İslâm tarihi boyunca âlimlerin Müslümanlar üzerinde büyük etkileri olmuştur. Bu durumun pek çok nedeni vardır. Bunlardan birkaçının üzerinde durmakta fayda görüyorum.
Bu sebeplerin ilkinin mukaddes kitabımız olduğunda şüphe yoktur. Zira, pek çok âyet-i kerime’de ilmin ve âlimin öneminin üzerinde ısrarla durulmaktadır. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” “Allah’tan hakiki olarak ancak alimler korkar.” “Her ilim sahibinden üstün başka bir ilim sahibi vardır.” Ayetleri çoğaltmak mümkündür. Ancak, bu kadarının yeterli olacağı kanaatindeyim.
İlmin ve âlimin öneminin üzerinde duran pek çok hadis-i şerif’de vardır. “Alimin abide üstünlüğü benim sizin en basitinize olan üstünlüğüm gibidir.” “Allah’u Teâlâ’nın kendisi, Melekleri, semavat ehli, yerdeki halk, deliğindeki karınca, denizdeki balıklar, insanlara iyiyi öğreten alime mağfiret duasında bulunur.” ” Bir âlimi yoldan çıkarmak, şeytana bin abidi yoldan çıkarmaktan daha zordur.” “Alim ne iyidir. Kendisine muhtaç olunursa faydası dokunur, kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır.” “Allah birisi için hayır murad ederse onu dinde fakih ( âlim ) kılar.” Bu kadar hadis-i şerif âlimi öderken elbette ki âlimler ümmetin üzerinde büyük bir nüfuza sahip olacaklardır.
Âlimler bilmektedirki, “Allah katında üstünlük ancak takva iledir.” Bu takvayı elde etmenin yoluda, Allah’a çokça ibadet etmekten geçtiğini iyi bilirler. Allah’a çokça ibadet etmenin sonuçlarından bir taneside kişiyi Allah’a sevdirmesidir. Bunu ifade eden bir ayet-i kerime, “İman edip salih amel işleyenler için, Allah, yeryüzüne sevgi indirir.” Bir hadis-i şerifte de; Allah celle celaluhu böyle bir ibadetin sonucunda bir kulunu sever. Kulunu sevince de Cebrail aleyhisselamı çağırır ve “ben falan kulumu seviyorum sende sev.” der. O da gök ehli içerisinde nida eder. ” Allah, falanı seviyor, ben de seviyorum. Siz de sevin.” Bunun sonucunda da o şahıs için yeryüzüne sevgi indirilir. İşte; asıl büyük saltanat ve insanların gönlüne girmenin asıl yolu. Böyle bir lütfa eren kutsiler halk nezdinde nüfuzun en büyüğünü elde etmiş olurlar.
Âlimler başlarına gelecek olan şeylerin ancak bir takdir ile olduğunu bilir. Bundan dolayı hiç kimseden korkuları yoktur. Bu sebeple Bediüzzaman hazretleri; “hakiki bir mümin kâinata meydan okuyabilir” demektedir. Ayrıca, başına gelecek olan hadiselere göstereceği sabrın ahirette ona büyük bir mükâfat olacağının idraki içerisindedir. Bu yüzden zalim bir idarecinin yanında da olsa diyeceklerini korkusuzca söylemekten çekinmez.
Bir Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz ( SAV ): “Âlimler, Peygamberlerin varisleridir.” buyurmaktadır. Bu ifade, âlimlerin omzuna büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Bu hadis, Peygamberimiz ( SAV ) ‘e vâris olmayı soyla sınırlandırmamıştır. Gerçek verasetin toplumsal olaylara Peygamberane bir bakışla, Kur’an ve Sünnet çizgisinde çözümler getirebilen gerçek âlimler olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum ümmetin üzerinde âlimlere karşı büyük bir saygı olarak karşılık bulmuştur. Müslümanlar tarih boyunca, “âlimin ölümünü âlemin ölümü” olarak algılamışlardır. Bu anlayıştan yola çıkarak âlimin hakaret görmesi âlemin hakaret görmesine eş tutulmuştur. Bunun sonucu olarak bu ümmet âlimlerine karşı hürmette kusur etmemiş devamlı gelip işlerini onlara danışmışlardır. Bu da âlimlerin halk üzerinde büyük bir nüfuzlarının meydana gelmesine sebep olmuştur.
Âlimlerin bu nüfuzu her zaman idarecilerin korkulu rüyası olmuştur.