan. Hz. Hatice(r.a) olmak düşer maddi manevi tüm varlığını Allah yolunda düşünmeden infak eden, sofralar hazırlayan, misafirler ağırlayan… Boykot yıllarında verdiği son nefesinde dünya zenginliği namına elinde hiç bir şey kalmadan, açlıkla Rabb’e yürüyen… Olamasak da yıldızların gibi ey Efendim(s.a.v), bize de bu yolda Kabe’ye gitmeye çalışan karınca misali gayret etmek düşer.
Ey Efendim(s.a.v), ‘’Kardeşlerim’’ diye buyuruyorsun yine bir hadis-i şerifinde; ‘’Kardeşlerimi çok özledim.’’ Seni görme bahtiyarlığına ulaşmış gıpta ile baktığım ashabın ‘’Ey Allah’ın Resulü, biz senin kardeşlerin değil miyiz.’’ diye soruyorlar. Sen şöyle buyuruyorsun: ‘’Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise sonra gelecekler. Beni görmeden iman edecekler.’’ (Müslim, 249). Su serpiliyor ahir zaman ateşiyle yanan yüreğime. Bizde Seni çok özledik Ey Efendim(s.a.v), ne kadar muhtacız şefkatine. ‘’Kardeşlerim’’ nidana mazhar olanlardan biride ben olur muyum? Layık olamasam da layık eyler misin ey Rabbim, o payeye ermeyi bana da nasip eyler misin?
Hüzünle eğilen başımı kaldırıyorum yerden umutla, yukarıda yazdan kalan masmavi pırıl pırıl bir gökyüzü, ‘’Üstlerindeki göğe bakmadılar mı onu nasıl yaptık, süsledik, hiçbir çatlağı yoktur.’’ ( Kaf,6) ferman-ı sübhaniyesini fısıldıyor kulaklarıma. Ve masmavi gökyüzünün üzerindeki birkaç beyaz bulutun arkasından tebessüm ediyor güneş, veda edercesine…
Akşam ezanına yakın ikindi vaktinin son demleri… Güneş guruba kaymakta, masmavi gökyüzü matlaşırken bembeyaz bulutlarda pembemsi utangaç bir kızarıklık. Birazdan Ezan- ı Muhammed’i okunacak, felaha ve kurtuluşa çağırırken bizleri günün bittiğinin de habercisi olacak. Ömür defterinden kopan bir sayfa gibi, sonbaharla beraber sararan yaprakların toprağa düşmesi gibi veda ediyordu bir gün daha.
Ilık bir sonbahar rüzgârı dokunuyor yüzüme şefkatiyle, Rüzgar ki vesile, Rabbim sarıp sarmalıyor şefkatiyle. Yere düşen yapraklara basmamaya dikkat ederken eğilip yerden alıyorum bir tanesini. Ey yaprak sende benim gibisin. Her birimiz Rabbim’in sanatını gösteren bir ayine-i Samedaniye. Sende vazifelisin benim gibi. Varlığımız Rabbimiz için, bütün varlığımızla Rabbimiz’i insanlığa duyurabilmek için. Sen de fanisin benim gibi. Sararıp yere düşüşünle ‘’Yeryüzünde bulunan her şey fanidir.’’ (Rahman, 26) İlahi fermanını haykırıyorsun duyamayan kulaklarıma. ‘’Baki olana teveccüh et.’’ diyerek devam ediyorsun: ‘’Ondan geldik ve yine O’na döndürüleceğiz.’’( Bakara S, 156). Baharda kurumuş ağaçtan filizlenmen de bir mucize, vazifeni tamamlayıp, sararıp dalından düşmen de. Vazifeli bir memur misalini görevini eda edip veda etmen de…
Zahirde küçücük bir yaprak bile nice mesajlar sunmak adına vazifeliyken bu dünya imtihanında, nasıl eşref-i mahlûkat olan insan vazifesiz başıboş olabilir? Her şey fani iken, nasıl olur da hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya meftun kalabilir? Dünya nimetlerinin sarhoşluğuyla nasıl olurda bu yerleri yoktan var edeni, kendisi dâhil her şeyin asıl sahibini Rabb-i Rahim’ini unutabilir? Rabb-i Rahim’in omuzlarına lütuf ve keremiyle koyduğu bu kutsal vazifeyi eda etmeyebilir? Şu elindeki yaprak gibi kâinatta binlerce hikmete binaen yaratılan her şey sana vazifeni hatırlatsın ey insan, tekrar tekrar unuttuğun vazifeni.
Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum. Rahman ve Rahim sıfatlarına sığınıyorum. Beni Sen’den uzaklaştıran her şeyden vazgeçerek Sana geliyorum. Başıboş değilim olamam, Sana hizmetkârım. Başka hiçbir şeyi değil, Senin rızanı istiyorum. Ahir zaman ateşiyle yanan bir kulunum, Sana muhtacım, Seni arıyorum. Allah’ım Seni bulan neyi kaybeder, Seni kaybeden neyi bulur?