36,0683$% 0.16
37,2336€% -0.11
44,7777£% 0.01
3.328,49%0,62
2.873,47%0,46
9.951,65%1,11
O’nun engin rahmetine açılan böyle bir kapının varlığı bile Allah’a binlerce hamd ve senayı gerektiriyor.
Tövbe, mücella dinimizin tarif ettiği ibadetlerin en efdali, kemalat makamlarını başlangıcı, ilahi hoşnutluğa ulaşmanın en parlak yoludur.
Diğer taraftan tövbe, kul olmanın bir tabiatı olan günahlardan arınmak için farz bir ibadettir. Her ibadetin kendine mahsus vakti olduğu halde, belli vakti olmayan bir ibadettir. Rabbinin hoşnutluğunu arayan herkesin, her anda, her durumda O’nunla gönül irtibatını tazelemesi için tövbe hazırdır.
Server-i Cihan Efendimiz’in (s.a.v) günde yetmiş veya yüz defa tövbe ettiğini bildirmesi, peygamberlerin dahi tövbeden uzak kalamayacaklarını izaha yetmektedir. O halde genç-ihtiyar, hasta-sağlam, âsi-itaatkâr bütün ümmet-i Muhammed tövbe etmekle mükelleftir.
İnsan kusurlu ve âciz varlıktır. Zâhirî ve bâtınî hallerinde arınmaya, temizlenmeye muhtaçtır. İmdada tövbe kapısı yetişiyor. Bu sayede kul her an yüzünü Hakk’a döndürebiliyor, ezeldeki ahid ve misakını tövbe ile tazeleyebiliyor. Ve tövbe eden, kusur ve isyanını görüp boynunu büken insanın, “Ey rabbim! Sen gafûr ve rahîmsin. Beni bağışla!” yakarışını yüce mevlâ çok seviyor.
Tövbe, âlemlerin rabbine giden ak-pak yolun kapısıdır. O kapıdan her girişte kalpler ferah ve itminan bulur, günah kirlerinden arınır. O kapı âlemlerin rabbinin hoşnutluğuna açılır.
Tövbe, kelime olarak “insanın dönüp gelmesi, rükû etmesi; günah ve isyandan dönüp Hakk’a yönelmesidir.”
Bu dönüşte herkesin hali farklı: Kâfir küfründen, mümin gafletinden, fâsık isyanından döner, yolunu Allah’a çevirir. Nice âsi kullar günahlara müptelâ iken, bu yolla kurbiyyet makamına ulaştılar, ümmet-i Muhammed’e örnek oldular.
Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet-i celilede tövbeyi ferman buyuruyor; Fahr-i Cihan Efendimiz (s.a.v) de daima günahlara tövbeyi emir ve tavsiye ediyor.
Tövbe hiç bekletilmeyecek kadar önemlidir. Mümine yaraşan ve ondan beklenen, yanılıp işlediği bir günahın ardından hemen tövbeye sarılmasıdır. Çünkü tövbe farzdır. Tövbe yoksa, sorumlu kalmak var. Bunun anlamı şudur: Bin defa tökezleyip düşsek de, bin bir kez kalkıp yola devam etme şansına sahibiz. İşte Allah’a giden yol bu kadar açık, bu kadar güzeldir. Ne büyük bir rahmet, ne büyük fırsat!
Tövbesiz kalmanın izahı ise şudur: Kul işlediği günahla bir harama girmiş olur. Eğer tövbe etmezse, geri dönmediğinden dolayı ikinci bir haram onu bekler. Bir günahı ikiye katlamak ya da geri dönüp o kirden yıkanmak… Hangisi tercih edilir?
Cenâb-ı Mevlâmız, tövbede acele etmemiz için bakın ne buyuruyor:
“Allah katında makbul olan tövbe o kimselerin yaptığıdır ki, onlar cahillikleriyle bir kötülük işlediklerinde, acele olarak tövbe ederler. İşte Allah böyle kimselerin tövbelerini kabul buyurur.” (Nisâ 4/17)
Günahtan pişmanlık duyup Allah’a yönelişteki bu aciliyetin en önemli sebebi, hiç şüphesiz ölümün her an gelme ihtimalidir. Düştüğü isyan ve hataların ardından Allah’a dönmemiş bir kul olarak O’nun huzuruna gitmek… Hangi mümin buna razı olabilir?
Aldığımız her nefes, kalbimizin her atışı bir fırsattır. O fırsatlar bitme noktasına gelince artık kapılar da kapanır. Rabbimizin ikazı çok açıktır:
“Yoksa kabul olunan tövbe, kötülükler yapıp edip de, içlerinden birine ölüm gelip çatınca, ‘Ben şimdi tövbe ettim’ diyenlerinki değil. Kâfir olarak ölenlerinki de değil. İşte öylesi kimseler için çok acı bir azap hazırladık.” (Nisâ 4/18)
Görülüyor ki, ölüm anına kadar Allah’a yönelişi geciktirip, tam o anda yapılan tövbe için artık çok geç…
Yapılan hataların, günahların bağışlanmasını istemekle birlikte, onları terketmek tövbenin hakikatidir. İbadet ve taatlerindeki noksanlıklara hakiki tövbe, onların kaza edilmesi gayretini gerektirir. Kul haklarına gelince, ancak helâlleşerek tövbenin hakikati tahakkuk eder.
Günahlarından dolayı rabbinden hayâ etmesi tövbekâr insanın özelliğidir. Yoksa dilde, sözde kalmış ve pişmanlık duyulmadan söylenmiş bir istiğfar cümlesi gerçek tövbe olabilir mi?
Tövbe kadar, tövbede sabit kalmak da önemlidir. Bunun en güzel yolu ise, Allah dostlarını şahit tutarak tövbe etmektir. Sonra onlarla beraber olmak, Hakk’a giden kervanda birlikte yol almaktır… Bu, gönlü Allah’a bağlı, ilmiyle âmil ulemânın, âriflerin terbiyesine girmek demektir.
Rabbimiz buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Samimi ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz.” (Tahrîm 66/8)
Bu âyette tavsif edilen tövbeye “nasuh tövbesi” denir ki, bir daha günaha dönmemek üzere yapılan tövbedir. Önemli olan da işte bu hali elde etmektir. Tam, kâmil bir tövbeden söz edeceksek, bu tövbe-i nasuhtur.
İşte bu noktada rabbânî âlimlerin yanında, onları şahit tutarak yapılan tövbenin önemi ortaya çıkar. Allah dostlarının yanına gidip, onların mânevî terbiyesinde ve kemâlâtlarının himayesinde, Allah’ın nihayetsiz rahmetini bile bile, o rahmetin gazabını kat kat aştığını idrak ede ede, O’nun cemâline talip olarak tövbe-i nasuha ulaşılır.
Her türlü ilim ve hünerde bir üstat-talebe ilişkisi nasıl gerekiyorsa, tövbe makamında da tövbesinde sabit olmuş temiz insanlarla hemhal olmak şarttır. Hangi ilim üstatsız, hangi sanat ustasız ele geçer? Tövbeyi hakkıyla yapıp, o hal üzere sabit kalma hünerinin üstatları da, peygamber vârisi ulemâ-yi izâm ve evliya-i kirâmdır. Bu zatlarla hemhal olanlar, tıpkı onlar gibi tövbelerinde sabit kalır, günah işlemekten hayâ ederler.
Yüce rabbimiz, her günahın tövbesini kabul buyuracağını beyan etmektedir. O halde yaptığı tövbenin kabul edileceğine dair müminin şüphesi olmaz. Onun şüphe ve endişesi, yaptığı tövbenin gerçek bir tövbe olmadığına dairdir.
Mümin tövbe edilmeyen bir günahtan rabbinin intikam alabileceğinin idraki içinde yaşar. Çünkü rabbimizin gazabı günahlar içinde saklıdır. Allah Teâlâ her şeye galip ve intikam alıcıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’de bunların misalleri bizlere bildirilmektedir. Binlerce yıl ibadet ve itaat eden İblîs, Hz. Âdem’e (a.s) secde emrine isyan ve bu isyanında ısrar ettiği; tövbe etmediği için ebedî olarak kovulmuş ve lânetlenmişti.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’in (a.s) oğlu da işlediği cinayete pişman olup tövbe etmediği için kovulmuştu.
Hz. Musa (a.s) devrinde yaşayan Bel‘am b. Bâûrâ, çok salih bir zat olduğu halde, sonradan haramlara meyletmişti. Fakat pişman olmadığı, tövbeye sarılmadığı için o da tardedildi. Hz. Nuh’un (a.s) oğlu da isyanında ısrar ettiği, tövbe etmediği için helâk edildi.
Hz. Peygamber (s.a.v) zamanındaki müşrikler, tarihte daha niceleri… Mukaddes kitabımız isyan ve günahlarında ısrarcı olan, tövbeye yanaşmayan ve bu sebeple de perişan ve helâk olanları bize haber vermektedir. Bize ve kıyamete kadar gelecek bütün insanlara… İbret için, yüzümüzü bir an önce Hakk’a dönmemiz için…
Kur’ân-ı Hakîm’de haber verilen bu bedbaht insanların hemen yanıbaşında bir peygamber vardı. Hatta o peygamber içlerinden birçoklarının yakın akrabası, kiminin de babası idi. Ama onlar helâk olmaktan kurtulamadılar.
Evet, Cenâb-ı Mevlâ’nın engin merhameti var. Fakat o rahmet deryasının kenarlarında dolaşıp, bir yudum içmekten imtina edenlerin nasibi ne olabilir? Hatası için özür dilemekten inat ve ısrarla kaçınanları kim affedebilir?
Oysa kapı açık. Can boğazda düğümleninceye kadar, kıyamet saatine kadar açık. Yeniden doğmak isteyenleri, yaşama şevkini yitirenleri, ebedî cennet yurdunu özleyenleri bekliyor. Ve o kapıdan girip geri dönmeyenler, bir kutlu yolculukta âlemlerin ve kalplerin sahibine doğru, gerçek vatanlarına doğru yürüyorlar.
Muhammed Saki ELHÜSEYNİ
Kaynak: HAYAT DENGEMİZ
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.