AFFETMEK İNSANLIK GEREĞİDİR
Afüv, Allah Teala’nın güzel isimlerinden biridir ve kullarının günahlarını bağışlayıcı demektir. Kur’an-ı Kerim’de: “Kuşkusuz Allah afüvdür, ğafurdur (affedicidir, bağışlayıcıdır) buyrulmaktadır.
Rabbimiz; “(Ey Muhammed) (sav) af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir” (A’raf /199) ayetinde ”Affedici ol, insanlarla olan ilişkilerinde hoşgörülü ol, herkesin eksiğine kusuruna bakma. Kusurları bağışlamak, özür dileyenleri affetmek, önde gelen özelliğin olsun.
Ma’rufu emret. Örf, güzel ve faydalı olan her iş demektir. Dinin de aklın da iyi ve güzel olduğuna hükmettiği her şey ma’ruftur.
Cahillerden yüz çevir. Düşünmeden, duygularına göre hareket eden, usul ve adap bilmeyen, büyük ve küçük tanımayan, kendini bilmez, kaba ve saygısız insanlarla ilgilenme. Cahillerin ahmakça sözlerine, akılsızca işlerine karşılık verme” buyurmaktadır.
Peygamberimiz (sav), âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Gönderilişinin amacı insanları cezalandırmak değil, aksine onların dünya ve ahirette mutlu olmalarını sağlamaktı. Hiçbir zaman kendisine yapılan kötülüğe karşılık vermemiş, af yolunu tutmuştur. Hz Aişe (ranhe) şöyle diyor: “Peygamberimiz (sav) kendisi için intikam almazdı. Ancak Allah’ın yasaklarına uyulmadığında uymayanları cezalandırırdı.”
İnsanın gücü yeterken intikam almayıp affetmesi gerçekten büyük erdemdir. Resûlullah (sav), Mekke’yi fethettiğinde Mescid-i Haram’a gider. Kâbe’yi tavaf edip iki rek’at namaz kılar. Bu arada bütün Mekke halkı Kâbe’nin etrafında toplanmış, endişe ve korkuyla Efendimizin kendilerine ne tür bir muamelede bulunacağını beklemektedir. Evet Mekkeliler, Peygamberimize İslâm’a davetin ilk gününden itibaren her türlü eziyeti yapmışlardı. Üstelik canına ve malına da kastetmişlerdi. Şimdi ise Mekkelilerin hayatı Efendimizin iki dudağı arasındaydı. Herkes ondan geçmişin hesabını soracağını ve intikam alacağını beklerken, Rahmet Elçisi kalabalıklara doğru yönelerek: “Tıpkı Yusuf Peygamber gibi ben de ‘Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ diyorum. Gidebilirsiniz, hepiniz serbestsiniz” buyurdu ve affetmenin en güzel örneğini gösterdi. Kötülüğe iyilikle karşılık verdi. Nefret sevgiye, küfür imana dönüştü, dost-düşman farkı silinip yok oldu, iman kardeşliği gerçekleşti.
Peygamberimiz (sav)’e Taif ileri gelenlerinin yaptıkları Peygamberimiz (sav)’i çok üzmüştü. Hatta Uhud yenilgisinden çok Taiflilerin yaptıklarından etkilenmişti. Taif yolculuğu gerçekten acıklı bir yolculuktu. Peygamberimiz (sav) Kureyş’in adice saldırılarına uğramaya başlayınca Taif halkını uyarmayı ve onları doğru yola davet etmeyi düşündü. Kendisine ilk inananlardan Zeyd b. Harise’yi (r.a) alarak Taife gitti. Orada halkın üzerinde etkinliği olan Umeyr kabilesinin üç reisi vardı: Abd-i Yalil, Mes’ud ve Habib. Peygamberimiz ((sav)) bunları görerek onlara İslamiyet’i anlattı. Bunların olumlu cevabı halkın üzerinde etkili olacaktı. Bunlar çok ters cevap verdiler. Buna üzülen Peygamberimiz ((sav)) onlara: “Bari gelip görüştüğümüzü saklı tutunuz.” buyurdu. Bundan maksadı Mekke’liler bunu duyarlarsa inanmış olanlara çok eziyet edebilirlerdi. Ama onlar bunu da dinlemediler: “Bizim memleketimizden çık ta nereye gidersen git.” dediler. Taifliler yalnız bu sözlerle de kalmadılar. Kendilerine gelen bir misafire insanlık kurallarını çiğneyerek hakaret ettiler. Ayak takımını da toplayarak Peygamberimize (sav) hakaret için üzerine saldırttılar. Bunlar yolun iki tarafına sıralanarak Peygamberimizi (sav) taşa tuttular. Mübarek ayaklarını kaldırıp yere bastıkça sağdan, soldan atılan taşlarla ayakları kana bulandı. Ayaklarına değen taşların acısı yürümesine engel olup oturdukça, kendilerini zorla ayağa kaldırıp yaralı ayaklarına yeniden taşlar atarlar ve yüreklerin dayanamadığı bu hale eğlenip gülerlerdi. Peygamberimiz (sav)’in hayatında karşılaştığı en büyük eza bu olmuştur. Nihayet Peygamberimiz (sav)’in pek uzak sayılmayan akrabasından Utbe b. Rebia b. Abd-i Şems ile kardeşi Şeybe’ye ait bir bağa sığınmakla izlenmekten kurtulmuş oldu. Bundan on yıl sonra Müslümanlar tarafından Taif kuşatıldığı sırada Peygamberimiz (sav) şöyle dua etmişti: “Allah’ım, Taif halkına doğru yolu göster ve onları Müslümanlara ilhak et.” Acaba dünyada hoşgörünün bundan daha büyük bir örneğine tesadüf olunur mu? Sonuç olarak Taif’in ileri gelenleri Müslüman olmuş ve Allah’ın dinine boyun eğmişlerdi.
Peygamberimiz (sav) hoşgörülü ve affedici idi. Taif’den üzüntü içinde dönerken Mekke’ye iki konak mesafede bulunan Karn-ı Saalip denen yere geldiğinde kendisine Cebrail (as) gelerek: “Ey Muhammed, Allah, kavminin seninle ilgili söylediklerini şüphesiz işitti. Seni korumak istemediklerine de vakıf oldu. Allah, sana, şu dağların meleğini gönderdi, emrine amade kıldı. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin.” dedi. Bunun üzerine de dağlar meleği Peygamberimiz (sav)’e selam verdi. Sonra: “Ey Muhammed (sav), Cebrail (as)’in söyledikleri gerçektir. Sen ne istersen emrine hazırım. Eğer Ebu Kubeys ile Kayakan denilen şu iki dağın onlar üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve onları yerle bir etmesini istersen hemen emret.” dedi. O, gönlü insan sevgisi ve insanlara merhametle dolu olan Peygamberimiz (sav) cevap verdi: “Hayır, hayır, onu istemem. İstediğim odur ki Allah bunların soyundan, yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil yaratsın.” dedi.
Peygamberimiz (sav) , kendisini haksızlık ve adaletsizlikle itham etme cüretinde bulunan insanları cezalandırmamış, affetmiştir. Abdullah İbni Mes’ud (ra) anlatıyor: Huneyn Savaşı sonunda Peygamberimiz (sav) ganimet mallarını bölüştürürken bazı kimselere fazla verdi. Peygamberimiz (sav) ’in bu taksimdeki amacını anlamayanlardan birisi itiraz ederek: “Vallahi bu taksim, kendisinde adalet gözetilmeyen veya Allah rızası kastedilmeyen bir taksimdir.” dedi. İbni Mes’ud diyor ki: “Ben de Allah ve Rasülü adalet etmezse kim adalet eder? Allah Musa (as)’a rahmet etsin. Bundan daha çok sözlerle cezalandırıldı da sabretti ve böyle kendini bilmezleri cezalandırmadı.” İbni Mes’ud diyor ki: “Peygamberimiz (sav)’e haber verdiğim bu sözle onu üzdüğümü anladım ve bundan sonra bu gibi sözleri kendisine haber vermedim.”
Mustafa Öz