“Allah Nerededir?” Sorusu Ve Çağrışımları

“Allah Nerededir?” Sorusu Ve Çağrışımları

Geçmişte ve günümüzde ulûhiyete ilişkin en önemli hususlardan birisi “eyniyyet” yani Allah’ın nerede olduğu sorusudur. Zira insan bir varlığı tasavvur ederken onu mekan boyutunda düşünür; Allah var olduğuna göre O’nun da mekana ilişkin bir boyutu olmalıdır, der; ya da eğer durum farklı ise bunu nasıllığını anlamak ister.

Aslında kökü kadim zamanlara giden bu teolojik tartışma İslam inanç ve düşünce tarihinde ilk dönemlerden itibaren konuşulmaya başlanmış, itikadî ekoller konuyla ilgili zengin değerlendirmeler ortaya koymuştur. Kısaca ifade etmek gerekirse, Selefiyye alimleri Allah’ın, arşı istiva etmiş olarak semada olduğunu; Halefiyye diye anılan kelâm ekollerine mensup alimler ise Allah’a mekan izafe etmenin O’nu sınırlayacağını, dolayısıyla O’nun zâtı itibariyle mekandan münezzeh olduğunu belirtmişlerdir.

Esasında, “Allah nerededir?” sorusuna sağlıklı cevap verebilmek için ulûhiyetin mahiyeti ile “mekan” dediğimiz kategorinin mahiyetinin ne olduğuna bakmak gerekir. Her şeyden evvel ulûhiyet “zatî”dir, Allah “yaratılmışlar cinsinden bir varlık” değildir. O, yaratıcıdır, yaratılmamış olandır. Ayet-i kerimede ifade olunduğu üzere, “O, hiçbir benzeri olmayandır” (Şura 42/11). O, “alemlerin Rabbi, rahman, rahîm ve din gününün sahibidir” (Fatiha 1/1-4). “O, ehad yani tektir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan samettir, doğurmamıştır, doğrulmamıştır. O’na hiçbir şey denk olmamıştır” (İhlas 112/1-4). O, “yerde ve gökte olan her şeyin kendisini tesbih ettiği, mutlak güçlü (aziz) ve sonsuz hikmet sahibidir; göklerin ve yerin hükümranlığı O’na aittir, O hayatı veren, hayatı alandır, her şeye gücü yetendir. O evvel ve âhir, varlığı ile zâhir (açık), zatı ile bâtın (gizli), her şeyi bilendir” (Hadid 57/1-3).

“Mekan” adı verilen kategori ise -çok farklı yaklaşımlar olmakla birlikte, temelde belli bir sınırı olup eylemlerin gerçekleştirildiği uzay parçası demektir. Esasında mekanı zaman boyutu söz konusu olmaksızın düşünmek de doğru değildir. Nitekim felsefede bu iki kategori birlikte tartışılmıştır. Mekan nesnelerin var olabilme ve bilinebilme şartıyla ortaya çıktığı gibi başta zaman olmak üzere madde ve hareket gibi kavramlarla da sıkı sıkıya irtibatlıdır.

Felsefi tartışmalar ne olursa olsun mekan madde ile bağlantılı ise ve o, yaygın anlamıyla, belli bir çerçeve ile sınırlanmış uzaysal bir boyutsa “mahluk”tur, yaratılmıştır. Kendisi mahluk olmayan ve varlığı madde cinsinden bir varlık olmayan Yaratıcı’yı, bu anlamda bir mekanda düşünmek asla doğru değildir. Zira varlık, -ayette ifade edildiği üzere, “O’nun elindedir” (Mülk 67/1).

Burada önemli bir husus Allah ile alem, diğer bir ifadeyle Yaratıcı ile yaratılmışlar arasındaki ilişkiyi anlamak gerektiğidir. Alem Yaratıcı’nın eseridir, sanatıdır; eser ya da sanat sanatkarının maharetini, özelliklerini yansıtır. Sanatkar zatıyla değil sanatkarlığı ile sanatının içindedir. O halde Allah’ı uzayda bir mekanda tasavvur etmek sağlıklı olmadığı gibi uzayı ve topyekun varlığı Allah’ın sanatkarlığından yani isim ve sıfatlarının tecellilerinden halî görmek de sağlıklı değildir.

Selefiyye ile Halefiyye arasındaki farklılık, bir yönüyle, buradan kaynaklanmaktadır. Selefiler Allah’ın zâtının aşkınlığını düşünerek, “Allah her yerdedir” şeklindeki yaklaşıma karşı çıkmış, O’nun arşı istiva ettiğini, semanın fevkinde olduğunu söylemişlerdir. Halefiyye yani kelam ekolleri ise Allah’a mekan nispet etmenin O’nu sınırlayacağını, O’na bir bakıma hacim isnat etme anlamına geleceğini, ulûhiyetin ise sınırsız ve sonsuz olup bir mekana tutunmuş olmaktan münezzeh bulunduğunu kaydetmişlerdir.

Allah’ın semada ye da semanın üstünde olduğunu ifade eden Selefi alimler şu ve benzeri ayetlerle temellendirmede bulunmuşlardır: “Allah gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da arşı istiva edendir” (Hadid 57/4), “Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz?” (Mülk 67/16), “Onlar üstlerindeki Rablerinden korkarlar” (Nahl 16/50).

Kelam alimleri ise şu ve benzeri ayetlerle istidlalde bulunmuşlardır: “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadid 57/4), “Tasalanma, muhakkak ki Allah bizimle beraberdir” (Tevbe 9/40), “Doğu da batı da Allah’ındır; nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır” (Bakara 2/115), “Şüphesiz biz insana şah damarından daha yakınız” (Kaf 50/16).

Aslında Selefiyye ve Halefiyye’nin yaklaşımları bir gerçeği farklı boyutlarıyla dile getirme şeklinde anlaşılabilir. Allah hem aşkındır hem içkindir. Aşkınlığı itibariyle O “müteâl”dir, “bilinemez”dir, aklın mizanlarını aşan hüviyettedir. İçkinliği itibariyle ise “Karîb”dir, her şeye her şeyden daha yakındır, isim ve sıfatlarıyla her yerdedir; hatta daha doğru ifadeyle alem O’nun isim ve sıfatlarının tecellilerinden ibarettir.

Sonuç olarak Allah zatıyla mekandan münezzehtir, bütün mekan O’nun elindedir, arşı istiva etmiştir; ama özellikleriyle yani isim ve sıfatlarıyla, isim ve sıfatlarının tecellileriyle hey yerdedir, bize bizden daha yakındır. Tıpkı güneşin zatıyla ötelerde ama ışığı, ısısı ve öteki özellikleriyle hey yerde olduğu gibi. Madem Allah bize bizden daha yakındır, biz de imanımızla, amelimizle, tövbemizle, muhabbetimizle O’na yakın olma gayreti içinde olmalıyız. Ne mutlu böyle bir gayret içinde olanlara!

Dr. Ali İhsan ÇAY( aliihsan.cay@bedirhaber.com )

YORUM ALANI

Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.