38,4292$% 0.2
43,8350€% -0.02
51,3195£% -0.01
4.099,20%-0,71
3.318,98%-0,90
9.432,55%-0,61
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ, mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı davarsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar.İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi malik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.
Oruç, sadece aç ve susuz kalmaktan ibaret bir ibadet değildir. O, insanın en büyük imtihan alanlarından biri olan nefsini terbiye etme vazifesini yerine getirmesine yardımcı olan bir anahtardır. Üstad Bediüzzaman, Ramazan Risalesi’nde adeta bizlere nefsin mahiyetini ve onun nasıl terbiye edilmesi gerektiğini anlatan bir mektup yazar.
Bu risalenin Dördüncü Nüktesi, nefsin isyanını, gafletini, kendini hür zannetmesini ve bu yanlış vehmin nasıl kırılacağını ele alır. Çünkü nefis, kendisini bağımsız ve serbest görmek ister; nimetlerin gerçek sahibini düşünmekten kaçar. Oruç ise insana, nimetlere kendi iradesiyle ulaşamayacağını, ancak Allah’ın izniyle sahip olabileceğini hatırlatır.
Oruç, nefsin vehmi özgürlüğünü kırarak ona hakiki kulluğunu öğretir, nimetlerin gerçek sahibini hatırlatır, insanı şükre yönlendirir ve böylece nefsin isyanını bastırıp terbiye eder. Bu nüktenin kısa izahı şu şekilde yapılabilir:
Nefis, kendisini hür ve sınırsız görmek ister. Adeta bir rab gibi hareket edip, hiçbir otoriteye boyun eğmek istemez. Özellikle servet ve iktidar sahibi olan kimseler, gafletin de etkisiyle, sahip oldukları nimetleri kendilerinin kazandığını ve diledikleri gibi tüketebileceklerini zannederler. Oysa gerçekte insan, tamamen Allah’ın mülkünde yaşayan bir kuldur ve her şey ona bir emanet olarak verilmiştir.
Nefis, sahip olduğu nimetlerin gerçek sahibini unutmaya meyillidir. Sürekli olarak nimetlerle beslendiği hâlde, bu nimetlerin Allah’tan bir ihsan olduğunu düşünmek istemez. Onları bir hak olarak görüp, şükürden kaçınır. Özellikle dünyevi güç ve imkânlar, insanın bu gafletini artırabilir ve onu nimetlere gasıp gibi davranmaya sevk edebilir.
Ramazan orucu, nefse hakikatini öğretir. En zengin insandan en fakirine kadar herkes, en basit bir lokma ekmeği bile ancak Allah’ın emriyle yiyebileceğini fark eder. İnsan, iftar vaktine kadar su içemez, elini yemeğe uzatamaz. İşte bu hâl, nefsin malik değil, memluk (sahip değil, kul) olduğunu gösterir. Oruç tutan bir insan, her şeyin Allah’ın mülkü olduğunu ve kendi varlığının bile Ona ait olduğunu idrak eder.
Oruç, nefsin mevhum (hayali) rububiyetini yani kendi kendine yettiği vehmini paramparça eder. İnsan, ibadet ve kulluk bilinciyle gerçek vazifesini hatırlar ve hakiki şükre yönelir. Şükür, sadece dil ile değil, aynı zamanda nimetlerin kıymetini bilerek ve onları Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanarak yapılmalıdır.
İşte Ramazan orucu, nefsin azgınlığını dizginleyen, insanı hakiki kulluk şuuruna eriştiren, en büyük terbiye vasıtalarından biridir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.