Bedir Haber

Allah yolunda mücâhede eden, çalışıp didinen ve sabredenlerle beraberdir

Allah yolunda mücâhede eden, çalışıp didinen ve sabredenlerle beraberdir
210 views
25 Haziran 2021 - 16:49

Nahl sûresinde: ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ “Buna karşılık, şüphesiz ki senin Rabbin, imanlarından dolayı mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya maruz kalan ve nihayet hicret eden, ardından Allah yolunda mücâhede eden, çalışıp didinen ve sabredenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel davranışlarına karşılık olarak elbette günahları çok bağışlayandır, (bilhassa mü’min kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır.” (Nahl, 16/110)

Islamda; Allah yolunda yapılan her tür gayret ve hizmet etmenin adına cihad denir. Allah yolunda verilen gayret ve kavga, içe doğru ve dışa doğru olmak üzere iki cephede cereyan eder. İçe doğru verilen mücadeleyi, insanın kendi özüne erme gayreti, dışa doğru verilen mücadeleyi de başkalarını özlerine erdirme ameliyesi olarak tarif edebiliriz. Bunlardan içe öze doğru olan birincisine “büyük cihad”, ikincisine dışa doğru olana da “küçük cihad”, denir ki, birincisiyle; insanın kendi özüyle arasın¬daki engelleri aşıp nefis ma’rifetine ve neticede de marifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanîye ulaşması, ikinci¬siyle de, imanla insanlar arasındaki engeller bertaraf edilerek, herkesin imâna ulaştırılması ve ma’rifet-i İlâhî ile tanıştırılması esas alınmıştır. Cihad, bir bakıma insanın yaratılış gayesidir ve yeryüzünde ondan daha önemli bir vazife yoktur. Eğer aksi doğru olsaydı Allah, peygamberlerini o vazife ile gönderirdi. Hz. Âdem’den bu yana, nebi olsun, veli olsun, Allah’ın bütün seçkin kulları, bu seçkinliğe bu gayret sayesinde ulaşabilmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de, hicrete ve cihada delâlet eden çok âyet var: وَالَّذِينَ هَاجَرُوا ve وَجَاهَدُوا “Hicret ettiler, yurtlarını/yuvalarını terk ettiler ve aynı zamanda orada kendilerini mücâhedeye verdiler.” deniyor. “cihâd” kelimesi, sadece “karşısına çıkan düşman ile savaş” değildir. Bu, radikalizmin kullandığı bir malzeme ve islama sataşanların da gelip gelip hep ona takıldığı bir meseledir… Kur’an’daki “Cihâd” kavramında sadece gittiğiniz yerde dal-kılıç, millete karşı maddî mücadele etmenizden bahsedilmiyor. Savaşa “maddî cihâd” deniyor. İnsanlığın İftihar tablosu da böyle bir cihâddan döndüğü zaman,“küçük cihâddan, büyük cihada dönüyoruz!” buyuruyor.

Harbe, maddî mücadeleye “cihâd-ı asgar” diyor. O (cihâd-ı asgar), kendine mahsus bir kısım şartlar muvacehesinde, insanın “Usûl-i hamse” dediğimiz şeyleri, nefsini, neslini, ülkesini koruması adına, başkalarına karşı, muhakkak veya kaviyyü’l-ihtimal olan bir kısım hadiseler karşısında başvurduğu bir yöntemdir ki islam tebliğ için değil, korunma için maddi cihada izin verir. Efendimiz’in “büyük cihâd” dediği şey, insanın nefsine, hevâsına karşı, şeytanın sinyallerine/şerarelerine karşı, halkın takdir ve alkışlamasına karşı, dünyanın câzibedâr güzelliklerine karşı, dünyada ebedî kalacakmışçasına, bilerek dünyayı âhirete tercih etmesine karşı yapılandır.

Aziz kardeşlerim! Günümüzde, dini yaşayıp, yaşatma ve yayma mânâsında dine sahip çıkmak, her mümin için farzlar üstü farz bir vazifedir ve buna en dar anlamı ile cihad geniş anlamına da hizmet diyoruz. Hiçbir mümin, bu vazifeden müstesna tutulamaz. Evet, her mümin evvelâ dini bilmeli, sonra dinini yaşamalı, daha sonra da kendi hayatına hayat yaptığı dinini başkalarına anlatmalı, onların hayatlarını da bu nur ile nurlandırmalıdır. Hemen her dönemde toplumlar ve milletler içinde tebliğ ve irşâda muhtaç insanlar olagelmiştir. dalâlet vadilerinde dolaşan, kurtuluş yolları arayan, hayatlarını bir hiç uğruna zâyi eden bu insanlara karşı inananlar, onlarla aynı gemide yolculuk yapmanın hakkını vermek zorundadırlar. Bu bir taraftan insan olma adına bir görev, diğer taraftan da Allah’ın onlara yüklediği bir sorumluluk ve vazifedir. Herkes kendi bulunduğu konum, sahip olduğu imkân ve şartlar çerçevesinde bu vazifeyi yerine getirmekle mükelleftir. Yoksa âhiret gününde bunun hesabını vermek çok zor olur. Tarihe biraz dikkatlice baktığımızda, tebliğ ve irşâd görevini hakkıyla yapan insanların, hep bu çizgide yol aldıklarını görürüz. Allah Resûlü’nün (as), bu ulvî vazifeyi yüklendikten sonraki bütün hayatı dini tebliğle geçti. O, kapı kapı dolaşıyor ve mesajını kendilerine tebliğde bulunabileceği âşina yüzler ve gönüller arıyordu. Karşı cephenin tepkisi evvelâ, ilgisizlik ve boykot şeklinde oldu. Daha sonra alayla devam etti. Son safhada ise işkencenin her çeşidiyle sürüp gitti. Allah Resûlü’nün geçeceği yollara dikenler serpiliyor, namaz kılarken başına işkembe konuyor ve kendisine her türlü hakaret revâ görülüyordu. Ne var ki, Allah Resûlü (as) bunlara rağmen hiç yılmadı ve usanmadı. Çünkü O’nun dünyaya geliş gayesi buydu. Can alıcı düşmanları dâhil herkese defalarca uğradı. Ve ilâhî mesajı sundu. Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi din ve iman düşmanlarına bile kaç defâ gitti, hak ve hakikati anlattı..! O panayırları dolaşıyor, bir kişinin hidâyetine vesile olabilmek için çadır çadır geziyor; gittiği her kapı yüzüne kapanıyor; fakat O bir başka sefer yine aynı kapıya varıyor, aynı şeyleri tekrar ediyordu… Mekke artık, Allah Resûlü’nü (as) barındıramayınca O da Medîne’ye hicret etti. Orada nurunu yaymaya devam etti… Evet, O tebliğ vazifesinden bir an dahi geri durmadı. Dinin en küçük meselesine kadar her şeyi anlattı, tebliğde bulundu. Medîne’de ikâmet buyurduğu veya devletlerle kapıştığı devirlerde dahi fertleri irşâd etmeyi asla ihmâl etmedi. Daima; “Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar olsun beni nefsimle baş başa bırakma.” diyerek dua eden Peygamberimizin (a.s), “Küçük cihaddan, büyük cihada döndünüz.” şeklindeki ifâdeleriyle dikkatimizi çektiği nefis mücadelesi, elbette ki en zor cihaddır. Islam sadece savaş, nutuk atma, sağı solu tehdit değildir. Islam bir bitin olarak insanlığın fıtratına konmuş olan ahlak ve ibadetlerdir. Kul ahlaklı olmalı, Rabbine karşı İslâm’ı yaşayarak, islamın uğrunda çalışarak vazifesini yapmalıdır. Cihadın en büyüğü, en büyük düşmana karşı yapılanıdır. اَعْدٰى عَدُوِّكَ نَفْسُكَ الَّتِى بَيْنَ جَنْبَيْكَ “Senin en zararlı düşmanın nefsindir.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/143) hadîs-i şerîf bu büyük düşmanı “nefis” olarak belirler. Savaşa gitmek gibi, tebliğ yapmak için de öncelikle nefsin mağlûp edilmesi gerekir. Nefisle cihad, gerçekten en önemli cihaddır. Her anımız bu cihadla geçer. Nefisle cihadda bir anlık gafletimiz bize çok pahalıya mâl olabilir. Maddî cihad ise sürekli değildir. Sulh/barış zamanında müminler bu cihadla mükellef tutulmazlar. İçinde bulunduğumuz ortam ve şartlara göre cihad görevlerimizi yapabilmek için de kültürlü insanlar ve İslâm bilen insanları yetiştirmeye çalışmak, çeşitli dergiler ve gazeteler çıkarmak ve bunları yaşatmak, İslâm’ı güzel bir şekilde anlatan her tür eserler yayımlamak, kütüphaneler açmak, sohbet, ders, seminer ve konferanslar düzenlemek, dini öğreten kitaplar okutmak için kamplar ve ortamlar hazırlamak, evler yurtlar açmak mecburiyetindeyiz. Çeşitli hayır teşkilâtlarında görev almak, çalışmalarımızla çevremizi bu çeşit faaliyetlere iştirâk ettirmek gibi hayır yollarını kullanmalıyız. Bu tür görevlerimizin yanısıra, başka bir cihad şekli daha vardır ki, o da şu hadisin çizdiği doğrultuda gayret sarfetmektir: مَنْ رَأَى مِنْكُم مُنْكراً فَلْيغيِّرْهُ بِيَدهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطعْ فبِلِسَانِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبقَلبهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الإِيمانِ “Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirip düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin ki bu, imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman 78) bu hadis-i şerif “Sizden biriniz çirkin bir davranış, zararlı bir iş görürse onu bizzat düzeltsin. Buna güç yetiremezse (sözlü ve yazılı olarak) mücadele versin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle nefret beslesin, güç yetireceği zaman nasıl karşı çıkacağına dair tasarılar hazırlasın. Kişinin kalbiyle mücadele görevini yapması imanın en zayıf hâline belgedir.”demektir.

Her hayırlı iş gibi, Allah uğrunda hizmetin de birtakım engelleri vardır. Bunlardan birincisi nefsimiz, ikincisi şeytan, üçüncüsü de çevremizdeki insandan düşmanlarımızdır. Nefsin kötü arzularına karşı çıkmak cihaddır. Şeytanın telkinlerine kapılmayarak istikâmet çizgisinde yürümek cihaddır. İman ve hidâyet yolunu kapamaya, iyiliğe engel olmaya çalışan insanlarla uğraşmak da cihaddır. Her üçünde de niyet “Allah rızası” olacaktır.

İnsanları hizmet etmekten, Allah için iyi işler yapmak vazifesinden alıkoyan, hayata ve hayatın lezzetlerine olan bağlılıktır. Rahatını terk edemeyen, şahsî zevklerinden fedakârlıkta bulunamayan bir insandan cihad gibi büyük vazifeler beklenemez. Büyük vazifeleri, ancak maddî-manevî zevklerinden fedakârlıkta bulunan insanlar yapabilir. Maddî-manevî fedakârlıkta bulunan, kendi şahsını, şahsî zevklerini, hatta yurdunu-yuvasını terk etmişlerin; sahâbe gibi kapısına kilit vurup evinden ayrılmışların, bedenî ve cismânî zevkleri aşmışların mücadelesi, inanılacak olan ve sonunda bir şeyler beklenilen, Allah’ın yardımına sebep sayılan o insanların gayretleridir.

İnsanımız, vereceği mücadeleyi Kur’ân’ın ön gördüğü şekilde ele almalıdır. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمْ انفِرُوا فِي سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنْ الآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الآخِرَةِ إِلاّ قَلِيلٌ * إِلاّ تَنفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّوهُ شَيْئًا وَالله عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِير “Ey imân edenler! Size ne oldu da “Allah yolunda savaşa çıkın” dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Âhireti bırakıp, dünya hayatına razı mı oldunuz? Oysa dünya hayatının geçimliliği, ahirete nazaran pek az bir şeydir. Eğer (Allah yolunda) seferber olmazsanız, bu takdirde Allah size can yakıcı azap eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey de yapamazsınız. Allah her şeye kâdirdir.” (Tevbe, 9/38-39) Kur’ân, bütün müminleri cihada çağırmaktadır. Bu çağrıya icabet edip etmememize göre ya kazanacak veya kaybedenlerden olacağız. Ya, münâfıklar gibi, “Bu rahat hayatın zevklerini terk etmek, sabah namaza kalkmak, malımızdan, dünyamızdan, vaktimizden bir şeyler vermek bize ağır geliyor.” diyecek ya da Sahâbe’nin yaptığını yapacak ve varımızı, yoğumuzu, her şeyimizi ortaya dökmek sûretiyle seferber olacağız. Nefsimize uymayacağız. Kuran, “Baksana kendi hevâ ve hevesini ilah edinen kimsenin haline!..” مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ “Nefsini/hevâsını ilah ittihaz etti.” sözü ile ifade ediyor. O nefis, hevâ-i nefis ne diyor ise, onu yapıyor insan: “Eğil!”, eğiliyor.. “Kalk!”, kalkıyor.. “Yat!”, yatıyor.. belki “Rükûa, Secdeye var! diyor”, varıyor… Hevâsı ne diyor ise, onu yapıyor, hevâ-i nefsi ilah ittihaz eden…İnsan sürekli iç kontrol ile kendisini zapturapt altına almaz ise şayet, o savaşta kaybeder. Dolayısıyla kendini, içini kontrol süreklidir; çünkü insan, her gün bir şey ile karşılaşır.

Konumuzu hulasa edecek olursak; “Cihâd” dediğimiz zaman, bir, maddî cihâd; biraz evvel arz ettiğimiz gibi, usûl-i hamsenin -“Hürriyet”i de ilave eden Usûlcüler var, “usûl-i sitte” olur o zaman.- muhakkak tehlikeler karşısında korunması, onlara karşı verilen savaşta maddî mukabelede bulunulmasıdır ki, Peygamberimiz buna “cihâd-ı asgar” diyor. Fakat “cihâd-ı ekber”e gelince, o, hayatla beraber devam ve temâdî ediyor. Bunun devam ve temâdîsi de insanın kendini sürekli iç kontrolüne tâbî tutması, sürekli kendiyle yüzleşmesi.. bir yönüyle, Allah ile münasebetini tekrar ber-tekrar gözden geçirmesi.. kendisini İslam’ın temel disiplinleri ile birkaç defa her gün test etmesi.. “Allah ile münasebetim nerede, acaba Ben nerede duruyorum? Nerede durmam lazım geldiği halde, şimdi neredeyim?” demesi… Bütün bunları, hem de kendini gördüğü yerin de birkaç adım gerisinde olarak kendini mütalaaya alıp gözden geçirmesi… Ne mutlu onlara ki, kendi kurtuluşları kadar başkalarının kurtuluşları için de yol ararlar. Ve yine ne mutlu onlara ki, başkalarını kurtaralım derken, kendilerini unutmazlar!..

Derleyen

ERDAL ATAK

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.
หนัง JAV UNCENSOREDหนังAV JAV JAPANXXX หนังโป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนังหนังav ดูหนังโป๊ญี่ปุ่น หนังxญี่ปุ่นหนังAV JAV หนังโป๊ญี่ปุ่น หนัง JAV CENSOREDtürk ifşatürk pornoหนังavหนัง JAV CENSOREDหนัAV JAV JAPANXXX หนังป๊ญี่ปุ่น หนังXXX หนัง Rate R HD

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.

maltepe evden eve nakliyat

ensest porno